• her kabz dönemini, bir bast (genişleme, ferahlama) dönemi takip eder. tıpkı gecenin ardından gündüzün gelmesi veya kışın ardından baharın gelmesi gibi. zaten kabzda içine düşülen hafakanlar, genişlemeyi içine hapsetmiş olan kabuğu çatlatmak için mevcudiyeti elzem bir eşik aşıcı mahiyetindedir. yağmur yağmadan etrafı kaplayan sıkıntılı ve kasvet dolu anlara benzer. bir nevi, rahmetten önce gereken zahmettir kabz.
  • tasavvuf adabında tövbe edip seyr u süluk'e giren salikin kalbinde, vecd ve bast halinden önce meydana geleceği ifade edilen sıkıntı, daralma ve tutulma halini ifade etmek için kullanılan tabir.

    tasavvufi terimlere dair sözlük çalışmaları ile meşhur mutasavvıf abdürrezzak kaşani'ye göre kabz hali, bast ile birlikte saliklerin konakladığı iki halden biri olup hakikatlere dahildir. ancak salik, müşahedeleri, mukaşefeleri ve muayeneleri sınırlı olduğu için henüz kabz halindedir ve ancak cemal mertebesinden yardım geldiği takdirde bu tıkanıklık açılarak bast haline geçecektir.

    şazeliyye tarikatına mensup mutasavvıf ibn abbad ise bu kabz halini, allah'ın rahmetini zahiri lütuflar ve manevi tesellilerden daha iyi ortaya koyduğu için tercih ederek onu büyük şeylere gebe olan geceye benzetmiş ve bast halinden de üstün görmüştür. zira bu haldeyken insan yalnız tümüyle edilgen, kendi iradesini terk etmiş ve allah'ın onu ettirdiği ölçüde eylemde bulunur, sonunda bir kulun varabileceği en yüce tutumla, kesintisiz şükr ile donatılır:

    <<tüm meşgalemiz ve hareketimiz, allah'ın bize karşı merhameti hakkında düşünmek, gücümüzün, kudretimizin bir hiç olduğunun idrakine varmak ve ona karşı yoğun bir muhtaçlık duygusu içinde bize şükr bahşetmesi için yalvararak kendimizi ona bağlamak olmalı.>>

    ibn abbad'ın eserlerine ilk kez dikkat çeken müsteşrik asin palasios, sufinin kabz haline dair bu fikirlerinde "ruhun karanlık gecesi" kavramına kesin bir yakınlık bulmuş ve onu hıristiyan mistiklerinden san juan de la cruz'un habercisi olarak yorumlamıştır.
  • ruhun minik bir igne kutusuna sigismaya calismasi, daralmasi, kipirdadikca ignelerin ruha batmasidir kabz.
  • kendimi sık sık içerisinde bulduğum hal. ne demiş ibrahim abi "yaşamak ne zor şey kalbi olana..." hakikaten öyle. söküp atamıyorsun ki mereti yerinden. düşünmeden saniyeler içinde söylenmiş sözlerin senin haftalarca aklından çıkmayacağını bilemeyenler yüzünden, elinden kayıp gitmesinden korktukların yüzünden, dünyayı senden çok faklı algılayan ama mecbur olduğun insanlar yüzünden, hatta bazen senin söyleyemediklerini söyleyen bir şair, bir şarkıcı yüzünden, özlediğin ama senden çok uzak olan yerler yüzünden, en önemlisi tüm bunları paylaşmak istediğinde sözlükten başka gidecek yerinin olmaması yüzünden... neyse çok takılmamak lazım, şarkılara devam.
  • meşhur kabzımal da burdan gelir.
  • teslim almak.
  • kabz; gönül daralması, tutulma,iç sıkıntısı, daralma demek. arapça kabz “tutma, kavrama” kökünden gelir.

    kabza: silahların tutulan yeri
    kabzetmek: tutmak, canını almak
    kabzımal: malı elinde tutan aracı
    makbuz: teslim alınan,tutulan şey.

    "tasavvuf terimi olarak sâlikin bir anda kalbine gelen mânevî sıkıntı, huzursuzluk sebebiyle hissettiği tutukluk ve durgunluk halini anlatır."
  • “allah’tan korkmak (havf) beni kabz hâline, ondan (af ve lütuf) ümit etmek (recâ) bast hâline getirmektedir. hakikat (vecd) beni allah ile cem’ hâline, hakk ise fark hâline sokmaktadır. allah havf ile kabz hâline sokunca beni benden yok etmekte, fena mertebesine ulaştırmaktadır. recâ ile bast hâline geçirince beni kendime iade etmektedir. hakikat ile cem hâline geçiren allah, beni huzuruna çıkarmakta, hakk ile fark hâline geçirince de bana başka şeyler göstermekte, bir perde ile kendisini benden gizlemektedir. bütün bu hususlarda beni hareket ettiren, bir hâlden daha yüksek hâle ulaştıran, bir hâlde tutmayan, bana yalnızlık (vahşet, vahdet) hâlini veren, üns hâlini vermeyen allah teâlâ’dır. böylece o’nun huzurunda bulunarak vecd (vücûd), buluşumun zevkini tadıyorum. ne olurdu hakk beni benden alarak ve fena mertebesine ulaştırarak (ünsü ve münacatı ile) faydalandırsaydı veya beni benden kaybederek rahata erdirseydi!”

    (bkz: cüneyd-i bağdadi)
  • eski dilde el ile tutma, avuç ile kavrama.. azrail tarafından ruhun alınması... satın alınan hibe edilen veya miras kalan malın teslim alınması...
  • bu konuyla ilgili şöyle bir yazı buldum:

    --- avârifû'l-meârif/ şihabuddin sühreverdi (k.s) ---

    hallerin açıklanması

    kabz-bast

    bil ki, kabzın varlığı, nefsin sıfatının ortaya çıkıp ona gâlip gelmesi, bastın ortaya çıkması da; kalbin sıfatının zuhur edip kalbe gâlip gelmesinden dolayı olmaktadır.
    nefs devamlı kendini kınadığı levvame sıfatında olduğu müddetçe, bir defasında mağlub diğerinde gâlib olur.

    kabz ve bast hâli kendisindeki bu durum itibariyle olmaktadır. nefs sahibi, nefsinin varlığından dolayı zulmânî bir perde altında olduğu gibi; kalb sahibi de, kalbinin varlığından dolayı nurâni bir perde altındadır. kalbden yükselip onun perdesinden çıktığı zaman, hâl onu bağlayamaz ve kendisinde tasarruf da edemez. işte o zaman kabz ve bast hâlinin tasarrufundan çıkmış olur. artık nûrânî bir varlık olan kalbden kurtulup nefs ve kalb perdesi olmaksızın kurbiyyet hâlini gerçekleştirdiği müddetçe kabza ve basta düşmez. fena ve bekâ hâlinden döndüğü zaman, nûrânî vücud olan kalbe dönmüş olur ve işte o zaman kendisine tekrar kabz ve bast halleri geri gelir. fena ve bekâ hallerinde kaldıkça kabz ve bast hallerine düşmez.

    fâris (k.s) demiştir ki: "önce, kabz sonra bast olur. sonra kabz da olmaz bast da. çünkü kabz ve bast vücudda vâki olur. fenâ ve bekâ hallerinde bulunmaz. sonra kabz hâli, bast hâlindeki ileri gitmenin bir cezâsı olur." bu şöyle olmaktadır:
    allahu teâlâ'dan gelen mânevi vâridat kalbe gelir ve kalb gelen şeyden dolayı bir rahatlık, sevinç ve müjdeyle dolar. o anda nefs de, bu gelen şeye gizlice kulak vermek ister ve nasibini alır. mânevi vâridatın eseri nefse ulaştığı zaman, tabiatının gereği haddi aşar ve bastta ileri gider. öyle ki, bast nefsten kaynaklanan bir sevince benzer. bu durumda o, cezâ olarak kabz ile karşılaşır.

    bütün kabz halleri teftiş edildiği zaman, bunun ancak nefsin hareketinden ve sıfatıyla ortaya çıkmasından dolayı olduğu görülür. şayet nefs edeplenip itidal hâline gelse ve bir defa taşkınlıkla diğerinde isyanla hareket etmese; kalb sahibi kabz hâlini bulmazdı, mânevî rahatlığı ve hakk ile olan ünsiyeti devam ederdi.

    --- avârifû'l-meârif/ şihabuddin sühreverdi ---

    -------------------------------
    bu da ek ikinci kaynak:
    https://islamansiklopedisi.org.tr/kabz--tasavvuf
hesabın var mı? giriş yap