• balonla beş hafta yazdı. afrika'nın her tarafı keşfedilmek bir kenara dursun, sömürge bile yapıldı.

    80 günde devr-i alem yazdı. 80 saatte insanlar dünya turu yapabilir oldular.

    ay'a seyahat yazdı. ay'a gitmeye bile gerek duymuyoruz, hedef mars oldu.

    denizler altında yirmibin fersah yazdı. denizaltı bir yana, insanlar daha farklı araçlarla, okyanusların en derin yerlerine indi.

    iki yıl okul tatili yazdı, konusu çok farklı olsa da çocuklar için okullar iki yıldır tatil durumunda.

    bir tek arzın merkezine seyahat kaldı. en gerçek olmasını istediğim kitabıdır. bir jokull içinden dünyanın merkezine inebilmek, o iç denizde seyahat edebilmek... keşke gerçek olsa...
  • beni yazıları okuyabildiğimi fark etmekten daha çok heyecanlandıran şey kitapları da okuyabildiğimi fark etmek olmuştu. abilerim ve ablamdan kalmış 60'ların 70'lerin kitaplarını kurcalamaya başlamıştım. okula başlama zamanımın gelmesini beklerken o zamanki isimleri iki sene mektep tatili (bkz: deux ans de vacances/@ssg), kuzey yolcuları, aya seyahat, arzın merkezine seyahat ve denizler altında 20 bin fersah olan kitaplarını okumuştum. sonra ilkokul'a başlayınca 80 günde devrialem'i de okumuştum. en az aklımda kalan kuzey yolcuları olmuş. "soğukta yaşanan bazı sıkıntılar" diye aklımda kalmış. digiturk film açıklaması adeta.

    jules verne bana kitap okuma alışkanlığını aşılayan yazardır. diğer kitaplara sırf jules verne değil diye elim gitmezdi. sonra bi alexander dumas'ya şans vermiştim. baktım o da çok güzel öyle öyle başka yazarlara da ısınmıştım. en son 10 yıl evvel okumadığım bir kitabını bulup okumuştum (bkz: paris au xxe siecle/@ssg). çocukluktaki tadı vermedi. yine de jules'ün yeri başkadır.
  • evimde çerçeveli bir fotoğrafı asılı usta yazar. evde anamın babamın fotoğrafı yok be, o derece severim.

    edit: fotoğraf soran olmuş. yazının en sonuna ekledim.

    hakkında sıklıkla bilimkurgunun babası, denir. ne var ki asimov'dan, herbert'ten ve c.clarke'den oldukça farklı bir yerdedir. yazdığı eserlerde zaten çağının ötesinde olduğu ortadadır. bununla birlikte diğer bilimkurgu yazarlarından ayrılan en önemli yanı "keşfetmek"tir. uzak bir gezegenin keşfi veya kurgusu elbette çoğu okur tarafından sevilir fakat jules verne gerçek olanın aracılığıyla, erişilebilir olana yolculuğu anlatır. okuyucu onun eserinde baş kahramanın yol arkadaşı gibi hisseder. balonla 5 hafta'yı okuyan biri afrika'nın bilinmezliğine şahit olmakla kalmaz, onu zihninde tasavvur eder ve doktor ferguson'la birlikte balon sepetinde maceranın bir parçası olur. 80 günde devri alem'i okuyorsa phileas fogg'un haklı davasına ortak olur ve onunla aynı telaşı yaşar. aynı bilinmezliğe kucak açar. kaptan nemo ile okyanusların bilinmeyeni peşinde koşarken onunla yemek yeme şerefini hayal etmeyen yazar yoktur. ya da devletin veyahut herhangi bir otoritenin bunalttığı bordrolu bir okur, anarşist kaw-djer'in yaşamına muhakkak özenmiştir. patagonya kıyılarını ege kıyılarından iyi bilen okurları da elbette vardır. veyahut dik başlı keraban ağa'nın inadına rağmen onunla yolculuk etmek istemeyen cok az okur vardır.

    verne, erişilebilir olana yolculuğu anlatır, demiştim. tren denilen muazzam icadın en kaba tabirle uzakları yakın etmesi, o dönemin gazete köşelerindeki "maceraya koşan insanlar"a talebin de artmasını sağlamakla kalmamış, hindistan ve amerika'nın içlerine turistik gezilerin yapılmasını da sağlamıştı. hindistan kıyıları 500 yıldır biliniyordu fakat tren ile iç kesimlere seyahatin sağlanması, adeta ikinci bir coğrafi keşif heyecanı oluşturmuştu. -bunun en önemli sebebi endüstri devrimi sonrası duyulan hammadde ihtiyacıdır- fakat dünyanın henüz keşfedilecek çok yeri vardı; okyanusların dibinden sibirya veya afrika'nın bilinmeyen iç kesimlerine kadar...bütün bunlar abartılı fantastik unsurlarla bezenip okuyucuya sunulabilirdi. zaman zaman arzın merkezine seyahat'te olduğu gibi sunuldu da. ya da altın püsküren yanardağlar gibi... ne var ki erişilebilir olana yolculuğa bu eserlerde bile rastlandı. fantastik unsurlar gerçek olmasa da yolculukların kendisi gerçekti; ormanlar gerçekti, tehlikeli canlılar gerçekti. denizlerin dibi, adalar, dev dalgalar, kaybolma korkusu hep gerçekti. bu sebeple şahsi kanaatim, eserlerde sonuçtan ziyade keşfin yolculuğu kısmı oldukça başarılı anlatılmaktadır.

    günümüzde her ne kadar internet uzakları yakın etse de, keşfetmeye yapılan yolculuğun hazzını vermez. insanlar halen hiç bilmediği bir yere giderken heyecanlanır. hatta o yolculuklara çıkarken "acaba ne maceralar" yaşayacağız diye akıllarından geçirir. bu heyecan aslında keşfin yolculuğunun verdiği heyecanın kendisidir. işte jules verne, eserlerinde bu heyecanı daha yolculuğun ilk anından itibaren verir ve sayfaları merakla okumaya başlarsınız.
    görsel
  • yarattığı yüzlerce karakter arasında en sevdiğim: kaptan nemo

    küskün bir bilim korsanı ya da romantik vazgeçiş

    bilim kurgu türünün kurucu babalarından jules verne’in 1870 tarihli romanı “denizler altında 20.000 fersah”ın bir klasik olması için, içeriğinde sadece muhteşem denizaltı nautilus’u barındırması bile yeterli olurdu belki. ama nautilus’un kaptanı olarak yarattığı, son derece derinlikli bir karakter olan kaptan nemo da eklenince, eser hem bir edebiyat klasiği hem de bilim kurgu türünün başyapıtlarından biri olmuştu. verne, nemo ile sadece çok iyi bir karakter yaratmakla kalmamış, bilim kurguda kendisinden sonra sayısız örneği görülecek olan “asi / aykırı bilim adamı” tiplemesinin prototipini de ortaya koymuştu.

    nemo, 1870 tarihli denizler altında 20.000 fersah ve aynı evreni paylaşan 1874 tarihli “esrarlı ada” romanlarında görünür. ayrıca, gene verne’in kaleminden çıkma 1882 tarihli fantastik tiyatro oyunu “imkansıza yolculuk”ta da konuk karakter olarak yer alır. yer aldığı her iki roman da dünya çapında popüleriteye ulaşır ve günümüze kadar devam eden sayısız film, dizi, çizgi roman vb. uyarlamalarda nemo birçoklarınca yeniden ve yeniden yorumlanarak varlığını sürdürür.

    “nemo”, kaptanın kendisine uygun gördüğü bir takma isim olup, latince “hiç kimse” anlamındadır. yunan mitolojisinde odysseus tarafından kullanılmışlığı da vardır: odysseus, kendisini ve mürettebatını alıkoyan dev polyphemus’a kendisini “hiç kimse” olarak tanıtır. sonrasında odysseus tarafından kör edilen dev, diğer devlerden yardım istemek için bağırarak “hiç kimse”nin kendisine saldırdığını söylediğinde yardıma gelen olmaz. belki verne, karakteri isimlendirirken bu miti de aklında bulundurmuştu zira esrarlı ada’da kendisine “kaptan nemo” diye hitap eden bir karaktere nemo, “benim adım yok!” diye karşılık vermektedir. bundan başka, kaptan nemo’nun da tıpkı odysseus gibi yıllarca denizlerde dolaşması ve zaman içerisinde mürettebatını bir bir kaybedip sağ kalan tek kişi olması da odysseus’un maceralarının anlatıldığı homeros destanı odysseia ile paralel temalardır.

    takma isim hiç de boşuna değildir. göründüğü ilk kitap olan denizler altında 20.000 fersah’ta nemo tam bir gizem adamıdır. geçmişi, kökeni hakkında neredeyse hiçbir bilgi verilmez. okur, karakterle, denizaltısı nautilus’a zoraki olarak binen üç misafir / tutsak karakter vasıtasıyla tanışır ve genellikle bu karakterlerin gözünden onu tanımaya, tanımlamaya çalışır; romanda tam açıklanmayan sebeplerden tüm dünya ve insanlık ile ilişkisini kesmiş ve mürettebatıyla birlikte denizler altında izole bir yaşamı tercih etmiştir. bunu gerçekleştirebilmek için bir denizaltı* tasarlayıp inşa edebilecek bilgiye ve yeteneğe sahip, dahi bir bilim adamı ve mühendistir. son derece entelektüeldir. birçok dili anadili gibi konuşur. edebiyat bilgisi muazzamdır. denizaltısının her tarafı sanat eserleriyle süslüdür. müzisyendir, profesyonel düzeyde organ çalar. bunlar, karakterinin ilk göze çarpan olumlu ve etkileyici yanlarıdır. romanda bir bölümde, denizin yüzeyinde ne kadar şiddetli fırtınalar koparsa kopsun, denizin altında her daim dinginliğin hüküm sürdüğünden bahsedilir. nemo’da ise tam tersidir. nemo kontrollü bir görüntü vermekle birlikte, içinde fırtınalar kopmaktadır. bu noktada nemo’nun karanlık tarafı kendisini gösterir. emperyalizmden nefret eden ve intikam dürtüsüyle hareket eden nemo, ingiliz bandıralı gemileri batırmakta ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olmaktadır. gözlemden gelen bu bilgiler haricinde, okur nemo hakkında başka pek bir şey öğrenemez. nautilus’un zoraki misafirlerinden profesör aronnax, nemo’nun milliyetini öğrenebilmek için onunla sırasıyla fransızca, ingilizce, latince ve almanca konuşur ama nemo bu dillerin hiçbirine cevap vermez. sonradan anlaşılacaktır ki nemo bu dillerin hepsini mükemmel derecede bilmektedir, sadece sessiz kalmayı tercih etmiştir. dolayısıyla profesörün gizem perdesini aralama çabası başarısız olur.

    aslında nemo’nun bu derece anonim bir şahıs olması biraz da şartlara bağlı olarak ortaya çıkmış bir durumdur. verne esasen nemo’yu, ailesi ruslar tarafından öldürülmüş bir polonyalı soylu olarak düşünmüş fakat fransa-rusya ilişkilerine kötü etki edeceğinden korkan editörü tarafından vazgeçirilmiştir. böylelikle nemo etnisiteden ve milliyetten bağımsız, tam bir “hiç kimse”ye, tam bir anonim karaktere dönüştürülmüştür. fakat romanın okura vermek istediği hissiyat açısından bunun oldukça yerinde olduğu söylenebilir. kendisini tüm insanlıktan soyutlamış, toplum-dışı bir adam olarak nemo bu anonimlik sayesinde, sürgün, izolasyon, özgürlük, tam bağımsızlık, mevcut dünyayı reddediş ve her şeyden vazgeçiş gibi kavramların vücutlaşmış hali olmuştur.

    nihayet, devam romanı olarak nitelendirebileceğimiz esrarlı ada’da, nemo’nun orijin hikayesi anlatılır ve gizem sona erer. sayısız uyarlama arasından en popüleri olan 1954 walt disney yapımı 20,000 leagues under the sea filminde karakteri canlandıran james mason sayesinde diyebiliriz, kaptan nemo, kolektif bilincimize bir avrupalı beyaz olarak yerleşmiştir. oysa esrarlı ada’da nemo bir hintli asilzadedir ve gerçek adı “prens dakkar” olarak verilir**. 1857 hint isyanı sırasında karısı ve çocukları ingilizler tarafından öldürülmüş ve krallığını kaybetmiştir. gençliğini avrupa’yı gezerek ve eğitim alarak geçirmiş olan nemo, yaşadığı trajik kayıptan sonra söz konusu bilimsel altyapısını kullanarak nautilus’u inşa eder ve mürettebatını oluşturacak takipçileriyle birlikte denizler altına çekilir. insanın bir tehlike durumunda ne yapacağını belirlediği “savaş ya da kaç tepkisi” açısından bakılırsa, koca britanya imparatorluğu’na gücü yetmeyecek olan prens dakkar’ın savaşması mümkün değildir, bu durumda, “kaçmıştır”.

    romanı dikkatli okuyan okurlar, karakterin bünyesinde adeta iki farklı kişilik barındırdığını ve zaman zaman kendisiyle çelişen davranışlar içerisinde olduğunu fark edecektir. ailesini kaybetmenin ve dahası, bunu yapanlardan kaçmak zorunda kalmasının travması, denizler altına çekilmesinin temel motivasyonudur denebilir. aynı motivasyon onun, rastladığı ingiliz gemilerini batırarak intikam almasını da sağlar. bu, “bilim korsanı***” olarak adlandırabileceğimiz nemo’dur. fakat nemo bu kişisel motivasyonu daha genel bir motivasyona dönüştürmüştür; emperyalist devletlerin güçsüz halklar üzerinde kurduğu hakimiyetten, yani insanın insana eziyetinden tiksindiği, yeryüzündeki adaletsizliğe isyan ettiği ve artık bu düzenin bir parçası olmayı reddettiği için terk-i diyar ettiği imajını vermektedir. yüzeydeki yaşamdan bütünüyle vazgeçerken, insanlığa dair tüm kötülükleri denizin üstünde bırakmış, insanlığa dair tüm güzel şeyleri ise (sanat eserleri, kitaplar, bilim vb.) hayvanları gemisine alıp kıyametten kurtaran nuh peygamber misali, beraberinde denizaltısına alarak gitmiştir. işte bu da romantik bir üslupla dünyadan vazgeçmiş entelektüel nemo’dur. bu romantik vazgeçiş, “savaş ya da kaç tepkisi”nde kaçmayı seçmiş bir adamın, başına gelmiş korkunç travmayla başa çıkma yolu, başka bir deyişle, kaçışına “kılıf uydurması” mıdır, yoksa ailesinin başına gelenler onda gerçekten dünyadaki adaletsizliğe ve insanoğlunun kötülüğüne dair bir aydınlanmaya mı yol açmıştır? sonuç olarak, elimizde iki nemo vardır.

    iki nemo’nun çatışmaları, karakterin kendisiyle çeliştiği bazı durumlara yol açar. örneğin romantik nemo yüzeydeki insanlarla ve onların işleriyle alakasını kesmiş olduğunu belirtmesine rağmen, korsan nemo zaman zaman müdahale etmeden duramaz; 1866-1869 girit isyanında osmanlı’ya karşı mücadele eden asilere, gemi batıklarından topladığı hazineden vererek yardımda bulunur. bir zamanlar kendisi de ingilizlere isyan etmiş bir hintli ve bir anti-emperyalist olan nemo’nun isyancılara sempati duyduğuna şüphe yoktur. bir başka vakada nemo, inci çıkarmak isterken tehlikeye düşen bir dalgıcı**** kurtarır. romantik nemo’nun dünya malı mülküyle işi yokken, korsan nemo güney kutbunda hak iddia eder. fakat esrarlı ada’nın sonlarında, tüm mürettebatı ölmüş, kendisi de yaşlı ve ölmek üzere olan nemo’nun artık içindeki çatışmalardan kurtulduğunu, dünya ve insanlık ile tekrar barış yaptığını görürüz. nemo bu romanda, lincoln adasındaki kazazedelere gizli gizli yardım etmekte, hiç tanımadığı bu kimselerin hayatını kurtarmaktadır. ölüm döşeğinde ise, geçmişte yaptıklarına dair pişmanlıklarını dile getirerek bir nevi günah çıkarır. o halde korsan nemo ölmüş, romantik nemo hayatta kalmıştır ve nemo bir küskün, bir insan-sevmez korsan olarak değil, romantik bir bilim ve sanat aşığı olarak ölür. o halde nemo’nun, ailesinin başına gelen adaletsizliği zihninde dünyadaki adaletsizliğe evriltmesi, kaçışına ve vazgeçişine bir kılıf değil, hakikattir ve samimidir, denebilir.

    nemo’nun kaçış sebeplerinden bahsettikten sonra, biraz da nemo’nun, kaçışı için neden deniz altını ve dolayısıyla bir denizaltıyı tercih ettiğini düşünmek gerek. romanların geçtiği kurgusal jules verne evreninde, 19. yy itibariyle tek denizaltının nautilus olduğunu anlıyoruz çünkü dünyanın kalanı denizaltı nedir bilmemekte ve nautilus’u bir deniz canavarı sanmaktadır. o zaman diliminde deniz üstündeki trafik de şimdiki kadar yoğun değildir. dünyanın dörtte üçünün sularla kaplı olduğu düşünüldüğünde, bilimsel dehasının meyvesi olan nautilus sayesinde nemo bu yüzölçümünün mutlak hükümdarıdır (ki buna, kendi mülkü saydığı antarktika dahil değildir). denizlerin altı ona vazgeçtiği dünyadan daha büyük ve daha zengin bir dünya sunmuştur. ingiltere ve diğer emperyalist devler ezici askeri güce sahip olabilir ve denizin yüzeyinde savaş filoları yüzdürebilir. lakin nautilus’un metal gövdesine top mermileri işlemez ve denizin altından mahmuzladığında batıramayacağı gemi yoktur. denizin altında olmak mükemmel bir savunmadır. nautilus ise dünyadaki en güçlü silahtır. denizlerin altı ona, ebedi düşmanına karşı askeri avantaj ve intikam alma imkanı sunmuştur. tüm bunlar, korsan nemo’nun tercih sebepleridir. romantik nemo’nun sebepleri ise farklı ve çok daha ilginçtir. öncelikle, dünya yasalarını tanımayan, insanlardan ve devletlerden uzak durmaya çalışan, tam bir özgürlük düşkünü nemo’nun, kendisine ait yeni bir dünyaya ihtiyacı vardır ve bu dünya, hiçbir insanın yaşamadığı, yalnız kalabileceği ve tam anlamıyla özgür olabileceği deniz altıdır. nemo’nun dünyası birçok açıdan orta çağ feodal devletlerini andırır. başkentin denizaltı nautilus olduğu bu devlette, kendisini hükümdar, mürettebatını ise tebaası olarak görebiliriz. nemo’nun devleti insansız adalarda ve kutuplarda yayılmacı bir politika izleyerek sınırlarını genişletir. kendi yasaları ve etikleri vardır. antarktika’da hak iddia ederken diktiği, üzerinde “n” harfi olan bir bayrağı, hatta ve hatta bir mottosu bile vardır: “mobilis in mobili*****”.

    bir defa bu dünyayı elde ettikten sonra romantik nemo’nun kaçışındaki esas sebep kendini nautilus suretinde gösterir, o yüzden bu denizaltı ve içeriği üzerinde ayrıca durulmalıdır. nautilus dışarıdan bir makine iken, içeride durum farklıdır. nautilus’un her tarafı tablolarla, heykellerle, sanat eserleriyle kaplıdır. kapsamlı bir kütüphanesi ve müze misali camekan içinde sergilenen çeşitli deniz mahsülleri vardır. nemo’nun ustalıkla çalarak deniz altında bireysel konserler verdiği bir “pipe organ******” bile mevcuttur.

    kısacası nemo, nautilus’u sadece fiziksel bir kaçış yeri olarak değil, daha ziyade, zihinsel bir kaçış yeri olacak şekilde döşemiştir. nemo dünyanın kara gerçekliğine ve insanın kötülüğüne bütün çıplaklığıyla şahit olduktan sonra, bu realiteyi redderek, sadece sevdiği şeylerle örülü bir zihinsel düzlem yaratmış ve kurtuluşu buraya sığınmada bulmuştur. işte bu nokta belki de nemo karakterinin okurla en çok özdeşleşebileceği bir noktadır. dünyadan bunaldığımızda, üzücü şeyler yaşadığımızda, zihnimizin köşelerine çekilmez miyiz? ve bu köşeler en sevdiğimiz şeylerle dolu değil midir? bir kitap okumak, sanat eserlerinin tadını çıkarmak ya da müzik dinlemek olsun, bizleri daha çok rahatlatıp yenileyen bir şey var mıdır? işte kaptan nemo’nun, “yüzeyin altında” kalmış ve bu yazıda yüzeye çıkarılmaya çalışılmış bir gizli anlamı budur: hepimiz hayatımızda zaman zaman savaşmak yerine kaçmak zorunda kalabiliriz ve bu durumda kaçtığımız yer “sanat”tan başkası değilse ne mutlu bize. zihinsel düzlemdeki kaçış yerlerimiz, hayal gücümüzün mahsulü olan bu denizaltılar, en az gerçekliğin kendisi kadar gerçektirler zira sanat söz konusu olduğunda gerçeklik görecelidir ve insanın, neyin gerçek olduğuna kendi karar verebilme gibi bir özelliği vardır. sanatın insan yaşamı için ne derece hayati bir önemi olduğu buradan bir kez daha idrak edilebilir; zihinsel kaçış mekanlarımızı döşerken gerekli malzeme sanattan gelir ve dolayısıyla sanat, realitenin açtığı yaraları kurgusal tedavilerle iyileştirebilir.

    gelgelelim, maalesef jules verne gibi klasik bir isim bile, ülkemizde edebiyat anlamında egemen olmuş “bilim kurgusal ya da fantastik öğe içeriyorsa çocuk işidir” anlayışından uzun süre kurtulamamıştı. jules verne bir çocuk yazarı olmamasına rağmen, romanlarının çoğu, metnin yarısından fazlası çıkarılmış ve kalanı sadeleştirilmiş çocuk kitapları olarak basılmıştı. neyse ki verne romanlarını yazara yaraşır tam metin edisyonlarla yayınlayan yayınevleri de mevcut ve böylelikle yerli bilim kurgu okuru çocukluğundan bildiği bu kitapları tam metinleri ile tam anlamıyla yeniden keşfedebiliyor şimdi.

    jules verne’in denizler altında 20.000 fersah ve esrarlı ada romanları, yayınlandıkları günden beri tüm dünyada edebiyat ve bilim kurgu severleri büyülemeye ve edebiyat okuruna “kaçış yeri” olmaya devam ederken, kaptan nemo ise, henüz okumamış olanları, artık piyasada rahatça bulunan tam metin edisyonlar ile unutulmaz bir yolculuğa çıkarmaya davet ediyor.

    notlar:

    * denizaltı konseptini ilk defa verne’in akıl ettiği ve gerçek denizaltıların romandan sonra ortaya çıktığı şeklinde oldukça yaygın bir yanlış bilgi mevcuttur. oysa ki verne, romanındaki denizaltının ismini, ilk defa 1800 yılında test edilen denizaltı “nautilus”tan almış, tasarımında ise romanın yayınlanmasından üç sene önce modelini gördüğü fransız denizaltısı plongeur’dan esinlenmiştir.

    ** neyse ki, alan moore’un, steampunk türünün başyapıtları arasında olan grafik romanı “the league of extraordinary gentlemen”da (olağanüstü beyefendiler cemiyeti), karakter aslına uygun, bir hintli olarak resmedilmiş ve karakterin orijinal versiyonu popüler kültüre geri dönüş yapmıştır.

    *** alan moore’un yazdığı olağanüstü beyefendiler cemiyeti grafik romanında da karakter için bu ünvan kullanılmıştır.

    **** denizler altında 20.000 fersah’ta nemo’nun hintli kökenine dair verne’in farkında olarak ya da olmayarak verdiği iki küçük ipucu vardır: ilki, nemo’nun kurtardığı dalgıcın sri lankalı olması, ikincisi ise, konuştuğu dil ve aksandan nemo’nun etnisitesini çıkaramayan aronnax’ın, bir de fiziksel görünüşünden yola çıkması ve nemo’nun güney enlemlerinden olduğu sonucuna varmasıdır. buradan, nemo’nun avrupalılara göre daha esmer olduğunu anlayabiliriz.

    ***** latince “hareket içinde hareket” anlamına gelmektedir. hareketli deniz ortamının içinde hareket eden denizaltı kastedilmektedir.

    ****** ülkemizde daha çok “kilise orgu” olarak bilinen enstrüman.
  • fransiz bilimkurgu yazari. okudukca cocuklugum aklima geliyor.. dunyanin merkezine seyahat.. denizler altinda 20000 fersah.. dunyanin ucundaki fener.. essegin zikindeki kelebek...
  • ismi geleceğe dönüş 3 filminde, dr. brown clara clayton'ı tavlarken geçer. ikisi de jules verne hayranıdır, bu ortak noktaları ikisini de büyüler. sonuçta çocuklarının adı jules ve verne olur.

    bu durum bana yıllarca hem jules verne hem de geleceğe dönüş seven ve o sahneden etkilenen bir karşı cins aratmıştır boş yere.
  • tipki leonardo da vinci gibi zamaninin fersah fersah otesinde (20 bin olabilir) bir yaraticilik, hayalgucu ve yetenege sahip yazar.

    bu tarz insanlari gorunce insan dusunmeden edemiyor "ulan bunlar insansa biz nasil insaniz" diye.

    hatta sirf bu tarz insanlar yuzunden zamanda yolculuk'un olabilirligine, zaman yolcuları'nin gercek olduguna inanasi gelir kisinin (yok tabii oyle birsey). cunku yuzyillar sonrasinda siradan insanin kafasina ancak dank edebilen seyleri ongormuslerdir.

    tabii burada kehanetin kendini gerçekleştirmesi olgusu daha mantikli bir yaklasimdir. soyle ki;

    genellikle bati toplumlarinda cocuklukta okunan kitaplarin basinda jules verne eserleri gelir. bu engin hayal gucu ve yaratici hayallerle yetisen cocuklar da haliyle o hayallerin gercege cevrilebilecegine inanarak ve cabalayarak gelisir. ve zamani gelince jules verne'nin hayallerini gercege cevirirler.

    son yuzyilda basari elde etmis, dunyada kabul gormus, teknoloji/yazilim/sanat alanlarinda dunyayi sekillendirmis insanlara bakin, hepsinin jules verne hayrani oldugunu goreceksiniz.

    cocuklarin hayal guclerini korelterek, korku ve baski asilayan, sorgulamamayi, itaat etmeyi ogreten seyleri okutan toplumlarin ne halde oldugu da her akli basinda insanin malumudur.

    ve bu yazarin pek bilinmeyen ama son derece mukemmel tespitlerle dolu bir kitabi da inatçı keraban (bkz: keraban-le-tatu) mutlaka okunmasi gereken kitaplardandir, bir okuyun ne dedigimi anlayacaksiniz.

    eger ki hali hazirda cocugunuz varsa veya ileride cocugunuz olursa ilk okutacaginiz kitaplar jules verne kitaplari olsun. olsun ki dunyaya daha cok nefret ve siddet katan degil, dunyayi guzellestiren, renkli hale getiren, insan gibi insan bir evladiniz olsun.

    zamaninda kalin mukavva kapakli, guzel kapak resimleri olan yarisi kesilip kirpilmis jules verne kitaplarini okuyarak buyuyenlere selam olsun.
  • geleceği şaşılacak bir öngörüyle görmüş, bilimkurgu yazarı olmanın ötesinde biridir.

    kitaplarını yazmadan önce evinde fizik deneyleri yaptığı söylenir.

    ilk atom denizaltısına, onu onurlandırmak için " natilus " adı verildi.

    bana bilimkurgu'yu sevdiren kişidir.

    anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
  • baba öyle bir laf etmiş ki resmen "al bir kaya, nerene dayarsan daya" demek istemiş:
    - "gideni sevmek kalanların işi değilmiş meğer, çünkü giden ne beklediğin gibi gelir, ne de beklediğine değer."

    ulan!, şöyle bir tane aforizma söyleyebilsem kendimi 5.000 sayfalık kitap yazmış gibi hissedeceğim hee. anlayana kadar 8 kere falan okudum.
  • bir sekilde yasadigi dunya formundan uzaklasma istegi vardir bunun.. bir hayalinde ay'a gider, digerinde dunyanin merkezine.. baska birinde de denizlerin dibine kacar..
hesabın var mı? giriş yap