• "hiç bir şey kitle kültüründeki yozlaşma kadar çabuk bulaşmaz"
  • ispanya,fransa ve arjantin'de yaşamış olan;kadın-erkek-sevgi-aşk-arzu-hoşlanma-cinsellik üzerine saptamalarını hayranlıkla izlediğim yazar.
    aşk-sevgi arasındaki bağ hakkındaki şu yorumunu;
    "..sevgi çok daha geniş ve çok daha derin bir işlemdir.tüm sevgiler o çılgın "aşık olma" döneminden geçer;öte yandan "aşık olmanın" ardından gerçek sevgi her zaman gelmez.bu nedenle parçayı bütünle karıştırmamak iyi olur" tüm kalbimle doğruladığım yazar.
  • albert camus’nün “nietzsche’den sonra belki de en büyük avrupalı yazardır” dediği 1883 doğumlu 1955 ölümlü ispanyol düşünen adamı. güzel düşünür, güzel yazar.

    türkçedeki ilk kitabı 1968’de may yayınlarından çıkan "kitlelerin ayaklanışı" adlı kitabıdır. aradan yıllar geçer. metis yayınları 1992’de ortega y gasset’den bir derleme olan "tarihsel bunalım ve insan"ı, 1995’te de "insan ve herkes"i yayınlar. yine 1995’te ama yapı kredi yayınlarınca türkçeye kazandırılan "sevgi üstüne" adlı kitabında ortega y gasset, aklını dokundurduğu her konuda olduğu gibi; aşıklar, kadınlar, erkekler, aşk ve kuşbeyinlilik üzerine okunası şeyler söyler. buyrunuz dikkatle okuyunuz:

    “dikkat, bir nesneye normalden daha uzun bir süre ya da daha büyük bir sıklıkla takıldığı zaman, "mani"den söz ederiz. manyak, dikkat süresi anormal olan insandır.(…)

    bence, "âşık olmak" bir dikkat olgusudur; ama normal insanda ortaya çıkan anormal bir dikkat durumudur”(…)
    “tüm içsel durumlarda olduğu gibi, bu durum da yüzdeki ifadelerden gözlenebilir. "saplanma" döneminde, hâlâ "dışarıda" olan sevgiliye tümüyle, her şeyi dışarıda bırakacak bir dikkatle eğilme döneminde bu duruma uygun bir kapanma ve yoğunlaşma hali vardır. gözler bir yere takılır kalır, bakış donuktur, baş göğsün üstüne doğru düşme eğilimindedir; beden yapabilirse, içe doğru çekilir. görünüş, tümüyle insan biçimli ama sanki içbükey ve içine doğru kapanmış bir nesneyi temsil eder. dikkatimizin böyle sımsıkı kapanmasıyla, sevgilimizin imgesini içimizde kuluçkaya yatırmış gibiyizdir; ama (…) sevgili ben, ben de sevgili olduğum zaman, yüzde, mutluluğu ifade eden garip bir epanouissement*(açılma, ışıma demekmiş bu. dipnotta öyle yazıyor) belirir. bakışlar, gözlerin etkisiyle yumuşayarak kayar, her şeyin üzerinden çok az şeye dikkat ederek geçer; çeşitli nesnelerin üzerinde, elbette görmeden, hafifçe gezinir gibidir. benzer biçimde ağız da her zaman yarı açıktır, aşağıya doğru kıvrık uçları sürekli bir gülümseme : biçiminde donmuştur. bu, aptalın suratındaki ifadenin ta kendisidir, kişi ağzı açık, alık alık bakma durumundadır.”(…)

    “1793 yıllarında avrupa'da pek çok erkek vardı; ama bütün bunların arasında en mükemmeli belki de kaptan nelson'dı.(…)
    bu, yaşamak için şiire gereksinme duymayan, tersine şiirden nefret eden ve şiiri, gündüzleri yoldan kalkan tozlar, geceleri de vızıldayıp duran sivrisineklermiş gibi eliyle bir yana iten bir varlıktı. (napoli'de ömrünün en güzel dakikalarını -eskide kalan çölümsü olgunluk yıllarının üstüne kazılan sevgi ateşiyle dolu anları- geçirdikten sonra, italya hakkında söyleyebileceği tek şey buranın kemancılar, şairler ve sahtekârlarla dolu dayanılmaz bir ülke olduğuydu.) denizlerdeki yaşamı, üstünden gelip geçen ve her seferinde bedeninin bir yerini alıp götüren şiddetli fırtınalardan oluşuyordu: önce bir organı sonra öbürü. bir kolu gidiyordu! sonra bir gözü! garip olan şuydu ki, kesilen kolları, bacakları ve organ kayıplarının her biri, bu adamın nasıl da tek bir parçadan oluştuğunu daha bir güçlü vurguluyordu. cesareti, geriye kalan organlarında yoğunlaşıyordu.

    abukir'de napoieon'un donanmasını ele geçirmeden önce bir gün kocaman karınlı firkateynleriyle napoli körfezi'ne gi-rer. ingiliz elçiliğine gider ve orada büyükelçi sir william hamilton tarafından karşılanır.

    insanlık, uçsuz bucaksız, çok geniş kapsamlı bir kavramdır: amiral nelson ile büyükelçi hamilton, insanlığın iki aşırı ucuna yerleştirilebilir ve bunların biri öbürünü geçersiz kılmaz.

    bu beyefendiyi tanımayı, onun dostlarından biri olmayı, onunla söyleşmeyi isteriz. çünkü hamilton, dünyayı tanımış bir insan, büyük bir koleksiyoncu ve büyük bir kuşkucuydu. kuşkucular, en dolu, en zengin, en eksiksiz yaşayan kişilerdir. aptalca bir düşünce, bizi kuşkucunun hiçbir şeye inanmadığı izlemine götürür. tam tersi! kuşkucuyu bağnazdan ayıran şey, bağnazın tek bir şeye, kuşkucununsa pek çok şeye, neredeyse her şeye inanmasıdır. bu çok sayıda inanç, birbirini karşılıklı dizginleyerek, zihni esnek ve zengin kılar. hamilton, "klasik" nesneleri toplamaya girişen ilk kişiydi ve pompei'deki kazıları başlatan da o olmuştu. onun bu eşsiz koleksiyonu, sanırım şimdi britanya müzesi'nde bulunuyor.

    nelson, büyükelçinin eşiyle tanıştırılır ve bu deniz tanrısı, ömründe ilk kez tanımlanamaz bir gücün kendisini kemirmeye başladığını hisseder. (…) nelson ile hamilton, düşünülebilecek bu en zıt iki erkek tipi, aynı kadına, lady hamilton'a âşık olmuşlardır. doğal olarak aradaki öbür tiplerin hepsi de kendilerini bu kadının büyüsüne kaptırmışlardır.
    şu sorunun yanıtını verirsek, fabl tamamlanmış olur: lady hamilton kimdir?

    lady hamilton, başında beyaz tüylü şapkasıyla, şimdi doru küheylanın üstünde yanımızdan dörtnala geçmekte olan hanımdır. marie antoinette'in kız kardeşi, napoli kraliçesi, marîa carolina'nın yakını, aşırı yakın dostudur; marîa carolina, on sekiz çocuk doğurmuştur; gene de bu ingiliz kadına bağlanmaya yetecek kadar enerjisi kalmıştır. emma hamilton, birleşik krallık'ın en güzel kadınıdır, "resmi güzel"dir; insanlar, bir anıtı gösterir gibi, birbirlerine uzaktan onu göstermektedirler. (…)

    şimdi, kraliçe'nin dostu, büyükelçinin karısı ve lady hamilton olan bu emma, daha önce nasıl biriydi? hamilton'ın yeğeni grenville'in metresiydi; yeğen, metresini amcasına devretmişti. grenville, emma'yla bir sağaltıcının evinde tanışmıştı; bu sağaltıcı eli ayağı tutmaz olmuş kişilere elektrik şokuyla yeniden hayat kazandırıyordu. hastaya bu şokların uygulandığı sedirin önünde de, bir aşçının kızı olan ve yoksulluk içinde büyüyen o harika kız, "hygeia" ya da "sağlık" pozunda dikiliyordu. şimdi ise ingiltere büyükelçisinin eşi olmuştu. derin çukurların içinden çıkıp yücelere ulaşmak pek de öyle kolay bir şey değildir.

    okur, "böylesi görkemli bir yükselişi açıklamaya güzellik yetmez. bu kadının olağanüstü bir yeteneği olmalı", diyecektir.
    bence, fablın en can alıcı noktası, çoğu zaman gözden kaçırdığımız noktası işte buradadır. yalın gerçek şudur ki lady hamilton, yeteneği olmayan, iyi yetiştirilmemiş, ince zevklerden ve iyi değer yargılarından yoksun biriydi. kuşbeyinliliğin eksiksiz bir örneğiydi. onun gözünde yaşam, giysilere bürünüp soyunmak, bir eğlenceden öbürüne koşmak, bol para harcamaktı. dur durak bilmemekti. dans etmek, küçük nazlı hareketler yapmak, davetkâr olmak ve davet edilmeye açık olmaktı. sonsuza dek yaşayacak olan, şu ya da bu biçimiyle hepimizin tanıdığı, ömrümüzün herhangi bir zamanında hemen hepimizin âşık olduğu cismani kadındı. bu fablın temel nitelikte olduğunu, salt bir fıkradan oluşmadığını işte bu nedenle belirtiyorum.

    bu durumla karşı karşıya kalan okur, dönüp şunu söyleyecektir: "emma hamilton, olağanüstü bir güzelliğe sahipti herhalde." evet, öyle olduğu anlaşılıyor, ama nelson ve hamilton gibi erkeklerin ona neden âşık olduklarını bu da tam olarak açıklamaya yetmez. olağanüstü güzellik, ince duyarlıkları olan erkeklerin bir kadını çekici bulmalarına engel olur aslında. bir yüzün aşırı mükemmellikte olması, o yüzün sahibini nesnelleştirmeye ve bir estetik nesne olarak zevkle seyredebilmek için ondan uzakta durmaya iter bizi. "resmi güzeller"e âşık olanlar yalnızca alıklar ve bakkal çıraklarıdır. "resmi güzeller" kamusal anıtlardır; insanın kısa bir süre, uzaktan seyredeceği ilginç nesnelerdir. onların yanında insan kendini aşık gibi değil turist gibi hisseder.(…)

    böyle güzel güzel, ilginç ilginç sayfalarca sürer bu. unutmadan bu lady hamilton sonradan amiral nelson'ın da metresi olmuştur. hayat bu belli mi olur.
  • borges'in dostoyevski için kullandığı ifadeyle söylersek, gasset okumak: aşkı ilk yaşamak, denizi ilk görmek, bilmediğimiz büyük bir şehrin içine ya da bir savaşın gölgesine girmek gibidir."
    düşüncenin yüceliği ve iki ucu keskin zekanın kıvraklığı karşısında insanın "evet, ben bir budalayım" diye bağırası geliyor.
    camus'nün haklı olmaması için bir neden yok:
    "gasset, nietzsche'den sonra belki de en büyük avrupalı yazardır."

    "sevdiğiniz tanrı'ya, bedeninizin uzantısı olan bacaklarınızla yürüyerek ulaşamazsınız; gene de o'nu sevmek, o'na doğru gitmek demektir. sevdiğimizde, içimizdeki dinginliği ve sürekliliği terk ederek gerçekten o nesneye doğru göç ederiz. sürekli bir göç durumu içinde olmak, sevgi içinde olmak demektir."
  • ''eğer insan konuşurken söylemeye niyetlendiği her şeyi gerçekten hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak biçimde dile getirebilseydi,dil olanaksız hale gelirdi.aslında açığa vurduğumuz şey,bugüne değin sustuğumuz sayısız söze dairdir...'' jose ortega y gasset (1883-1955 madrid)
  • bir erkege göre 'erkegin iyisi' ile , bir kadina göre 'erkegin iyisi' ayni seyler degildir. - ortega y gasset
  • 20.yy. geçiş yazarlarından, mühim ispanyol feylesofu. "kavşak noktasındaki adam"
    seçme yazıları "tarihsel bunalım ve insan" adıyla 1992'de metis seçkileri'nden yayımlanmıştır. "sevgi üstüne" ve "avcılık üstüne" adlı denemeleri de önemlidir.
  • adini ilk duyduğumda hangi takimda oynuyo diye sorduğum düşünür(müş).
  • goethe'nin yüzüncü ölüm yildönümü dolayisiyla yazdigi yazida basariyla ilgili bakis acisindan söyle bahsetmistir:

    "hayat özü itibariyle sürekli batan bir gemidir. ama kazazede olmak, bogulacak olmak demek degildir... ayni zamanda hayatin gercegi olan kazazedelik duygusunu tanimak, zaten kurtulus demektir. bu yüzden sadece basarisiz olanlarin fikirlerine güvenirim." (1934)
  • insan ve herkes kitabında insan yaşamı hakkında şu tespitleri yapmıştır:

    "1) asıl ve gerçek anlamıyla insan yaşamı herkesin, kendi açısından gördüğü biçimiyle, kendi yaşamdır; dolayısıyla, hep benim yaşamımdır, yani kişiseldir.

    2) yaşam, insanın, nedenini nasılını bilmeksizin, başarısızlık durumunda ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalarak, hep belli bir ortamda bir şeyler yapar durumda olma çabasıdır - bunu da yaşamın ortamsallığı ya da ortama bağlı olarak yaşama zorunluluğu diye adlandıracağız.

    3) ortam önümüze hep çeşitli şeyler yapma, dolayısıyla olma olsalıkları çıkarır. bu bizi ister istemez özgürlüğümüzü kullanmaya zorlar. çaresizlikten ötürü özgürüz. o sayede yaşam bir sürekli kavşak noktası ve bitmek bilmez bir duraksamadır. her an bir sonraki anda ya da yakın gelecekte şunu yapan kişi mi yoksa bunu yapan kişi mi olacağımızı seçmek durumundayız. öyle ki her birimiz kendi yapacağımız şeyi, dolayısıyla olacağımız şeyi seçmekteyiz.

    4) yaşam aktarılamaz. yapacağım şeyi kararlaştırma uğraşında kimse benim yerimi alamaz, çekeceğim sıkıntı da buna dahildir, çünkü dışarıdan gelecek acıyı kabullenmek zorundayım. demek ki yaşamım, kendi kendime karşı sürekli ve kaçınılmaz bir sorumluluk. yapacağım şey dolayısla düşündüğüm, duyduğum, istediğim şey- benim için anlamlı ve sağ duyulu olmalı."
hesabın var mı? giriş yap