• 14 kasim 1999’da londra film festivalinde jim jarmusch'un soylesisi vardi, tabiy ki butun koltuk biletleri satilmisti ama bi sekilde gelmeyen insanlarin yerlerine bizleri oturttular.

    jim jarmusch cok zeki, durust, kulturlu, esprili bi adam. amerkada newyork gibi bir sehirde yasayip bu kadar temiz kalabilmis olmasi beni gercekten sasirtti. soylesi boyunca yaninda oturup ukala tavriyla elindeki kalemi agzina koya cikara ona sorulari yonelten adamla bile dalgasini gecti. soylesi sornasinda insanlarin arasina karisti ve onlara imza dagitti. iste onlardan biri bendimmmm. imzasini alip, elini sikip bagimsiz bir yonetmen olarak kaldigi icin tesekkur ettim. adam dev gibi ve gercekten kocaman beyaz saclari var.

    iste seyirciler ve lavuk sunucu tarafindan ona yoneltilen sorulardan aklimda kalanlar ve onlarin cevaplari:

    - holywood'dan nasil uzak kalabiliyorsunuz? bagimsiz sinemaci olmak cok zor degil mi? finans?
    - evet zor, benim holywood tarzi, icerigine inanmadigim filmler yapmam olasi degil, yapamam (oyle ki et'yi ve ruzgar gibi gecti'yi gormemis olmaktan gurur duyuyor) benim finans kaynaklarim genelde dis kaynakli oldu, simdiye kadar cektigim filmlerdeki finansi japon kaynakli sirketler sayesinde sagladim. daha sonda alman sirketler de filmlerime sponsor oldular. bu isadamlarini anlamiyorum, amerikan sirketleri takim elbiseleriyle film setlerine gelerek yonetmenlere ne yapmasi gerektigini soylemeye kalkarlar. ben bunu kaldiramam, ben nasil onlara islerini nasil yapacaklarini soylemiyorsam onlar da bana filmi nasil cekecegimi soyleyemezler. bazi yonetmenler filmlerini cektikleri kadariyla parca parca sponsor firmalara gosterirler. ben ise filmi bitiriririm sonra gosteririm, bazi onerileri olursa ve bunlar dikkate deger onerilerse onlari degerlendiririm. ben nasil firmaya guveniyosam, onlar da bana guvenmeli.

    - dogaclama calismayi seviyorsunuz, neden?
    - evet oyle, aktorlerden ve aktristlerden yapmalari, konusmalari gerekeni tamamiyle benden beklememelerini istiyorum. onlar ozgurler, iclerinden ne geliyorsa o sekilde davranabilirler, tabi bunu yapabilenler oldugu gibi asla boyle calismak istemeyen, kesin metni elinde isteyen insanlar da var, bunlardan biri de robert mitchium'dur. ne yapmasi gerektigini kesin olarak ona soylediginizde aynisini yapar ama tersi halinde kazik gibi durur, o yuzden onunla calismak bana gore degil. mesela ben tiyatroyu sevmem, herkes olmasi gerektigi yerde durup, konusmasi gereken yerde konusur ve bu sonsuza kadar ayni gider.

    - filmlerinizde yabancilik konusunu fazlaca isliyorsunuz, neden?
    - biliyorsunuz amerika karmakarisik bir ulke, o ulkede aslinda herkes yabanci. mesela bende irlandali kani var, alman kani var (sanirim jarmusch soy ismi almancadan geliyor). hele newyork gibi bir sehirde yasiyorsaniz yabancilik unsurunu gormemenize olanak yok. bir de lisan konusu var, cok seviyorum lisani, bana siir gibi geliyor. o yuzden yabancilik icerikli filmlerimde lisan konusunu da ele alma sansim oluyor. aslinda hareketlerle, mimiklerle de anlatmak istediginizi anlatabilirsiniz baskalarina, ben biraz italyanca bilirim, fransizcayi da iyi anlarim ama benim anlayamadigim dilden biri karsimda konusurken onun ofkeli mi, sevgi dolu mu, uzgun mu, mutlu mu oldugunu da anlarim. (ghost dog'da da bu konuyu islemeden duramamis jarmusch, film boyunca birbirlerinin en iyi dostu oldugunu soyleyen biri fransizcadan baska, digeri ingilizceden baska dilden anlamayan iki insanin konusmalarini seyretmek gercekten cok eglenceliydi benim icin. bu iki insan hicbirsekilde birbirlerine el kol hareketleriyle anlatmak istediklerini tarif etmeye de kalkmiyorlardi, anliyorlardi iste birbirlerini).

    - dead man isimli filminiz gercekten her acidan cok farkli. siir konusunda hassas oldugunuzu biliyoruz
    - evet, siir insanin ruhunu dinlendirir. bircok favori sairim vardir benim, bi kac kelimeyle anlativerirler butun hayatlarini. evet siir severim, cok severim bununla ilgili sorunu olan var mi? kah kih koh!!!

    - filmlerinizde muzisyenlere de bolca yer veriyorsunuz, john lurie, tom waits, iggy pop...
    - muzisyenlere iyi anlasiyorum, ben de gencligimde klavye calardim bi punk grubunda. onlardaki ruh bambaska oluyor, ben dogaclama calismayi sevdigim icin ve onlar da bunu yapmaya cok elverisli insanlar olduklari icin birlikte cok iyi calisiyoruz. dead man'in muziklerini neil young yapmisti, inanilmaz saygim vardir ona, hic kaprisi yoktur ver, eline ickisini sigarasini "ok maaaaan i'm alright here" diyerek calisir. filme oyle guzel yerlestirdi ki muzikleri, bi saniye oynatinca bile eski buyusu kayboluyordu gercekten. ben kisisel olarak hip-hop tarzini cok severim, hayatin icindendir bu muzik. son filmimde de (ghost dog) gorebilirsiniz bunu.

    - filmlerinizi cektikten sonra tekrar seyreder misiniz?
    - hayir ve hatta asla. filmlerimi bittikten sonra oturup seyretmeyi sevmiyorum, sanki beynimi kaziyormusum gibi geliyo, genelde beynimi hafizam konusunda rahat birakmayi tercih ederim. bi dakka aslinda ben filmlerim hakkinda konusmayi da sevmem kah kih koh!!!. .mesela robert altman yanina birkac insan da alip filmlerini defalarca seyredip uzerinde konusmaya, insanlarin onu ne kadar begendigini duymaya bayilir :-))

    - filmlerinizde komedi unsuru fazlasiyla bulunuyor. sizin begendiginiz komedyenler kimler?
    - eddie murphy'ye gulerim, steve martin de istediginde cok komik olabiliyor. charlie chaplin de iyi ama onun stili belki de kultur farkliligindan dolayi bana pek uymuyor, o yuzden ben buster keaton'u seyretmeyi tercih ediyorum.

    bu arada benim de sorucaam bi soru vardi:

    - hala muzik yapiyor musunuz? filmlerinizden birinin muziklerine katkida bulundugunuzu biliyoruz. bundan sonraki filmlerinizden birinin tum muziklerini yapmak gibi bir planiniz var mi?

    ama alcak sunucu bana soz vermedi :-(

    baska bisey aklima gelmiyo simdi...yok geldi, din konusunda bir yorum yapmisti ama hangi sorunun cevabi oldugunu hatirlamiyorum simdi, o yorum da suydu: "hic bir dine uye degilim (evet subscribe dedi :-), dinlerin insanlari kategorize edip kontrol altinda tutmak icin kullanildigini dusunuyorum".
  • daha “hipster” denen kavramın ortada olmadığı zamanlarda, görünümüyle hipster'lığın kullanım kılavuzu gibi olan adamdır jim jarmusch… orijinallik, görünümünden kişiliğine dek sinmiş bir yönetmendir. dünyaya alışılmadık bakış açısı getiren filmleri, bağımsız sinema için bir dönüm noktası gibidir. bir özelliği daha vardır jim jarmusch'un ki onu sevenlerin iyi bildiği gibi filmlerinde müzisyen dostlarıyla çalışmayı çok sever.

    bu müzisyenlerle beraber çalıştığı filmlerle ilgili birçok anekdot, anı ve açıklaması da vardır. mesela “kahve ve sigara” filminde tom waits'le iggy pop'un sahnelerinin çekileceği gün, tom waits'in çok sinirli olduğunu söyler. çünkü ertesi gün waits'in yeni albümü “bone machine''in televizyon promosyonu için los angeles'a uçması gerekir. jim jarmusch, bu kısa film için onu yolculuğunun hemen öncesinde ikna edebilmiştir. çekim gününün arifesinde jarmusch alelacele senaryoyu tom waits'in evine yollar. tom waits o gün çocuklarını okula bırakması gerektiği mazeretiyle iki saat gecikir. jim jarmusch ve iggy pop oturup tom waits'i beklerler. waits, gelir gelmez şunları söyler: “jim, sen bana bu sahnelerin komik olması gerektiğini söylememiş miydin? kendi kendime, ulan bunun neresi matrak diye sorup durdum. nereye sakladın, ben mi göremiyorum?” ardından tom waits biraz hava almak için dışarı çıkar, bir sigara yakar, rolünü canlandırmak için döndüğünde hâlâ sinirlidir. jim jarmusch, bu koşullarda 'terso adam' rolünü tom'a vermekten başka çaresi kalmadığını düşünür. ama baştan beri, tam tersine de kendini hazırlamıştır. zaten rolleri senaryoda yeterince muğlaktır, bu haliyle az çok tersine çevirmeye müsaittir. ve allahtan o sabah iggy pop sol tarafından kalkmamıştır ve bütün sevimliliği üstündedir. jarmusch filminde oynayan kankası tom waits'e bir jest yapmayı da ihmal etmez. bone machine albümündeki “i don't wanna grow up” şarkısına şahane bir klip de çeker.

    jim jarmusch'un her zaman dirsek temasında olduğu bir diğer müzisyen de iggy pop'tur. jarmusch iggy'nin, sivil hayatındaki ismiyle james osterberg olduğunda inanılmaz derecede ağırbaşlı bir tip olduğunu söyler. “kahve ve sigara”nın çekim gününde de james osterberg'dir: sakin, aklı başında, uysal. eğer çekimlerde iggy olmaya karar verseymiş, bütün dengelerin alt üst olacağını söyler. ama iggy'nin iggy'liği galiba sadece sahnede nükseder. yine de jim jarmusch başka zamanlarda da onu iggy olarak görme tecrübesini yaşamış ve bunun korkunç bir deneyim olduğunu söylemiştir. o zamanlarda iggy her şeyi yapabilir, mesela kendini duvarlara çarpabilir. iggy, küçük bir rolde gözüktüğü “dead man”in çekimlerinde öldürülme anını tamamen doğaçlama oynamayı tercih etmiştir. jarmusch'un bu sahneye dair tereddütleri olmuştur, ama onu özgür bırakır. hakikaten çok çok iyi oynar. “kahve ve sigara”nın white stripes'li skecinde de iggy etiyle kemiğiyle olmasa da oradadır. müzik kutusunda stooges'un “fun house" albümünden “down on the street” çalar. jim jarmusch bu şarkıyı özel olarak seçmiştir, çünkü "fun house”un bütün zamanların en iyi rock albümü olduğunu düşünür.

    jim jarmusch, jack white'la tanıştığında, jack kendisinden white stripes kliplerinden birini çekmesini ister. jack white da tıpkı jim jarmusch gibi mucit nikola tesla'nın hayranıdır. jarmusch, jack white'ı evine davet eder. white neredeyse tek kelime konuşmadan, bir saatten fazla bir süre, tesla'yla ilgili evdeki kitaplara dalıp gider... birkaç ay sonra ona bir senaryo gönderir ve çekimlerde tesla'nın icatlarından birkaç parçayı birlikte tasarlayabileceğini söyler. çekim günü, jack tıpkı bir çocuk gibidir, büyülenmiş bir şekilde sürekli o makineyi kurcalar. çekimler sırasında, meg ve jack “kahve ve sigara”nın her bir bölümünde jim jarmusch'un kendi kendine bir takım numaralar dayattığını fark ettiklerinde, sanatsal kısıtlamalar üzerine uzun uzun konuşup tartışırlar. meg ve jack'in kırmızı, siyah, beyaz gibi dolaylı yollar izleyerek kendilerini deneyim altında konumlandırışları jim jarmusch'un hoşuna gider. kendilerine sınırlar tayin ederler, ama onların içinde tamamen özgürdürler. böyle kısıtlayıcı kuralların varlığı yönetmen için de iyidir, hatta yaratıcılığını artırır. çevirdiği ilk filmlerden beri fazla maddî imkânı olmamıştır jarmusch'un ve elini cebine atıp parasını ödeyemediği şeyleri elde etmek için kesin çözümler bulması gerekir. o gün jim, jack ve meg, saatler boyunca eski blues müzisyenlerini yad ederler. jarmusch ikisinin de ansiklopediden farkı olmadığını, blues tarihiyle ilgili bütün hikâyeleri ve plakları ezbere bildiklerini söyler. ayaklı kütüphane gibidirler.

    jim jarmush filmlerinde oynattığı bir diğer müzisyen rza'in, yeryüzünde yapılmış bütün kung-fu filmlerini bildiğini söyler: isimleriyle, yönetmenleriyle, oyuncularıyla... rza ile jarmusch ilk tanıştıkları gün, on dakika içerisinde “ghost dog” filminin müziklerinin nasıl olması gerektiği konusunda hemfikir olurlar. her şey açık, gün gibi ortadadır: sahneleri eski kung-fu filmlerindeki gibi ele alırlar ve rza derhal müzikal fikirler yaratır. jim jarmusch, wu-tang'çilerin karakter zenginliğine hayrandır. gza'dan ghostface killah'a, rza'dan ol' dirty bastard'a kadar hepsinin çok farklı takıntıları vardır. mesela “kahve ve sigara”da rza, gza'ye alternatif tıp konusunda eğitimli olduğunu söylediğinde, herkesin dalga geçtiğini, bunun balon olduğunu düşünmüş. halbuki rza gerçekten de alternatif tedavi yöntemlerine hakimmiş, pratiğini de kıvırmasını biliyormuş.

    jim jarmusch'un çok eski bir arkadaşı olan, new york rap'inin öncülerinden fab five freedy'yi veya “stranger than paradise”da oynayan, hiphop efsanesi rammelzee'yi hayatında rastladığı en açık kafalı insanlar arasında görür. yine bu filmde çalıştığı john lurie ile de şahane bir dostluğu vardır. birçok ortak dostu olan john lurie ile 1978'de sabaha kadar süren bir muhabbeti olur. daha önce de tanışmış, birbirlerini görmüşler ama hiç muhabbet etmemişlerdir. bu muhabbet uzun ve üretken bir dostluğun başlangıcı olur. bu örnekten de görüldüğü gibi kafa yapısı ve uyuşma filmlerinde oynattığı oyuncularda en çok aradığı yönlerden biridir. zaten kendisi de müzisyenleri hep kıskandığını söyler. ellerine bir enstrümanı alıp istediklerini çalıp söylemelerine gıpta etmiştir hep. film çekmek ise meşakkatli iştir... uzun ve karmaşık bir süreçtir. kendi deyimiyle "trene bindiğiniz anda inmeniz de mümkün değildir."

    jim jarmusch'u en çok yıkan olaylardan biri müzisyen arkadaşlarından joe strummer'ın ölümü olmuştur. bu acı deneyim kendisine hayatın kırılganlığı ve geçiciliği hakkında tuhaf bir bilinç kazandırmıştır. joe strummer sabahın köründe kendisini yatağından kaldırıp “jim, ne yapalım biliyor musun, ispanya'ya gidelim, beraber kafaları çekelim...” veya “şu kolombiyalı devrimci şarkıcıların kasetini dinle, acayip bir şey, bayılacaksın...” diyen bir kişiliktir. strummer'ın olağanüstü bir enerjiye ve yaşama sevincine sahip olduğunu, heyecanlarını durmaksızın karşısındakiyle paylaşmak istediğini ve birdenbire uçup gittiğini söyler... joe'nun özellikle “kahve ve sigara” filminde oynamasını çok ister ama nasip olmaz. hatta filmin onsuz eksik kaldığını söyler. bu yüzden filmi ona adamıştır.

    filmlerinin amerika'dan daha çok avrupa'da beğenilmesine ilişkin verdiği cevapla bitireyim, çünkü tarzıyla ilgili çok kısa ve net bir ironiyi barındırdığını düşünüyorum: “filmlerimi avrupa'da beğeniyorlar, çünkü çok amerikalı buluyorlar. amerika'da ise bana “tıpkı bir avrupalı gibi film yapıyorsun" diyorlar. ne bok diyebilirim ki? “
  • hollywood'un tekliflerini reddeden, kendi sinemasını yapmakta direnen bağımsız sinemanın cool yönetmeni. down by law'ı izlemiştim. hapisten kaçıp bir ormana sığınıyorlar; italyan hiperaktif roberto benigni, balgamlı depresif tom waits ve yılankavi nötr john lurie... bir kulübeye sığınıyorlar. bayağı durduktan sonra anlıyorlar ki hapisten farksız bu kulübe. oturup oturup sıkılıyorlar. başka eylem yok çünkü. çok komikti o sahne...
  • "biliyor musun, komik bir durum. yeni bir yere geliyorsun ve bakıyorsun ki her şey aynı."

    stranger than paradise, 1984
  • amerikayı amerikan olmayan bir bakış açısıyla anlatmayı başarmış yönetmen. şöyle diyor kendisi: " filmlerimi avrupa'da beğeniyorlar, çünkü çok amerikalı buluyorlar. amerika'da ise bana "tıpkı bir avrupalı gibi film yapıyorsun" diyorlar. ne bok diyebilirim ki?"
  • amerikali bagimsiz yonetmen. hatirladigim filmleri: "a night on earth", "dead man", "stranger than paradise", "coffee and cigarette 1-2-3", "mystery train", "down by law" (son film uclemesi kisa filmlerden murekkep idi). bembeyaz saclari vardir, filmlerinde tom waits'e yer verir ve tom waits'in oyunculuk yetenegi eksi 10 puan civarindadir... yukaridaki filmleri 4 sene kadar once film festivalinde gosterilmisti, bir de son filmi "ghost dog: the way of samurai" bu seneki film festivalinde gosterildi. "dead man" ve "stranger than paradise" en sevdigim filmleridir ve ikisi de siyah beyazdir ("down by the law"da s&b idi). down by the law'da yanilmiyorsam cazci john lurrie de oynamisti. roberto benignoni de iki filminde rol almisti. kendisi smoke'un -bir nevi- devami niteligindeki "brooklyn boogie"de gorunur...
  • özellikle klişe film çekim tekniklerine açtığı savaş ile inadına yaptığı ters ve hatalı çekimlerle tanınan enbi bağımsız yönetmen. john lurie nin kankası olmasaydı da çok severdim.
  • bir ozelligi de, birisi kendi lisaninda konustugu zaman, mudahale etmemesidir, o dili biliyorsaniz eyvallah, bilmiyorsaniz kacirdiniz.
  • sinemaciligi ve bagimsiz tavriyla kendisine jim yarmis demek istedigim sinema adami* * * * * *
  • konsantre cassavetes.` : on yıldır konuşuyoruz bir kez cassevetes demedik`
hesabın var mı? giriş yap