• yasadigi donemde kadinlarin kitap yazmasi ayip sayildigindan, kendisinin sayginligini korumak icin kitaplarini ''a lady'' seklinde imzalamistir. son kitabi olan ''bir sahil kasabasi''ni tamamlayamadan olunce kitap baska bir ingiliz kadin yazar tarafindan tamamlanmistir. bu yazar kitabin orijinaline yakin olmasi icin de, jane austen'in butun hayatini arastirmis, eserlerini defalarca okumus, uslubunu titizlikle arastirmistir. kitabi bitiren yazar, austen'e minnet borcunu odemek icin de ismini aciklamayip kitabi ''another lady'' seklinde imzalamistir.
  • "insanların çok iyi olmasını istemiyorum, çünkü bu, beni onları sevme sıkıntısından koruyor." - jane austen
  • 1775-1817 yılları arasında ingiltere'nin güneyindeki bir sürü yerde yaşamış, süper ironik, kendisi evlenmemesine karşın romanlarındaki kadın kahramanların hepsini evermiş yazar (içinde kalmış sanırsam). romantik komedi kıvamında işler çıkarmış olmasına karşın yapmak istediği asıl şey kadınla erkek arasında kurulacak dengenin topluma ne de güzel yarayacağıdır. ülkesinin ilk feministlerinden olmasına karşılık bugünün sümüklü veletleri tarafından muhafazakar olarak gösterilmesi, takdire değil dikkate şayan bir durumdur. en ünlü romanı pride and prejudice, herhalde en güzeli de odur. yanlış anlaşılmasın, bütün romanları güzeldir.
  • bronte kardeslerle en cok karistirilan ingiliz yazar. evinden cikmayan kisi jane austen degil, hatta austen fazlasiyla gezen, eglenceyi seven birisiymis; basindan da birkac tane ciddi ask olayi gecmis. kardesini oldurdugu rivayet edilen kisi de o degil, bronte kardesler. "halusinasyon", "paranoyak" sifatlarini da kullanmazdim sahsen jane austen icin. romanlarina "ask romani" demek de cok dogru degil bence: ask da vardir, ama bunun yaninda yuz tane daha tema vardir. bence cok ozenle, iyi yazilmis romanlardir ve gercekten de "sense of humour" dikkate degerdir. (plan of a novel gercekten de cok komiktir.)
  • espri anlayışına hayran olduğum kadın, ve ayrıca turnusol kağıdım.

    bu hanımefendinin yapıtlarını "beyaz dizi", efendim "kadın kitabı" olarak niteleyen biri gördüğümde, "hah" diyorum, "ingiliz edebiyatı denince akla gelen ilk 3 isimden biridir bu kadın ve yılları aşıp bugünün insanına seslenebilecek derecede kalıcı yapıtlar vermiştir. karşımdaki öyle bir dangalak ki, bunu idrakten yoksun. o zaman sus, etme bu insanla edebiyat hakkında muhabbet, cahille etme sohbet..."

    romanlarındaki naifliğe çok özeniyorum. istiyorum ki bitmesin o sayfalar...

    ps: beni kesinlikle öldüren karakteri ise gurur ve önyargı'daki anne tiplemesi. gıdaklayan bir tavuk halinde gezindikçe o kadın, kırılıyorum gülmekten. bütün karakterlerini ayrı seviyorum, ama o kadın bitiriyor beni. emma'yı ayrıca seviyorum ama, ona da bir parantez.

    not: bunu seven bunu da sevdi (bkz: #62833066)
  • jane austen'a çok düşkün bir yeğeninin anlattığına göre, halası ilk gençliğinde bir aşk kırgınlığı yaşamıştı: kısa bir süre için gittiği deniz kıyısında bir yerde, çok hoşlandığı bir adamla karşılaşmıştı. ablası cassandra, bir erkeği ilk kez layık görmüştü jane'e. bu adam, jane'in oturduğu yere gelip, onu ailesinden isteyeceğini söylemişti. ama aradan çok geçmeden, onun öldüğü haberi alınmıştı. daha sonraları, jane yirmi yedi yaşındayken, bir tanıdığının evlilik önerisine, akşamleyin evet demiş, ertesi sabah da hayır demişti.

    jane austen hiç evlenmedi. ama kendi söylediklerine bakılacak olursa, her zaman “çocuklarım” dediği romanları sayesinde ve yeğenlerine de çok bağlı olduğu için, çok mutlu bir aile ortamında yaşadığına inanıyordu. aşkla ilgili konulara değinmeleri de alaycıdır her zaman. örneğin yirmi yaşındayken yazdığı bir mektupta şöyle der:

    “tom lefroy ile son kez flört edeceğim o gün geldi sonunda. sen bunu aldığın sırada, her şey bitmiş olacak. bu hazin düşünce gözyaşları döktürüyor bana.”

    jane austen, bir yıldan fazla süren ve ne olduğu bilinmeyen bir hastalıktan kırk iki yaşındayken öldü. ablası cassandra'nın bir mektubunda anlattığına göre, ölümünden birkaç gün önce, bir şey isteyip istemediğini ona sorunca, "ölümden başka bir şey istemediğini" söylemişti.

    onu 1803'te tanıyan sir egerton bridges, kendi öz yaşam öyküsünde, jane austen'in güzel ve zarif bir kız olduğunu; ancak yanaklarının biraz fazla tombul sayılabileceğini söyler.

    çağın tanınmış deneme yazarlarından mary mitford'un izlenimi ise, ne yazık ki, çok olumsuzdur:

    “benim anımsadığım en güzel, en aptal, en yapmacık, koca avlayan kelebeklerden biridir.”

    mary mitford, daha sonraları, 1815'te, yani jane austen'in ölümünden iki yıl önce yazdığı bir mektupta da şöyle der:

    “onunla şimdi görüşen bir dostum, onun yeryüzünde görüp göreceği en katı, en dikey, en titiz, en ağzını açmaz "tek kişilik mutluluk" -yani bekârlık- örneği olduğunu söylüyor... odanın bir köşesinde, hiç kimsecikleri rahatsız etmeden sessizce duran bir maşayı, şöminenin önündeki paravanayı ya da herhangi ince ve dikey bir tahta ya da demir parçasını hiç kimse önemsemediği gibi, onu da hiç kimse önemsemezdi eskiden. durum şimdi çok değişti. o hâlâ bir maşa, ama herkesin ödünü koparan bir maşa... karakter portreleri çizmekte usta bilinen nükteli bir kişi, hiç ağzını açmazsa, korkunç olur gerçekten.”

    jane austen'in romanlarının hayranları, doğal olarak, onun mektuplarının da nefis olacağını sanıyorlardı. ne var ki, bu mektuplar, ölümünden çok sonra, 1932'de yayımlanınca, bu hayranlar büyük bir düş kırıklığına uğradılar. çünkü jane austen'in mektupları, onun en katı ve olumsuz bir biçimde alaycı, soğuk, duyarsız, neredeyse itici diyebileceğimiz yanları bulunduğunu kanıtlar niteliktedir. örneğin ekim 1798'de, yani henüz çok gençken yazdığı bir mektupta, tanıdığı bir kadının ölü bir çocuk dünyaya getirdiğini haber verir. bebek bekleyen bir ana için çocuğunun yaşamamasının ne denli acı olduğunu hiç bilmezmiş gibi, kadının bir korku sonucu doğum yaptığını açıkladıktan sonra, o kadının eşinin çirkinliğiyle alay ederek, "bana kalırsa, farkına varmadan kocasına bakmıştı" diye ekler.

    12 mayıs 1801'de yazdığı bir mektupta, içki sorununun bir evliliği nasıl zehir edebileceğini hiç bilmezcesine, başka bir dostunun evinde gördüğü durumu, tam bir duyarsızlık içinde, tiyatroda bir güldürü seyrediyormuş gibi aktarır:

    “mrs. bradcock sarhoş kocasının peşinden odada koşmak zorunda hissetti kendini. erkeğin kaçması, kadının kovalaması, eğlendirici bir sahneydi.”

    jane austen, felaketlerin en büyüğü olan ölüm karşısında bile, insanı şaşırtan bir kaygısızlık, bir vurdumduymazlık içindedir. 31 mayıs 1811'de, cassandra'ya yazdığı bir mektupta, çok ender değindiği bir konu olan savaştan, inanılmaz bir bencillikle söz eder:

    “bunca insanın ölmesi ne feci! ve bu ölümlerden hiçbirine aldırmamak ne mutluluk.”* *
  • insanın içini deşen bir yaşam öyküsüne sahip olan kadın yazar. evet evlenememiştir, bunun nedeni sevdiği adamın görünürde dayısına karşı gelememesi olsada asıl nedeni eğer bayan austen le evlenirse,genç adam ailesine bakamayacaktır ( kısaca dayı ambargo koyar). bi şekilde jane bunu öğrenir, hemen ilişkisini keser irlandalı tom lefroy la. neyse aradan yıllar geçer, tabi artık jane, jane austen olmuştur. bir toplulukta yıllar önce sevdiği ve onun yüzünden kimseyle evlenemediği adamı görür, adam çok büyük bi avukat olmuştur ve yanında küçük bir kız vardır. yanına giderler konuşurlarken; küçük kız: 'kitabınızdan bi kısım okurmusunuz' der. babası ise: 'jane, lütfen kızım şimdi olmaz' der.

    içim ezilmişti. adam kızına jane dediğinde oturup ağladım, tamam ortam karanlıktı falan ama ne biliyim kendimden bi parça bulmuştum o an.
  • gideli yüz doksan yedi sene olmuş.

    “aşk bir kez başlamaya görsün, artık her şey onu beslemeye yarar.”* demişti, aradan geçen onca zamana rağmen hâlâ aşk cephesinde yeni bir şey yok, bir kez başlayınca her şey onu besliyor.
  • hep bir önyargıyla okumadım. nereden edindiğimi bilmediğim bir izlenimim vardı.
    bir erkekle var olan ve bir erkeğe eş olmak üzere yetiştirilmiş, vasıfsız üst sınıf kadınları.. bu dünyadan ama dünya dışı varlıklar kadar bana yabancı, kendileri kadar kaygıları, mutlulukları, hayat tarzları da yabancı. ne olabilirdi ki, itici muhabbetler, itici ilişkiler..

    jane austen kadar eserleri sinemaya uyarlanmış yazar azdır herhalde. son zamanlarda hep karşıma çıkmaya başladı, kanal değiştirirken bir kare, sonra bir sekans, bir sekans daha.
    ingiliz yapımlarını hep sevmişimdir, klasikleri sinemaya uyarlama konusunda hatırı sayılır bir başarıya sahipler.
    oyunculuklar çeker beni, çoğu ingiliz kraliyet akademisi'nin başarılı oyuncuları; ardından ingiltere'nin gri ufka kadar uzanan yeşil kırsalı, bir tablo güzelliğine sahip bahçeleri olan eski taş malikaneler, bir de baktım, izliyorum.
    sonunda, jane austen'in salon prenseslerinin acıklı halini anlattığını gördüm. babadan mirasın büyük oğula geçmesi nedeniyle mirasa hak kazanamıyor, buna rağmen erkekler, nasıl oluyorsa, eş adayı olarak hep zengin kadın tercih ediyorlardı.
    beğenilmek, genç bir kadın için yaşama nedeniydi ve eğer beğenilmişse, bu büyük bir onurdu.
    hatta erkekler de benzer kaderi yaşıyorlardı; soylu erkeklerin işleri, meslekleri, amaçları yoktu.

    sonra (bkz: sense and sensibility)'i elime aldım, biraz şurasına biraz burasına baktım, nükteli bir anlatımı var, son derece net fakat usta işi, incelikli bir hüznü. bir de shakespeare'den aldığı aşk tanımı ve aşka yüklediği o yoğun anlam.
    "kimse sevmeden evlenmemeli" o dönemin ingiltere'sinde devrim niteliğinde bir söz olmalı.

    austen kadın sorunlarını anlatıyordu, woolf gibi değildi; bu nedenle hep uzak olmuştum, fakat kendince bir yerden bakarak, küçümsediğimiz o hayatların ardındaki dramı anlatıyordu.
    kahramanları hep kadındı, çok kadınlı aileler.
    bir köy papazının yedinci çocuğu, o dönemde her kadına nasip olmayacak bir şansla oxford'da okumuş, aşkı tanımış (bkz: becoming jane) ama hiç evlenmemiş bu kadının hikâyesi, hep mutlu sonla biten hikâyelerinden farklı bir sonla bitti; henüz 41'indeyken kanser nedeniyle bu dünyayı terk etti.

    1800'lerden beri ne çok şey değişti, fakat dikkatli bir göz, yasalar öyle olmasa bile, sosyolojik olarak kadına bakışın çok değişmediğini görebilir.
    eserlerinin her zaman sevilmesinin ve gündemde olmasının nedeni belki budur.

    evet, hâlâ jane austen okumadım.
  • tehlike anında ilk kırılacak cam bu kadının kitapları benim için.
    canım sıkıldığında, tadım tuzum kalmadığında imdadıma yetişiyor.
    bu kadına manyak diyenler var, valla taş olurlar:/
    bak şimdi yapıştım kitaba, kafam biraz olsun dağılıyorsa sayesinde.
hesabın var mı? giriş yap