• dr. david burns isimli psikologun biblioterapi kitabı. 1980 yılında yazılmış ve bir çok araştırmada self help kitapları arasında en çok önerilen ve en çok işe yarayan kitap olarak seçilmiştir.

    kitap sunuş bölümünde bilişsel terapi yöntemi ve okuyarak terapinin ilaçla tedaviden hiç de aşağı kalmadığını hatta çoğu durumda daha etkili olduğunu kanıtlar bir çok araştırma verisi vermiş.

    bu kitabı okuyan depresif insanların %70'i başka hiç bir terapi yöntemi kullanmadan iyileşme göstermiş. bu nasıl mümkün olur, bildiğin kişisel gelişim kitabı işte ha secret ha o diye düşünebilirsiniz. hatta kitap da böyle düşüneceğinizi ön görerek yazılmış zaten. ancak mutsuzluğa sebep olan yaşadığınız olaylar değil bunları algılama biçiminiz, eğer algınızı değiştirir ve daha sağlıklı bir algılamaya sahip olursanız mutsuzluğunuzu büyük oranda azaltırsınız felsefesi ile yazılmış.
  • iyi hissetmekle ilgili deneyimlerimi aktarmayi surdurdugum bir yazi.
    ***
    iyi hissetmenin bu kadar caba gerektirmemesi gerekiyordu sanki. bazen, bazilarimizin iyi hissedebilmek icin cok fazla caba harcamasi gerekiyor. ben onlardan biriyim. sozu uzatmayacagim.

    uzun zamandir mucadele ettigim bir karanlik icindeyim. 2 yil once yaz basinda kotulesti. bir seyler yapmam, eyleme gecmem gerektigini fark ettim. bir uzmana hic gorunmedim. bir psikoloji bolumu mezunu olarak kendime yardim etmeye karar verdim. terzi kendi sokugunu dikebilir ve dikmelidir de zaten. ben de -aslinda cok da farkinda olmadan- kosmaya basladim. oncesinde de kosuyordum; ama bu sefer oldukca duzenli ve uzun masefeydi. iyi olus halimde buyuk bir duzelme gozlemledim. beslenmemi de duzenlemis, islenmis gidalari yasamimdan cikarmaya baslamistim o siralar. bence oldukca fazla katkisi oldu. o korkunc kotumserligim, dokunsaniz aglayacak hallerim (hatta durup dururken dolan gozlerim), en ufak olumsuzluktan tetiklenen stresim buyuk olcude azalmis, zihnimdeki bulutlar dagilmisti. ben kendimi o zamana kadar hic iyi hissetmemis oldugumu fark ettim. ben iyi hissetmenin ne oldugunu kosarken ogrendim.
    for depression and anxiety, running is a unique therapy
    running saved my life

    sonra araya sakatlik ve baska ivir zivirlar girince kosularim aksadi ve ben ara verdim. sonra yine kotulesmeye basladim. sonra kosmaya geri dondum. sonra araya baska ivir zivirlar girdi ve ben ara verdim derken bu yil yaz basinda hic olmadigim kadar kotu hissetmeye basladim kendimi. kendimi ortadan kaldirmayi istemekle kalmayip bunu kuracak kadar kotuydum. oylesine kotuydum ki tek basimayken surekli agliyordum. her sey cok karanlik geliyordu. tek istedigim yok olmakti. kimseye yakinlik hissetmiyordum. kimseden yardim istemek gelmiyordu icimden. zaten bunun duygusal yukunu kimseye yukleyemezdim de. cok agir bir sorumluluk. tek istedigim yok olmakti. birinin fark edip bana yardim etmesini cok istedim aslinda. olmadi. herhalde kimse de yardim edemezdi bana (turkiye’de bile yasamiyorum ki). bilmiyorum. bir sey oldu ve bir cocuk ondan vazgecmememi soyledi bana. bir tur haykiristi bu. yok olmayi o kadar da istemiyormusum; ama boyle hissederek yasamayi da istemiyordum. o zaman kosmaliydim. kosmayi birakmistim. ben kosmayinca yok olmayi ister hale geliyorum.

    yetiskin yasamini sevdigim soylenemez; ama tum sorumluluklarimi yerine getiriyorum. toplumun uretken bir bireyi gibi ise gidip geliyor, cok calisiyor, emeklilik primlerimi yatiriyor (bana sormadan zorla kesiyorlar gerci), faturalarimi hic aksatmadan oduyor, tum yasalara uyuyor ve hatta sacma toplumsal kurallari bile uyguluyorum; ama benim icin yetiskin olmak demek bana dayatilan kurallari uygulamak degil. bir yetiskin olmak demek; kendine yetebilmek ve eylemlerinin sorumlulugunu alabilmek demek. bu ulkeye gelmeyi ben istedim. tek basima kalmayi, doktoranin zorluklarini goze almistim. kesinlikle sikayet etmiyorum. bazen cok zorlaniyorum; ama bazen herkes zorlaniyor. bazen cok aci cekiyorum; ama bazen herkes cok aci cekiyor. sorun yasiyorum; ama herkes sorun yasiyor. iyi hissetmek bu kadar caba gerektirmemeliydi belki; ama dedigim gibi, bazen bazilarimizin iyi hissedebilmek icin digerlerinden daha fazla caba harcamasi gerekiyor ya da belki bazilarimiz rezalet hissettikleri durumu surdurmek yerine caba harcamayi seciyorlardir. caba harcamak cok zorlayici; ama ben zoru severim.

    ama sikayet etmeyi hic sevmem. bir baskasina yuk olmayi hic sevmem. iyi hissedebilmem icin birinin arkamdan ittirmesini de beklemem; cunku bu gercekten ise yaramiyor. biri bizi ittirmeyi biraktigi anda devriliyoruz ve her sey basa donuyor. ayakta kalmayi ogrendigimiz, daha da onemlisi, dustugumuzde kendimiz kalkmayi basardigimiz olcude gucluyuz ve bagimsiziz. benim icin yetiskin olmanin anlami tam olarak bu. kendime hep bunlari soyluyorum. gercekten istedim 5. gunun safaginda birinin gelmesini. 1500. gunun safagi da gecti; ama kimse gelmedi. kendimi yine kendim tutup kaldirdim; cunku olmasi gereken de buydu zaten.

    haftalar once gercekten cok kotu hissediyordum. “boyle aglayarak gecmez.” dedim kendime bilgisayarin onunde kafami masaya gommus bir yandan aglayip bir yandan da adamlar’dan ruyalarda burusmusum dinlerken. tolga akdogan’a minnettarim, o ayri bir konu. bir de robert sapolsky’e (kendisi stanford universitesi'nde biyoloji ve noroloji alaninda profesor ve ozellikle su yazdiklari benim icin buyuk bir guc kaynagi oldu). o rezalet halimde bu iki insanin yazmis olduklarini okurken azaldi yalnizligim bir parca da olsa; ama devam edebiliyorsam bu, tutup kendimi kaldirdigim icindir. babam hep “tamarix duser; ama dustugu yerden bir avuc toprakla kalkar.” der. babamin hakli oldugunu anliyorum.

    kosuyorum. haftalar once dondum kosmaya. yok olmayi o kadar isterken uzerime kosu giysilerimi gecirdim, isinmami yaptim ve kapiyi acip kosmaya ciktim. hic duraksamadim. kendimi cok daha iyi hissediyorum. yok olmayi istemiyorum. ben iyi hissetmek icin kosmak zorundayim. kosmayi birakamayacagimi bir kez daha fark ediyorum. kosmayi hic birakmayacagim.

    yazdiklarimi okuyanlar arasinda iyi hissetmek icin caba harcayanlar oldugunu biliyorum. tum bunlari o yuzden yaziyorum. rezalet hissediyor olabilirsiniz. yok olmayi istiyor da olabilirsiniz. yalniz degilsiniz. tum omrumce, eger kosmayi birakirsam tetiklenecek bir karanlikla yasamak zorundayim. gogsumun tam ortasinda bir karadelik var ve ben kosmayi biraktigim anda tum yasama sevincimi yok ediyor ve ben yok olmayi ister hale geliyorum; ama bu, olmak zorunda degil. evet, ben bununla yasamak zorundayim belki; ama ama bu karanlik ortaya cikmak zorunda degil. dustugumde ne oldugunu biliyorum; ama nasil kalkabilecegimi de biliyorum. dusmeyi goze aliyorum; cunku yasamak istiyorum.

    yasiyorsak cozumu var. gogsumuzde bir karadelik olmasi, icimizde bir gunes de olamayacagi anlamina gelmiyor.

    bugun kostum. yarin da kosacagim.
  • bir david burns kitabı. kişisel gelişim kitaplarından sıyrılabilmek için "kendine yardım kitabı" adıyla pazarlanmış. iyi de yapılmış zira kişisel gelişim kitaplarının yavanlığından çok uzak.

    hayatım boyunca her zaman, kişisel gelişim kitaplarını fazla samimiyetsiz bulmuşumdur. yapı gereği, fazla tavsiyede bulunan, insanlara direktifler veren, nedenlerden çok sonuçlara odaklanan ve seni anlıyormuş gibi yapan ancak anlamayan insanlardan uzak dururum. bu kişisel gelişim kitaplarını yazanların da bu tür insanlar olduğunu düşünmüşümdür.

    gelelim david burns'a. kendisiyle bu kitapla tanıştım ve hakkında ufak çaplı bir araştırma yapınca irvin yalom ile aynı üniversitede çalıştığını gördüm.* her ne kadar teknik, tarz ve eğildikleri konular bakımından birbirlerinden ayrılsalarda; sıkı bir yalom hayranı olarak kitabına bir şans vermeyi istedim. özellikle de, kitabı bana öneren ve veren arkadaşımın fikirlerine çok değer verdiğimden.

    evet, kitap kendine yardım kitabı olarak en başından yeterince vurgulanıyor. sunduğu çözümler pratik ve mantıklı. diğer benzer kitapların aksine kendinle yüzleşmeni sağlıyor. değersiz hissetmekten, suçluluk duygusuna; mükemmeliyetçiliğin zararlarından intihara; nankör insanlarla başa çıkabilmeye kadar her bölümde uzun uzun yapılabilecekler anlatılıyor. kurabileceğiniz bütün karşı fikirler düşünülmüş, savunma mekanizmalarının hepsine birer cevap var.

    bilişsel davranışçı terapinin önderlerinden biri david burns. bütün olumsuz düşüncelerimizin nedeninin, gerçek dışı, çarpıtılmış düşünceler olduğunu savunuyor. duygularımızı, düşüncelerimizin belirlediğinin, çarpıtılmış düşüncelerimizle mantıklı olanları yer değiştirirsek duygu durumumuzun düzeleceğinin altını çiziyor sürekli. eğer gerçekten kendinizi vererek okur, bahsettiği teknikleri uygularsanız işe yaramaması zor.

    uzun zaman nlp'yle ilgilenmiş, eğitimini görmüş biri olarak, nlp'nin bilişsel psikolojiden esinlendiği çıkarımını yaptım. teknikler hemen hemen çok benzer, tarzlar aynı. ikisinin de amacı, kafamızda yerleşmiş olumsuz düşünceleri değiştirmek. kitaptaki çift sütun tekniğiyle, nlp'deki olumlamalar da yine birbiriyle tamamen örtüşüyor.

    iyi hissetmek hakkında yapabileceğim tek olumsuz eleştiriyse, zaman zaman yazarın kişiye çok yukarıdan baktığını hissetmem. sürekli, "ben bunlardan çok gördüm, siz hiçbir şey bilmiyorsunuz, herkes de oluyor böyle şeyler, sıradansınız" diyor izlenimi yarattı bende. tabii bu düşünce, okuduğum dönemde benim de fazla iyi hissetmememden kaynaklanmış olabilir.

    sonuç olarak, kitabın kapağına bakıp, arkasını okuyup tipik kitaplardan zannetmeyin. hepimize bir şeyler katabilir. tabii eğer istersek..
  • duyguların düşüncelerin sonucu olduğunu, düşünme biçimini ve davranışları değiştirerek duyguların değiştirilebileceğini öne süren david burns kitabı.

    ben bu bilişsel davranışçı terapiye, özellikle de bilişsel yönüne çok inanıyorum gerçekten. bu kitapta olsun, benzer kitaplarda ve internette olsun bu yöntem ve uygulaması ile ilgili örnekler var. tabi kitapta durduğu gibi durmuyor. bunları uygularken geçmişten bugüne gelen düşünme sisteminiz hatta insanların genel düşünme sistemi, çevreniz, duygularınız size sürekli engeller çıkarıyor. ama ısrarla uygularsanız işe yarıyor mu, kesinlikle yarıyor.

    zeki, erdemli, düzgün olup da çaresizlik, kuşatılmışlık, değersizlik hisleri yüzünden depresyonda olan ve potansiyelini hayata geçiremeyen birini görünce bunu çok üzücü buluyorum. hem bu kitabı okumalarını hem de genel olarak bilişsel davranışçı terapiyi öneriyorum. bir zaman sonra da işe yaradığını gördüğümde pek mutlu oluyorum. size de tavsiye ederim.
  • sozluk'te iyi hissetmeye iliskin belirli araliklarla, surecimin bir asamasini tamamladigimi hissettigimde yaziyorum. bir asamayi daha tamamlamakta oldugumu hissediyorum. epeyce uzun ve inisli cikisli bir surec ve bir sonu oldugundan emin de degilim. su an “istirap cekerek dönüşmek” diye nitelendirdigim bu surecte bir noktada, iyileşmeye basladigim bir yerdeyim. kendimi ne zaman iyi (ya da daha cok, coşkun) hissetsem ve “hah, her sey geride kaldi!” desem hemen ardindan yeniden bir durgunluk ve hatta karamsarlık dönemine girdiğimden, yazmadan once beklemek istedim. su an içinde bulunduğum durum “kotu” değil; ama tam olarak “iyi” olarak da nitelendiremiyorum. yalnızca, farkli. gecen yil nasil nasil bir durumda oldugumu siklikla animsiyorum. hem o zamanlar uzak olmadigindan hem de kendimdeki degisimi anlamaya calistigimdan. dediğim gibi, iyilesme surecinde bir yerdeyim. bir seyler degisti/değişiyor. kendimdeki farkliliklari tespit etme ve anlama ve bunlara uyum saglama asamasindayim. donustugum insani tanimaya calisiyorum. durumumu suruklenmek, suzulmek, batmak, cakilmak, dipte olmak, bosluga asili kalmak gibi gibi bir eylem/eylemsizlik ile benzeterek aciklayamiyor ve tanimini henüz yapamiyorum; ama bunun kaydini tutmam gerektiğini düşünüyorum. belki yaziyi yazarken aydinlanirim, belki de ilerleyen zamanlarda. bir bakalim.

    gecen yil tam da bu zamanlardi. ofiste masamin basina oturmuş goz yaslarimi bastirmaya çabalayarak calismayi deniyordum. yapabildiğim soylenemezdi. olmeyi isterken makale okumak pek kolay olmuyor, siz de takdir edersiniz. (bunu bu kadar acikca söyleyebilecek hale gelebilmem için cok fazla caba harcamam gerekti.) gogsumun tam ortasinda tum yasama sevincimi içine çeken koca bir karadelik vardi. kimseye anlatamiyordum ve tek basimayken yalnızca agliyordum. simdi dusununce, yani kendimin simdiki haline bakinca, o dönemki durumum zift dolu derin bir çukura tamamen batip hic nefes alamamak, ancak ölememek ve yalnızca can cekismek olarak gorunuyor gözüme. bu mesele üzerine bu baslikta yeterince yazdım ve daha anlatmaya -en azindan bu yazida- gerek gormuyorum; ama bir zamanlar ne kadar korkunc hissettiğimi ve isdirap içinde olduğumu not dusmezsem eger, bu yazida anlatacaklarimin benim için ne denli onem tasidigini vurgulayamamis olacağımdan kisa da olsa yer vermek istedim.

    gecen yazdan bu yana, o cokusumun ustunden 1 yil, hatta birazcik daha fazla geçmiş. yine ayni ofiste calisiyorum. ekranda bir makale acik; ama bastiramadigim gozyaslarim yok. icimde olmek istegi gelmiyor. olmeyi istemek, bunun uzerine dusunmedigimde aklimin ucundan bile gecmiyor.

    ben bu yil yaza koşarak girdim. son birkaç yildir her yaz basinda cokmek, yaz boyunca cilginlar gibi koşmak ve sonbahari coşkunlukla karsilamak gibi bir döngüye girmiş durumdaydım. gogsumun ustunde canimi alircasini bogazimi sikarak nefesimi kesen o derin istirapla ne yapacagimi bilemez haldeyken istirabi azaltmaya yarayan tek cozum, kosmakti. bu oruntuyu sonunda tespit edebildiğimden, bu yil yaza cokkunle girmemek için duzenli kosmayi aksatmadim. gecen yil yazdan bu yana cok uzun aralar vermeksizin, mesafeleri artirarak koşuyorum. ise de yaradi; ama duygu durumum hala stabil değil/di. asil anlatacaklarima gecmeden once bu konuda konuşmak istiyorum.

    cok kolay tetiklenen ve hizli akmaya başlayan duygularim ve dusuncelerim var.

    kaosla ilgili bir kitaba baslamistim. orada suyun belirli bir sicakligi astiginda hareketinin duzensiz hale geldigini ve sivinin nasil hareket edecegini tahmin edemeyecegimizi anlatiyordu. okurken kendimi suya benzettim. su kaynarken kaotik oluyor; ben de.

    benim icin isinmak; duygularimi tetikleyici dusuncelere ve olaylara maruz kalmak ve duygularin daha da fazla duygulari tetiklemesi ve sonrasinda bir esigi asmak ve toparlanamamak ile sonuclaniyor. kaynamaya basladiktan sonra, tum tetikleyicilerden uzaklassam bile kendime gelmem zaman aliyor. bir kere kaynayinca kolayca yatisamiyorum. duygularim inisli cikisli ve yogun, dusuncelerim ise carpik hale geliyor ya da halihazirdaki carpik duygular aciga cikabiliyor; bir tur duzensizlik. duygularim dalgali ve kaotik.

    gozlemledigim/konustugum kadariyla “normal” insanlarin, en azindan benim çevremdekilerin, duygu gecisleri yumusak dalgalar halinde oluyor ya da cogunlukla belirli bir duyguda stabil oluyor. benimkiler ise kisa surelerde zigzaglar ciziyor ve iki uc arasindaki fark cok fazla olabiliyor. soz gelimi, kardesim duygularinin belirli bir dogrultuda aktigini, cok fazla inis (olumsuz duygu) ve cikis (olagan seyrine donus ya da coskunluk) yasamadigini soylemisti konustugumuz bir gun. soz ettigim gibi bendeki bu durum, durduk yere olmuyor. bazi tetikleyiciler oluyor. bunlar herkeste oluyordur diye dusunuyorum; ama bendeki etkileri daha fazla ya da ben (ve benzer insanlar) daha fazla etkilenebiliyorum gibi gorunuyor.

    bir 0 noktasi dusunelim. sifir noktasinin ustunde kalanlar olumlu duygular, altinda kalanlar ise olumsuz duygular olsun. simdi de siradan sayilabilecek bir olay dusunelim. yaptiginiz bir sunuma gelen bir soruyu istediginiz gibi yanitlayamadiniz, soz gelimi. boylesi bir deneyim insanlarin duygularini genellikle 0'in altina dusurmezken ya da en azindan olumsuz duygulari 0'in altina cok fazla indirmezken ben epey asagilari gorebiliyorum. bu, duygularin dalgali olmasi demek.

    kaotik olmasi ise bircok duygunun ayni anda inis cikabilmesi, bunun duygusal bir kargasaya yol acmasi (ve buna bir dusunsel karmasanin eslik etmesi) ve bu surecin gidisi ve suresini tahmin etmekte biraz zorlanmam demek. kendimi gozlemleye gozlemleye belirli oruntuler yakaladim yillar icinde tabii; ama neyin neye yol acacagini, coskunlugun sonunda cokkunlugu mu gorecegimi, yoksa 0 noktasina mi yaklasacagimi kestiremiyorum. uclara gidebildigimden, iki uc arasindaki gecis hizli oldugunda basa cikmak bazen cok zor oluyor. (coskunlukla yasamak keyifli olsa da cokkunluk berbat hissettiriyor.) erken yaslarimda da boyleydim. duygularim yoğun ve cesitliydi. sifir noktasinda yaklastigimda daha dengeli bir hal aliyorum. hicbir asiriligin olmadigini hissediyorum; ama bu sefer de bir seyler eksik gibi gelmeye basliyor; cunku duygu yoğunluğum hep fazlaydı. hep yogun hissettim. bu, normal olmayabilir; ama benim normalim, bu. tum bunlar disari yansiyan bir seyler degil. her saat farkli hissedebildiğimi söylediğimde arkadasim buna cok sasirdigini, cunku disaridan cok stabil gorundugumu söyledi. disaridan belli olmamasi için cok ugras verdim yillar boyunca; hala veriyorum.

    “tum bu dengesizlik, inis cikis bir gun bitecek mi?” diye dusundugum cok oldu. basa cikamadigimdan, tum bu inis cikislarin bitmesini ve dengeli hale gelmeyi cok istiyordum. oldugu bir doneme de girdim. inis cikisin olmadigi, tekduze duygularla yasadigim bir donemdi. zihnimde akan dusunceler durmus, konusan sesler susmustu; ama belirttigim gibi, bir seyler de eksilmisti. yasayan, ama yapraklanmayan bir agac gibi hissediyordum. sonra bir sey oldu ve geri donduler. gri bir dunyaya renklerin yeniden donmesi, anlamsizligin icinde anlamlarin yeniden yaratilmasi gibiydi. zorlayici olsa da bu inis ve cikislarin yasamimi yasanilir kildigini fark ettim sonra.

    tum bunlarin gecmisteki bazi olumsuz yasantilarla ve kendime iliskin algimin olumsuzluguyla ilgili oldugunu dusunuyorum. kendime iliskin kirilgan ve carpik bilislerle orulu bir algim oldugundan, algim zaman zaman olumlu hale gelse de kolayca catirdayip parcalanabiliyor. her seferinde benligim sarsiliyor ve hatta dagiliyor. tum parcalari toparlayip yeniden bir benlik kurmam gerektirebiliyor ki bu oldukca sancili ve yorucu bir surec. eger ki kisinin kendisine ve yasama iliskin bakis acisini olumlu yonde hizlica degistirebilecek, iyilestirebilecek, ozdegerini tamir etmesini saglayacak bir yontem biliyor olsaydim, bunu penisilini kesfeden ve asisini insanlik namina patentlemeyen alexander fleming gibi patentlemez ve cikip her yere yazar, sokaklarda meydanlarda anlatirdim; ama boyle bir yontem yok. ben bilmiyorum en azindan. ancak bunca yildir bocalayıp duran, bir dusup bir kalkan ve ardindan yine dusen biri olarak, deneyimlerimi yazmanin önemli olduğunu düşünüyorum ve beni anladigini dusundugum bir arkadasimin soyledigi bir cumleyi size de soylemek istiyorum.

    iyi hissetmekle ilgili olarak bana dedi ki: “bunu kendimize borçluyuz.” ilk duyduğumda biraz tuhaf karsiladigim, ama zihnimde dalga dalga yayilan ve beni derinden sarsan bir cümle oldu bu. dusunuyorum. bunu kendimize borclu muyuz? kendime bir sey borclu olmak, bir seyi hak ediyor olmak, kendini sevmek gibi seylere inanmak bana hep tuhaf gelmistir. kendi gozumde onemli ya da degerli degilim cunku. herhalde bundan olacak, ben kendime cok hor davrandim yillarca; ama ne hor davranmak… kendimi en agir bicimde elestirdim. kendimden her konuda kusku duydum. (hala duyuyorum aslinda ve kendimi her zaman yikmaya ve yeniden yapmaya hazir halde bekliyorum; gelisim icin bunun gerekli oldugunu dusunuyorum.) birinin bana yonelttigi bir goruste/elestiride mutlaka ben haksizdim; ortada iki dogru olabilecegini (ya da iki yanlis) goz ardi ettim hep. her zaman yetersizdim. en kucuk hatamda kendimi yerden yere vurdum. nefret ettim kendimden. dogmamis olmayi dileyecek ve sonunda kendimi oldurmeyi isteyecek ve bunu kuracak kadar nefret ettim. hungur hungur aglarken “bu, kimsenin sucu değil,” dedim kendime, “uyumsuz olan benim. ben yapamiyorum. ben yasamaya uygun degilim.” kendi gözümde hiçbir değerim yoktu ve varligimin sürmesi de gereksizdi. (bu süreçte -ki cok sancili ve uzun bir surecti- neler olduğunu, ozellikle bu baslikta çokça yazdigimdan geçiyorum. sonunda, insanin kendisinde bazi seyleri sevmemesinin olagan, ancak varligindan nefret duymanin sorunlu oldugunu kabul ettim. bir de herhalde kendimi haddinden fazla hirpalayinca gucsuz dustum. bu nefretin cozulmus, yerini ise kendime duydugum anlayis ve hosgoru aldigini hissediyorum. vardigim bu noktada kendimi, saclarini oksadigim, kendisine şefkatle sarildigim, birlikte neselendigim biri olarak gormeye basladim. (saclarimin oksanmasindan bu kadar hoslanmam ve bunu aramam, kendime gosteremedigim sevgiye duydugum gereksinimimin bir yansimasiydi belki de.) kendime daha hosgorulu ve birazcik daha hakkaniyetli yaklasiyorum. dusunuyorum. yeniden ve yeniden düşünüyorum. kendime bunu borclu muyum? evet, kendime bunu borcluyum; cunku herkes gibi biriyim en nihayetinde ve kendime de baskalarina yaklastigim yumusaklikla yaklasabilmeliyim. kendime; hor davranmamayi borçluyum, hakkaniyetli eleştirmeyi borçluyum, sefkatle yaklasmayi borçluyum, hata yapma hakki tanimayi borcluyum. kendime, varligimdan utanç ve suçluluk duymamayi borçluyum. en nihayetinde insanim ve bu kadarim ve bunda bir sorun yok. kendimle olan savasimi bir noktada bitirip kendime bunlari anlatmayi denedim; cunku böyle düşünmenin ve hissetmenin sonu, yok oluştu. gozyaslari içinde, ne yapacagimi bilemez haldeyken birden bir sey oldu. kendimi uçuruma itmeye ugrasmak yerine el verip uçurumun kiyisindan uzaklaştırmak istedim. cok ciliz bir yasama arzusuydu belki; ama vardi. kac kere gozyaslari içinde, içimde cok derin bir istirapla koştuğumu bilmiyorum; ama kostum. “iyi olacaksin.” dedim kendime.

    üzerinden 1 yil geçmiş haliyle kendime baktigimda, kulaklarimda yankılanan “kendimize bunu borçluyuz.” cümlesiyle, gözlerim doluyor arada. bu sefer istiraptan değil. içimde bir istirapla can cekismiyorum artik; ama o istirabin ne olduğunu cok iyi biliyorum.

    gogsumun tam ortasinda yasama sevincimi içine çekip yok eden karadelik saniyorum ki hala orada duruyor; ama onunla yasamasi berbat değil artik. iyi hissetmek için caba harcıyorum; ama guvensizliklerimle ve kaygilarimla, kendime iliskin algimin hala yer yer olumsuz olmasina da bagli olarak hizlica tetiklenen duygu ve dusuncelerim nedeniyle içimde hizlica bastırabilen bir karanlık var ve disaridan neşeli ve canli görünsem de en derinde bir parca karamsarim hala. kendimin ve diger seylerin farkında olmaktan, belki. cogu insana gore hep biraz daha karamsar olacagim buyuk olasilikla; ama bunu da kabul ediyorum. bununla yasayabilirim. bununla yasamak istiyorum. yasamak istiyorum. kendime iyi hissettigim bir yasamak borcluyum.

    kendimize bunu borcluyuz.
  • diğer kişisel gelişim kitaplarından en az 3 gömlek üstün, bu konuda yazılmış en iyi birkaç kitaptan biridir. genel olarak depresyonun yan tedavisi için yazılmış bir kitap gibi görünsede, içerisinde günümüz stres/sıkıntılarını aşmak için faideli bilgiler barındırır.
  • dr david burns ün müthiş kitabı. dipsiz bucaksız depresyonda olduğunu düşünen, iddia eden, mutluluğun yolunu -kendi çabasıyla tabi- bulmak isteyenlerin mutlaka okuması gereken kitap.
  • bir arkadaş hediyesi ilaç gibi kitap.

    yazılanları okuyunca içim rahatladı doğrusu. sadece bana önerildi sanıyordum.
    şimdi; güzel şeyler anlatılıyor tabi, her şey kafamızın içinde, kendi kurgularımız nedeniyle üzülüyoruz, gerçeklerden kopuyoruz, üzüldüğümüz şeylerin ya da kişilerin bundan haberi bile yok, öyleyse düşüncelerimizi değiştirmeliyiz, bakış açımızı yenilemeliyiz, insan olduğumuzu unutmamalıyız, kimse kusursuz değildir, falan-filan....
    çok iyi çok hoş...
    işte bu! dedim." belki bu kitap işe yarar. adam doğru söylüyor. dünyayı değiştiremediğime göre kendimi değiştireyim"

    bir çok yöntem anlatılıyor. öncelikle, depresyonumuzun nedini "çarpıtılmış duygularımız". yani gerçek değiller.
    testler, analizler var. kendi kendimizi değerlendirip denetliyoruz.
    buraya kadar gayet güzel. bende bi şevk bir heyecan bir cesaret "bu sefer şu sefil durumdan çıkacağım herhalde" diyorum.

    meğer asıl konu en sonunda; şu "suçluluk" meselesi, kendini değersiz hissetme, onay-sevgi bağımlılığı, kendine saygı.... şu bu.. uzun uzun anlatılmış.

    ahaaa ..! dedim. bu 'sevgi bağımlılığını' daha dikkatli okumalıyım.

    ..........
    ".....değerinizi sevilip sevilmediğinize göre ölçer...sevgi özgüveniniz ve mutluluğunuz için bir gereklilik değildir.
    sağlıklı bir öz sevgi duygusu ve yaşamın birçok alanıyla ilgili olduğunuz için insanlar sizi çekici bulurlar.

    ...negatif bir puan aldıysanız bu sizin bir 'sevgi bağımlısı' olduğunuzu gösterir.- bu ben oluyorum- sizin için önemli olan insanları kaçırmaktan korktuğunuz için ilişkilerinizde aşağı rolleri kabulleniyorsunuz - yavaşça baygınlık gelmeye başlıyor bana- bunun sonucunda çoğunlukla size olan saygılarını kaybederler ve onların sevgisi olmadan yıkılacağınız tutumunuzdan ötürü sizi bir yük olarak görürler....... , 'sevgi alma' zorlantısı ile tükenirsiniz....., bu aç gözlü sevgi bağımlılığınız birçok insanı uzaklaştırarak yalnızlığınızı artırır."
    ..........

    tamam işte, beni anlatıyor... ,sorun çözüldü. yapılacak olan belli; "sevgi sorgulamasından vazgeç!..."
    bıktırana kadar sorma, " yok seni seni şöyle sevdim, yok sen bunu anlamadın, .... beni artık sevmiyosun, özlemiyosun.... bıdı.. bıdııı.. bıdııı.."

    okurken birden içim daraldı "bu adam ne anlatıyor, şimdi yazıp söylenmezsem neler olur? oturduğu yerden bi dolu şey anlatmış tuzu kuru adamın tabi" dedim
    bu bağımlılık biter mi? diye bi korku sardı içimi. koşarak yazmaya başladım, adamın 'yapmayın!!!' dediği ne varsa yazdım söyledim, sordum,ağlandım, dır dır ettim.

    sonuç: ne kadar bağımlı oldıuğumu bi kere daha anlamış oldum ve "çok iyi hissettim!"
    benden bişi olmaz...
    ama kitap iyi.

    -
  • david burns'un muhteşem kitabı, aldıktan 1 sene sonra okuyabildim ancak, geç olsun güç olmasın diyorum şimdi:)
    sürekli suçluluk duyuyorsanız, kendinizi yetersiz ve değersiz hissediyorsanız, her şey mükemmel olsun deyip hata yapma korkusuyla işe başlayamıyorsanız, başlasanız bile iş bitine kadar kendinizi gerip sonunda pert oluyorsanız, bu kitap size göre..
  • david burns'ın başyapıtı. antidepresanları bırakma sürecimde(günde 200 mg lustral ve 12 mg edronax'a kadar çıkmışlığım vardır ki bu o ilaçların en yüksek dozajıdır) çok faydasını gördüğüm; o zamanlar işyerimde bile boş zamanlarımda gizli gizli okuduğum ve bugüne kadar okuduğum psikoloji kitapları arasında en iyi "iyi hissettireni".
hesabın var mı? giriş yap