• insanın dünyaya hükmetmesi ve bunu bir yaşam tarzı haline getirmesi, kültürün temelini oluşturması ile ilgili çarpıcı eser. çok yıl oldu okuyalı, ara ara tekrar tekrar okurum bazı bölümlerini.
    kitaptan alıntılar yapacağım ve genel bir özet geçeceğim için yazının devamının spoiler olduğunu düşünüyorum.

    --- spoiler ---
    tanrı, dünyayı yarattı. canlılar ve bir ekosistem var oldu. bu ekosistem içinde tüm canlılar sürekli en iyiye doğru evrim geçirdiler. insan, 3 milyon yıl boyunca bu canlılarla beraber, onlardan farksız biçimde yaşadı. tıpkı belgesellerde izlediğimiz hayvanlar gibi. insan, dünya için bir böcekten daha fazlası değildi, ya da bir balinadan eksiği yoktu. quinn'in the story of b ve ishmael'de dediği gibi; insan, tanrının elinde, diğer canlılarla beraber yaşadı. dünyanın ve diğer canlıların efendisi değil, lideriydi. insanlar, dünyanın yönetimini -tıpkı diğer canlılar gibi tanrıya bırakmışlardı.

    bundan 10 bin yıl önce bir insan topluluğu, diğer hayvanlar gibi yaşamanın yanlış olduğu kanaatine vardı. artık yiyecek bulmak için tanrı'nın (veya doğanın) merhametine ihtiyaç duymak istemiyorlardı. çünkü avcı toplayıcı olarak yaşarken bazen yiyecek bulamayıp aç kalıyorlardı. ayrıca insanların düşmanı da çoktu. bazı canlılar, yiyeceklerini tükettikleri için insanlar tarafından düşman bellendiler. insan, hiçbir canlı için ilk sıradaki yemek değildi aslında. ama aynı kaynağı kullanıyor olmaları, insanın onları düşman görmesi için yeterli bir sebepti.

    artık insan için doğadaki dengeyi kendi lehlerine çevirme vakti gelmişti. tarım yapmaya, kendi yiyeceğini üretmeye başladı. ilk olarak bereketli hilal'de * başlayan bu akımın en büyük ihtiyacı ekilebilecek topraktı. tarım alanı için diğer canlıların doğa alanlarını gaspettiler. yiyecek bulamayan türler tek tek yok oldu ya da insanlar tarafından zararlı görülüp yokedildiler.

    quinn, "eğer, herhangi bir canlı grubu, tüketeceğinden fazlasını üretirse nüfusu artar" sözünü sık sık tekrarlar. insan da, tarım yaptıkça çoğaldı, çoğaldıkça daha çok tarım alanına ihtiyaç duydu. yeni topraklar ele geçirdi. ele geçirdiği topraklardaki insanları da ya toplumuna kattı ya da öldürdü. (quinn, katledilen yerlileri de buna örnek olarak gösterir.)
    hala daha bu anlayış ile yaşayıp daha çok tarım toprağı için yağmur ormanlarını ve canlıları katletmiyor musunuz?

    insan, artık dünyaya hükmediyordu. sahibi,hükümdarı onlardı artık. insan ne isterse onu yapabiliyordu. yanlız bir gariplik vardı. işler pek iyi gitmiyordu. insanın doğadan aldığını doğa insandan geri alıyordu. insan, bunun sebebini bulmakta gecikmedi. sorun yaradılışındaydı, insan kusurlu bir varlıktı. bu, yaptıklarının yanlış olduğunu göstermiyordu tabi ki. yani öyle zannediyordu ve hala öyle zannetmeye devam ediyor. sadece biraz daha zamana ihtiyacı vardı. dünyaya tamamen hükmettiğinde, doğa olaylarını kontrol ettiğinde, düşman bellediği canlıların kökünü kuruttuğunda herşey mükemmel olacaktı.

    bunu yapmak için bir çok sebebi vardı. bir kere, dünya insan için yaratılmıştı ve insan bu dünyanın efendisiydi. onu bulunduğu kaostan çıkaracak, düzene sokacak olan insandı. düzeni bu güne kadar sağlamamış olmasının tek sebebi (yukarıda da bahsettiğimiz gibi) insanın kusurlu bir varlık olmasıydı.

    ne zaman santral, baraj, maden, köprü inşaatı ile ilgili bir haber görsem, aklıma bu kitap ve insanın dünyanın sahibi olduğuna dair değişmeyen fikri gelir. çünkü daha iyi yaşamak için daha fazla yiyeceğe, çoğaldıkları için daha fazla binaya, tüm bunları karşılayabilmeleri ve üretmeleri için daha fazla fabrikaya, daha fazla işçiye, ve tabi ki daha fazla doğal kaynağa ihtiyacı var. içinden ihtiyacı olanları alıyor, başka canlının almasına izin vermiyorlar. eğer kaynaklarına, yiyeceklerine göz diken olursa acımadan yok ediyorlar. sadece canlıları mı? ihtiyaç duymadıkları, kendilerine faydası olmadığını düşündükleri ne varsa yok ediyorlar. "bu ot ne? ne gerek var? sök gitsin! bu dereden elektrik üretmiyoruz. kurut gitsin! bu canlı yenmez ki? öldürelim gitsin! başka canlının ona ihtiyacı var mı diye düşünme bile!".

    "bu dünya bizim", "bu dünya hepimizin", "bu dünya çocuklarımızdan bize miras" sözlerini duymuş hatta desteklemişsinizdir. insan neden dünyayı sahipleniyor? bu insanın olduğu kadar diğer canlılarında değil mi? "neden bu dünya bizim" demek yerine "biz de diğer canlılar gibi bu dünyanın bir parçasıyız. yerdeki böceğe de, topraktaki ota da, denizdeki balığa da, havadaki kuşa da yaşama hakkı vermeliyiz." demiyor sunuz? dünyanın tanrısı olma konusunda başarısız olduğunuzu görmek için daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor?

    din, çoğu toplum için vazgeçilmez bir konu ve tabu. benzer kurallar çerçevesinde yaşadığınız toplumlarda bu dinlerden üçü, yahudilik, hristiyanlık ve müslümanlık en fazla inananı olanlar. içinizde kendini dinine adamış, dininin öngördüğü kurallar çerçevesinde yaşadığını sanan bir çok insan var. "sanan" diyorum, çünkü bu dinlerin hepsi tarım devriminden sonra yollanmış, insanın dünyaya hükmetmesini değil onunla ve tüm canlılarla barışık yaşamasını emrediyor. quinn incil'den öyle bir örnek veriyor ki neden bahsettiğini bu kadar söylenenden sonra anlamamak mümkün değil:

    http://tr.wikipedia.org/wiki/habil_ve_kabil

    quinn'in görüşüne göre bu iki karakter, iki ayrı topluluğu temsil ediyor. kabil çiftçileri, yani dünyaya hükmeden, kendi rıskını kendisi üreten ve bunu yaparken başka canlıları yokeden insanı, habil de diğer canlılar gibi, tanrı'ının elinde yaşayan topluluğu anlatıyor. kabil'in yaşamak için, büyümek için habil'i yoketmesi gerekiyor ve bunu sistematik olarak gerçekleştiriyor. günümüzde sürekli tartışılan ama bir türlü çözüme kavuşmayan "kutsal kitapların günümüz yaşantısına uymaması" sorununun kaynağı işte budur. tanrı zaten sizin öyle yaşamanızı istemiyor ki! yolun tam tersi istikametine gidip doğru yolu arıyorsunuz. dönüp arkanıza "acaba yanlış yerden mi girdim?" demek yerine "hayır! hayır! bu yol kesinlikle doğru. yolun devamı buralarda bir yerde olmalı" deyip saçma patika yollar buluyorsunuz. kısaca dinleri kendinize yontuyor, hamura şekil verir gibi kendi yaşantınıza göre şekillendiriyorsunuz.

    evrim ve yaradılış, insanlığın bir türlü içinden çıkamadığı bir konu. quinn, ishmael'de iki görüşü de alıp, ikisine karşı argümanlar üretiyor ve evrime başka bir bakış açısı getiriyor.
    evrimi savunan insanlar ve bilim adamları, insanın evrim basamaklarını sıralarken homo sapiens sapiens'de duruyorlar. milyonlarca yılda, tek hücreli canlıdan başlayıp, primat olup ardından homo sapiens sapiens, yani insan oldu ve burada kaldı mı yani? bunun son olduğunu nereden biliyorsunuz? diğer canlılardan ayrıldıktan sonra insanlarda doğal seleksiyon devam edecek mi? hiç sanmıyorum. çünkü evrim de ekosistemin bir parçası ve insan artık bu sistemin bir parçası değil!

    son olarak, kendinden başka bir canlı grubunu önemsemeyen insan, artık bireysel olarak da kendinden başkasını düşünmüyor artık. quinn, sovyetleri yıkan akım gibi ani bir uyanışla insanların bu yanlıştan uyanacağı, hükümdar olmak yerine diğer canlılara liderlik edeceği günleri hayal ediyor.

    --- spoiler ---
  • sofi'nin dünyasının sosyal antropolojik versiyonu.

    not: roman trafiği açısından elbette. yoksa anlattıkları piiuuuu!...
  • güzide bir alıntıdır "ishmael" romanından:

    "beş kesik parmak bir el etmez."
  • daniel quinn'in primitivist düşünceyi en sade ve enteresan biçimde anlattığı başyapıtı. yazarın türkçeye çevrilmiş diğer kitapları; b'nin öyküsü ve ademin öyküleri'nin yanı sıra beyond civilization adlı eseri de bulunmaktadır. merakla türkçe'ye çevrilmesini bekliyoruz.
  • bir arkadaşımın ısrarlı önerisi sonucu aldığım, daniel quinn'in yazdığı ve söylendiğine göre tüm dünyayı derinden sarsmış bir kitap, ismail. kitabın büyük bir kısmı varoluşsal problemlere açıklama getirmekle geçiyor ve ilk çeyreğinden sonra daha fazla sarıyor. ismail (ya da gerçek adıyla ishmael)'in anlattıkları zaten düşünmediğim, üzerine kafa yormadığım şeyler değildi. ben de dünyanın insan için yaratılmadığını, bir tırtılın, bir kirpinin ve bir insanın eşit şekilde yaşama hakkına sahip olduğunu, doğanın dengesini başka hiç bir canlının cüret etmediği şekilde bozmaya ne hakkımız olduğunu, neden dünyanın döngüsünün bir parçası olmak istemediğimizi, neden insan olarak mutlaka daha yüce bir amaç için yaratıldığımızı düşündüğümüzü, neden ölümsüz olmayla kafayı bozduğumuzu, neden fani hayatı olduğu gibi kabul edemediğimizi ve bilinçli bir şekilde yaşamı sabote ettiğimizi, nasıl bu kadar aç gözlü olduğumuzu düşünüp dururdum... bu anlamda gerçekten çok büyük bir merakla ve de keyifle okudum. fakat kitapla ilgili hoşuma gitmeyen bazı şeyler de oldu. örneğin ismaille yazarın ilişkisi gerçekten çok yüzeyseldi. ismail'in yazara sorduğu alaycı sorular, yazarın soruları 2 sayfa boyunca cevaplayamaması ve bunun sürekli devam etmesi... gerçekten delirtti beni. bir örnek vermek gerekirse;
    i: bu ne anlama geliyor sence?
    y: bilmem.. blabla mı?
    i: hayır.
    y: o zaman bilmiyorum
    i: biliyorsun, sadece biraz daha düşün.
    y: yo gerçekten bilmiyorum.
    i: senden beynini kullanmanı istiyorum daha fazlası değil
    y: tamam, biraz daha düşüneyim
    i: lütfen....
    y: hala bulamadım
    i: istediğin kadar zaman tanı kendine
    y: bilemiyorum yine de
    i: ciddi olamazsın
    y: ciddiyim, cevabı bilmiyorum
    i: gerçekten bilmiyor musun?
    y: gerçekten bilmiyorum
    ben: just tell what the fuck it is!!!!

    böyle sayfalarca devam eden uyuz diyaloglar gerçekten beni çok sıktı. yazar-ismail ilişkisi olmasaydı, makale gibi yazılmış daha kısa bir kitap olsaydı daha başarılı olurdu bence çünkü roman olarak kurgusu çok zayıf oysa mesajı gerçekten güçlü ve etkileyici.

    "yalnızca otuz bin kişiyi doyurabilecek bir bölgede kırk bin kişi varken, bu mevcudu korumak için dışarıdan yiyecek getirmek iyilikseverlik değildir. bu hamle yalnızca kıtlığın kronik bir hal almasını sağlar."

    "bu iş çiftçiler için adeta kutsaldır: yiyemediğin her şeyi öldür. senin yediğini yiyen her şeyi öldür. yediğin şeyleri beslemeyen her şeyi öldür."

    "atalarımızın nasıl yaşadığını düşünmeye çalışıyordum ki gözlerimin önünde epeyce canlı bir sahne belirdi.
    rüyaları andırıyordu biraz. daha doğrusu kabusları. bir adam alacakaranlıkta bayıra tırmanıyor. bu dünyada zaman hep alacakaranlık zamanı. adam kısa, zayıf, esmer ve çıplak. iki büklüm halde koşarak iz sürüyor. avlanıyor ve çaresiz. gece çöküyor ve yiyecek hiçbir şeyi yok.
    koşuyor koşuyor koşuyor; sanki bir koşu bandında gibi, esasında o bir koşu bandında zaten, çünkü belki ara bile vermeden, ertesi gün de orada alacakaranlıkta koşuşturuyor olacak. ama onu harekete geçiren yalnızca açlık ve umutsuzluk değil. aynı zamanda korkuyor da. ardında, görüş açısının hemen dışında, düşmanı olan aslanlar, kurtlar, kaplanlar onu parçalara ayırmak için bekliyor. işte bu yüzden sonsuza kadar koşmak zorunda. her zaman düşmanlarının bir adım önünde, avının bişr adım gerisinde olacak.
    kısacası avcı-toplayıcılar çok çetin bir hayat sürüyor.
    bu bir hayatta kalma mücadelesi.
    ama aslında hiç de öyle değil. zihninin başka bir köşesinde bunu bildiğine eminim. avcı-toplayıcılar kurtların, aslanların, serçelerin veya tavşanların hayatından daha çetin bir hayat yaşamıyor. insanoğlu bu gezegendeki yaşama diğer tüm türler kadar uyum sağladı. hayatta kalma mücadelesi verdiği, bıçak sırtında yaşadığı fikri biyolojik bir saçmalıktan ibaret. hem etçil hem otçul olduğundan beslenme olanakları son derece geniş. ondan önce aç kalacak binlerce tür var. zekası ve becerileri diğer primatları tamamen bozguna uğratacak koşullarda rahat rahat yaşamasını mümkün kılar.
    yemek peşinde çaresizce ve durmaksızın koşmak şöyle dursun, avcı-toplayıcılar dünyadaki en iyi beslenen insanlardandır. bunu günde yalnızca "iki-üç" saat çalışarak başarırlar ki böylelikle dünya üzerindeki en çok boş zamana sahip insanlar arasında da gösterilebilirler. taş devri ekonomisi üzerine yazdığı kitapta marshall sahlins onları "ilk zengin toplum" olarak tanımlar. bu arada insan avı neredeyse yok gibi bir şeydir. insan hiçbir yırtıcının yemek listesinin ilk sırasında bulunmaz. dolayısıyla, atalarının yaşamına dair gözlerinin önünde canlanan o korkunç sahne kültür ana'nın bir saçmalığı yalnızca."
  • ibrahim'in karısı tarafından ibrahim'e kovdurulmuş, yersiz yurtsuz kalmıştır. dünyanın her köşesinde sürgünü yaşayanları temsil eder mina urgan'ın moby dick dipnotuna göre.
  • daniel quinnin romaninda bas karakter olan goril.

    --- spoiler ---

    kitap, ishmael adli goril'in bir gazeteye "ogrenci araniyor" diye ilan vermesi ve gelen kisi ile gecen diyaloglarini ve ona ogrettiklerinden ibarettir. ishmael insanligin cevre bilincinden uzak oldugunu vurgular. onemli bir nokta, insanlik tarihi cercevesinde tarima gecisin, insanligi doga'dan uzaklastirdigi ve onunla uyumdan kacirdigi teorisidir. insanlik yerlesik duzene gectigi zaman, kaynaklara hakim olma, hizli ureme, cevrenin tahribi ve savaslar gibi kavramlar ortaya cikmistir dusuncesindedir daniel quinn.

    ayrica, soyle ilginc bir soru da kaldi aklimda kitaptan ishmael'in sordugu: "eger evrime inanirsak insanliga kadar gelen surecte herhangi bir canli -ben evrimin tepesindeyim- havalarinda olmamisti, insanlar neden daha iyi olmak icin caba gostermiyor?"

    insanlik yasadigi sorunlarin tumune * * bu acidan baksa, bencil ve benmerkezci olmasa belki de daha farkli olabilir hersey. *

    --- spoiler ---
  • insanı düşünceden düşünceye sürükleyen bir kitap. evrim teorisini de yaradılış teorisini de alıp öyle bir ters düz ediyor ki nutkunuz tutuluyor. işin tuhafı, kitabın argümanı "insanoğlunun hızla felakete gittiği ve bunu durdurmak için bakış açısını değiştirmesi gerektiği" gibi basit, herkesin üzerinde anlaşacağı bir argüman. ancak kitabı bitirirken ne insanoğlunun yaradılıştan açgözlü olduğuna, bu durumun fıtratında var olduğuna inancınız kalıyor, ne de yeryüzünün hakimi, tanrının biricik gözbebeği olduğuna.. çok, çok acayip gerçekten...

    kitaptan çok farklı okumalar çıkarmak da mümkün. şahsen dini yönüm kuvvetli olduğu ve otuzumdan sonra ateist olmak gibi bir eğilimim olmayacağı için ben anlatılanları "semavi dinlerin birer mit olduğu" şeklinde değil de "tanrının mesajını insanoğlunun yanlış anlaması, yanlış yorumlaması" gibi algıladım. yani tamam, sen zekan ve bilincin hasebiyle yaratılanların en şereflisisin, ama sana hiçbir zaman dünyayı köküne kadar kurut, üzerindeki her şeye eziyet et denmedi ki be yavrum? öte yandan içinde olduğumuz durumdan kolay kolay sıyrılamayacağımızın da bilincindeyim maalesef.. gezegence freni patlamış bir arabanın içinde topluca felakete doğru gidiyoruz ve direksiyon herkesin elinde. sen elinden geldiğince bilinçli ol, ama hindistan'daki adam hiçbir şeye aldırmadan yirmi tane çocuk yaparken, amerika'daki adam dünyanın ağzına sıçtığını umursamaksızın en büyük suv'lerde gezip bol bol fast food tüketip dev havuzunu ve yemyeşil çimlerini gün aşırı suya boğarken neyin bilinci bu?? bilmiyorum... dünyanın en iyi kalpli insanlarından, nobel ödüllü muhammed yunus sosyal işletme kurmak kitabında "bir gün dünyanın hiçbir yerinde fakirlik kalmayacak! çocuklar fakirliği sadece tarih müzelerinde görecekler!" diye neşe ve umut aşılarken böyle kitaplar çıkıyor karşıma ve birden bütün umudumu kaybediyorum... neyse, öyle işte... (kapanış cümlesi bulamadı.)
  • daniel quinn abinin yazdigi bu kitap turner tomorrow fellowship award isimli bir odulle 500 bin dolâra layik gorulmustur. komitede ray bradbury dayi da vardir.
hesabın var mı? giriş yap