• opeth'i öyle 10 yıldır falan dinleyen bi adam değilim. gayet 20 seneyi aşkın süredir dinliyorum kendilerini. my arms, your hearse ile başladı bu yolculuk ve pain of salvation (pos) hayatıma girene (ya da acımasızca penetre edene) kadar açık ara hayatımda akıl almaz bi yeri oldu. ki pos aslında aynı dönemlerde de bildiğim, arada sırada bi iki şarkısını döndürdüğüm bi grup iken hayatıma acımasızca dalması ta ki 2009'a kadar falan sürdü. değişen canlılarız neticesinde...

    dark tranquillty'nin the mind's ı albümü ve yukarıda bahsettiğim my arms, your hearse bana müzikte yepyeni ufuklar açtı. herkesin böğürtü dediği şeydeki sanatsal değeri gördüm. değişen canlılarız neticesinde...

    morningrise'yi ilk dinlediğimde aklım başımdan gitti, inanamadım bi insanın böyle bir albüm yazabileceğine. sonra still life piyasaya düştü. bu kadar bütünlüğü olan bi albüm, bi sanat eseri nasıl yapılır aklım almadı. sonra aynı dönemde bi de dream theater'in metropolis pt. 2* albümü karşıma çıktı. ulan bu akerfeldt, lindgren, petrucci, portnoy falan galiba dönemimizin mozart'ı, beethoven'i sanırım dedim. sonrasında bu listeye delici bi güçle daniel gildenlöw girdi pos ile. değişen canlılarız neticesinde...

    sonra opeth deliverance'i çıkarttı. inanılmaz kafam karıştı başta, sevemedim, beğenemedim. ilk defa beşiktaş'taki pena müzik'ten alıp vapurda kadıköy'e geçerken dinlemiştim, dün gibi aklımda hayal kırıklığım. blackwater park da başta bana ters gelmişti ama akerfeldt'e saygımdan fazla ses çıkaramamıştım. o amatör, biraz da çiğ grubun gidip bu kadar profesyonellik kokan işler yapması hoşuma gitmemişti. sonra bi şekilde elime porcupine tree diye abidik (ironi!!) bi grubun bi cd'si düştü. kafam bulandı, hoşuma da gitti şerefsizlerin müziği, garip benzerlikler duydum (steven wilson sağolsun) bu iki albüm ile ama başta ignore ettim. sonrasında bi baktım ki bu iki albümde bi birer başyapıt gibi gelmeye başlamıştı bana. değişen canlılarız neticesinde...

    sonra da müzik ile ilgili yolculuğumda beklenmedik çok değişik yollar katettim. progressive rock hayatımın bi parçası oldu, eş zamanlı olarak black metal ile birlikte. borknagar, enslaved , behemoth gibi gruplar ile rush, genesis, king crimson gibi ilk görünüşte zıt gibi duran gruplar tabağımda idiler. ne obliviscaris, xanthochroid, persefone falan gibi adamlar ise aslında bu grupların o kadar da uzak durmadıklarını gösterdiler bana ve hepsini sevdim, kucakladım. değişen canlılarız neticesinde...

    sonra opeth bi gün heritage ile geldi. değişim inanılmaz idi... kolay hazmedilir türden bi değişiklik değildi son albümlerinde o yöne gidişin sinyalleri olsa da. ama yadırgamadım, birçok kişinin yaptığı gibi saldırmadım kendilerine. çünkü artık anlamıştım ki değişen canlılarız neticesinde...

    evet, bu dönemden sonra çıkan albümler benim için bi morningrise, still life olamadı asla. opeth çıkarmasa da dinler miydim emin değilim ama benim değişmeye hakkım olduğu gibi akerfeldt'in de fazlasıyla değişmeye hakkı ve hatta belki de ihtiyacı vardı. değişen canlılarız neticesinde...

    bu hafif hayal kırıklığım bu cumaya kadar böyle sürdü. bu arada opeth'i de çeşitli yerlerde en az 2-3 kere bu geçiş dönemlerinde canlı izledim. canlı izleyince aslında her seferinde biraz daha iyi anladım akerfeldt'in ne yapmak istdiğini. ve bence kendisi de arayışta idi, gelişiyor, değişiyor idi. değişen canlılarız neticesinde...

    bir çok kişinin fikrinin tersine şahsi fikrim akerfeldt in cauda venenum ile aradığını buldu ve geçiş, değişim sürecindeki en iyi, en olgun işi çıkarttı. ve biliyorum ki bu yine de kendisinin uğrayacağı son istasyon olmayacak. değişen canlılarız neticesinde...

    opeth'in bence 3 dönemi vardır. still life ve öncesi, blackwater park ve watershed arası dönem ve heritage sonrası dönem. watershed benim için hatta son döneme kayar daha çok. kendi dönemleri içinde de aslında hiç bir şey sabit değildir ama belli bir pattern vardır ve aslında bi sonraki dönemlere göz kırpan şeyler fazlasıyla gösterir kendini. bu detaylar olgunlaştıkça da yeni dönem başlayıverir. son dönemin de en oturaklı işi bence bu albüm. son dönemin başlangıcı da akerfeldt'in değişim ihtiyacının yanında bence lindgren'in ayrılmasıdır. bence lindgren akerfeldt'ten sonra grubun müziğindeki duygusallığa, ruha en büyük katkıyı yapan adam idi ve yokluğunun etklieri yeni yeni atılıyor.

    özetle herkesin fikrine saygı duymakla birlikte şunu söylebilirim: opeth bu albüm ile yıllar sonra başyapıt olarak anılacak bir albüm yapmıştır.

    tabi bu fikir de değişebilir. değişen canlılarız neticesinde...

    edit: eski opeth ve benzeri işler arayanlara devcord ve piah mater tavsiyemdir.
  • death metalle başlayıp kademeli olarak progressive rocka doğru giden eşi benzeri görülmemiş bir discografiye sahip grubun albümü.

    yaşayan bir organizma gibi ergenliğini atlatıp yetişkinlik dönemine giriyor ve bu albümde 35 yaşındaki artık aklı başında ne istediğini bilen bir opeth görüyoruz.

    geçmiş dönemine takılmak yerine böyle efsanevi bir grubun her çıkarttığı albümüne canlı şahit olmamıza sevinmemiz gerek.

    edit: cenavar gibi albümdür. disarmoni falan diyenlere konservatuvar diplomamı fırlatırım.

    beğenmeyen gitsin master of puppets dinlesin. burada sikiş var sikiş.
  • opeth'in güzel zamanlarının artık geride kaldığı zaman değil, devam ettiği zamanlarda çıkardığı yine çok güzel albümlerden birisi. bu adamlar artık eski yaptıkları müzikten sıkılmışlar ve yeni bir şey yapmaya karar vermişler ve 8 yıl önce grubun tarzını tamamen değiştirerek bu işe girmişler ve üzerine bu albümü de katarsak 4 albüm çıkarmışlar. daha önceki albümleri beğenmediyseniz, gelip bu albümü dinlemeniz bence zaman kaybı.

    bu adamlar çok rahat still life 2 gibi ticari işler yapıp, aynı şarkılara farklı melodilerle baştan yazıp dinleyiciyi söğüşleyebilirdi ama buna rağmen sevdikleri işleri yapıp, seyirciye rağmen albümlerini yapıyorlar. bu sanatçı işidir. bunu takdir ediyorum ve yeni işlerini de eskisi kadar seviyorum.

    maalesef opeth dinleyicisinin büyük kısmı progressive müzik dinleyicisinden ziyade eski kafalı metal dinleyicisi bu yüzden yeniliklere kapalı ve adamın yaptığı şeyleri anlamıyorlar. açık konuşalım çeşitli müzik zevkleri olan, kendini geliştirmiş, eklektik zevkleri olan insanların bu albümü sevmemesi için en azından bir zaman vermemesi için bir neden göremiyorum hele hele büyük bir opeth fanıysa gerekirse 10 kere dinler yine de anlamaya çalışır çünkü bu adamlarda zamanında sevdiği sanatçıların albümlerine böyle yapmış. gerçekten sevemediyseniz tabi size bir şey söyleme hakkım yok ama artık bu kullan at devri çok can sıkmaya başladı. artık en iyimiz bile sevdiğimiz grubun albümünü bir kere dinleyip etiketi yapıştırıyoruz. kendimizi müzik olarak geliştirmiyoruz. farklı tatlara kulak kabartmıyoruz. bu kadar imkan varken bu bizim müzik tutkumuzu geliştirmiyor, tam tersine geriletiyor çünkü bazı şeyleri çok kolay elde ettiğimiz için değer veremiyoruz.

    toparlamaya çalışırsam mikael ve dadaşları kendilerini heyecanlandıran, farklı işler yapıyorlar ve yapacaklar. bundan sonra yapacakları işlerin içinde çok ilginç death metal, grindcore pasajları bile olabilir ben yaptıkları müziklerin çok dar kalıplarda olduğunu düşünmüyorum. bizim seyirci olarak, hayran olarak yapmamız gereken normal bir gruba verdiğimiz şansın 2-3 katını en azından bu adamların albümüne verip ne yapıyorlar lan bunlar sorusuna cevap bulmak olmalı çünkü bana göre müzikten böyle zevk alınır.
  • sanırım çok uzun uzun analiz yapmaya kasmadan, artık göte göt dememizin vakti geldi. müsadenizle, ben lafı fazla uzatmayacağım.

    göt!

    bir grubun müzikal anlamda değişim geçirmesiyle hiç bir derdim yok. hatta, diğer müzik türlerinden prog'a doğru kayan grupların hepsinin başımın üzerinde yeri var desem yanlış olmaz. mastodon, tool, gojira, meshuggah, anathema gibi her albümde daha çok proglaşan gruplar dinlediğim müziğin %50'sini oluşturuyorlar. opeth de bu grubun içerisinde ki last.fm'e göre son 13 yılda en çok dinlediğim 2. grup. o yüzden değiştiği için opeth'e sinir olan tiplerden değilim. ancak, opeth'in geçirdiği değişim sadece proglaşmakla açıklanabilecek bir durum değil. yukarıda saydığım grupların tamamı, kendilerini özel yapan şeyi kaybetmeden değişim geçirirken, opeth, onları çok özel yapan şeyi tamamen kaybetmiş durumda.

    benim için, opeth'i özel yapan şey ürettikleri işlere tematik, duygusal ve müzikal olarak işlemiş olan "kontrast" olgusuydu. misal, meshuggah da komplex örgülü yüksek tempolu, prog-death türünde şarkılar yapıyor ancak opeth'i özel yapan aynı şarkının için son derece huşu vokalleri olan ballad pasajlar yerleştirebilmesiydi. akerfeldt dayımın melek/şeytan vokallerinin önderliğini yaptığı müzik, aynı şarkı içerisinde bile çok çarpıcı kontrastlar üretiyor, dinleyicinin hafızasına kazınan anları ardı ardına diziyordu.

    her ne olduysa, heritage albümü öncesi akerfeldt'in kontrastın şeytani yanı olan death metalden baydığını açıklamasıyla oldu. bu grubu tek başına yaratan insan olarak mikael akerfeldt, opeth'i istediği yöne çekme hakkına sahip ama şu an icra ettiği müziğin alıcısı kim diye bir sormak isterdim kendisine.

    heritage çıktığında, ben bunun bir deneysel albüm olduğunu düşündüm, belli ki akerfeldt bir arayış içerisindeydi ve "biraz da kendi dinlediğim müziği yapayım" kafasıyla ağır genesis, camel, caravan, marillion etkilerinin olduğu bir albüme imza atmıştı. akesson'un ısrarlarıyla biraz daha sertleşen sorceress albümü ümit vericiydi ancak in cauda venenum gösteriyor ki, akerfeldt'in arayışı henüz bitmemiş ve bu arayış sona erene kadar çıkacak albümler hiç kimseyi tatmin etmeyecek.

    her ne kadar heritage sonrası opeth, eski müziğinin yarattığı etkinin binde birini bile yaratamamış olsa da, müzik eleştirmenleri ve prog dinleyicisi tarafından hala el üzerinde tutuluyor. sanırım, "opeth yumuşadı, bozuldu" diyen gürüh ile aynı safta olmadıklarını göstermek için heritage sonrası opeth'in başarılı olduğunu iddia ediyorlar. bana göre son 3 albüm başarılı olmayı bırak, 5 kere dinlenebilecek kaliteye bile ulaşamıyor. opeth'in ordan oraya savrulup, akerfeldt'in çakılıp kaldığı folk-prog soundun üzerine hiç bir şey koyamadığı, denemeler sürüsünden öteye geçemeyen 3 tane albüm dinledikten sonra artık göte göt demenin zamanı geldi de geçiyor bence.

    opeth'in kötüye gidişinin yumuşamasıyla filan alakası yok. mikael akerfeldt'in ürettiği müzik death-prog türü içerisindeyken devrim yaratacak kalitedeydi, tür değişti opeth'in iyi bir folk-prog grubu olmadığı ortaya çıktı. nasıl metallica'nın bok gibi bir nü metal grubu olduğunu gördüysek, opeth'in de şu an yerleştiği türde başarılı olamayacağını hep birlikte göreceğiz. bu saatten sonra opeth, ya girdiği yolda devam edip ticari olarak başarılı olamamaya katlanacak ya da eskiye dönmek istemeyen yaratıcı motoru akerfeldt'in istemeyerek yaptığı geçmişe öykünen albümler yapacak.

    umuyorum, akerfeldt'in arayışı kendisini benim tahmin edemeyeceğim bir yere çıkarır. o zamana kadar,

    göt!
  • sorceress'e göre daha çabuk ısındım bu albüme. opeth'in eskisini de, yenisini de biliyorum. varmaya çalıştığı noktayı da anlayabiliyorum. bu adam sanatçı, sanatını üretiyor, icra ediyor, paylaşıyor. bize düşen alıp dinlemek, yorumlamak, arayışına ortak olmak.

    elinize sağlık diyorum, harika bir albüm olmuş. dinledikçe daha çok ısınacağız.

    not: 2003 civarı blackwater park ile başlamıştım dinlemeye. yaklaşık 16 yıldır dinliyorum.
  • charlatan'ı komple bass gitarla çalmışlar. 3 bass. dinlerken bir gariplik olduğunu hissedip araştırdım. vay anasını sayın seyirciler. ayrıca 4:03'teki the x-files ıslığı da kulaklardan kaçmıyor değil.

    fredrik åkesson:

    "mikael wrote the track, and ı really liked it. mikael’s daughter and my daughter even did the talking for that track, mine being the younger voice. lyrically, ı think mikael wrote it about religion and religious psychopaths. ıt’s kind of interesting too that there’s no guitars! we’ve never done that before, but mikael was afraid it would sound too nu-metal, and he wanted to avoid that territory, so when martin mendez played the original bass, mikael and ı both played bass too, left and right, with loads of distortion. we used the upper register of a tenor bass to get the higher pitches at the start. ıt’s not de-tuned at all, but we just cranked the fuzz pedals through the olsson amps and played bass! the other thing is, ı’m really happy with the “monk” choir ending, which ı think were appropriate with the theme of the song."

    ayrıca universal truth'un nakarat kısmının da chris cornell'e tribute olma ihtimali çok yüksek. dikkatli dinleyenin kulağından kaçmamıştır.

    (bkz: you know my name)
  • opeth özel, daha ziyade öznel bir grup. bu cümlemi grubun her dönemi için söyleyebilirim. death yaptığı zamanlarda da en farklı grupların başında geliyordu, progresif death kastığı vakitlerde de, tam anlamıyla progresif olduğu son dönemde de. ha progresif opeth'i çok beğenmem, o benlik bir durum. opeth kaynaklı değil, progresif olan müziği beğenmiyorum. bu yüzden çok öznel bir grup opeth.

    öyle uzun zamandır da açıp dinlemişliğim yok kendilerini. illaki takip ediyorum ama heritage'ı, pale communion'ı ya da sorceress'ı öyle aman aman bilmem. watershed, son sindirdiğim opeth albümüydü kendi adıma. belirtmem gerek, watershed'den sonra death metal yapsa da çok çok dinleyeceğimi zannetmiyorum kendilerini. çünkü opeth yapabileceği her şeyi yaptı. 1995'ten 2008'e kadar çok dar bir alan olan death metal'de, araya hep yeni bir şeyler kata kata, bazen kendisine zorluklar çıkara çıkara (5-6 şarkılık albümlerden bahsediyoruz zira) yapılabilecek en iyi albümleri yaptı. 20 dakikalık, 15 dakikalık şarkılar üretip insanların dikkatini hep ilk dakikadaymışçasına canlı tutamazsın. ama opeth bunu başardı. bu saydıklarım çok zor şeyler. üstelik iletişimin görece kısıtlı olduğu bir zaman zarfında yaptı bunu (kim bilir belki bu yüzden de yapmış olabilir, ayrı konu).

    opeth heyecan uyandırmayan bir grup da aynı zamanda. bunu kötü anlamda söylemiyorum. bilakis hatta. opeth bir albüm çıkaracağı vakit, 2000'lerin başını hatırlıyorum, kimse heyecanlanmazdı bizden. çünkü sunacakları o kayıt zaten çok iyi olacaktı. bundan kimsenin şüphesi olmazdı. o yüzden bizler, o gençlik çağımızda adamların çıkaracağı albümü beklerdik. sonunda tam da beklediğimiz üzere o albüm anlamsız derecede güzel olurdu. blackwater park'tan, delivarence'tan, damnation'dan bahsediyorum.

    sonra ne oldu. basit aslında, biz büyüdük. biz büyürken de opeth bizi hayvanlar gibi besledi. deli gibi doyurdu. ghost reveries ve watershed'lerse o deli gibi doyduğumuz yemeğin üstüne gelmiş damak çatlatan iki nefis tatlıydı. sonra yemekten kalktık... heritage, pale communion ve sorceress ise doyduğumuz aklımıza geldikçe, 'fakat güzel yedik' dedirten albümlerdi.

    peki in cauda venenum? in cauda venenum, o yemeğin -bir süre sonra- ardından gelen bol köpüklü sade bir türk kahvesi... çok iyi bir albüm. çok iyi bir albüm. beklentisiz dinlediğim ve umduğumun çok üzerinde bir albüm.

    opeth işte. ölüsü bile yeten gruplardan, bazen korkmak gerekiyor.
  • güzel bir progresif rock albümü. beğenmeyenler eski sertliği arayan arkadaşlar muhtemelen ama orchid, mayh, still life veya blackwater park sertliğinde albümlerin gelmeyeceğini damnation zamanlarından biliyor olmanız gerekiyordu gençler. bu albüme kötü bir albüm diyemezsiniz ama kötü bir opeth albümü demek tercih edebileceğiniz biz söylem olabilir.

    edit: plak formatında edinip dinleyecek arkadaşlar picture disk versiyonunda çok fazla cızırtı olduğunu bilsinler.
  • hıyar gibi bugüne kadar sürekli ingilizce versiyonunu dinlediğim albüm.
    dün gece yürüyüş yaparken bir de isveççe (doğru yazılışı da buymuş) versiyonuna bakayım dedim, ağzım açık kaldı, çünkü iki versiyon arasında ciddi fark var ve albümün orjinali isveççe.

    üstelik albümün normalde isveççe kaydedildiğini ve son dakikada ingilizce versiyonunun çıktığını bilmeme rağmen, ingilizce versiyonunda ısrar etmiştim. hıyarlık kısmı da burası.

    haliyle albümün ingilizce versiyonu, beste yapısından prodüksiyona, mix mastera kadar bir sürü şey kaybetmiş, daha çok demo versiyon gibi bir şey olmuş. o yüzden size tavsiyem, albümün isveççe versiyonunu dinlemeniz ve öyle değerlendirmeniz, kalkıp tool çakmalığından yeni yeni kurtulan soen'le karşılaştırmamanız.
  • kapağı windows 98 mystery ekran koruyucuna benzeyen opeth albümüdür.

    https://i.ytimg.com/…/du9u8ak8rok/maxresdefault.jpg

    https://i.ytimg.com/…/pg4ditaxloe/maxresdefault.jpg
hesabın var mı? giriş yap