• emniyet istihbarat daire başkanı sabri uzun'un bugün çıkan kitabı. soner yalçın'ın iddiasına göre hanefi avcı'nın kitabı yenilir yutulur bir kitap değildi ama sabri uzun'unkinin yanında solda sıfırdı. kitapta neler yok ki:

    deniz baykal'ın seks kasedi:

    "
    dönemin eski emniyet istihbarat dairesi başkanı sabri uzun, deniz baykal’a kaset komplosunun perde arkasını kitaplaştırdı. uzun, kitabında “deniz baykal’ın olayında görev alan 5 polisin ismi, başka bir nedenle verilen 35 kişilik taltif listesinin içine yazılarak ödüllendirilmişti. taltif veren komisyon dışında herkes ne olduğunu biliyor” diye yazdı.

    hürriyet'ten toygun atilla'nın haberine göre; emniyet istihbarat dairesi eski başkanı sabri uzun, bugün piyasaya çıkacak ‘in-baykal kasedi-dink cinayeti ve diğer komplolar’ isimli kitabında, eski chp genel başkanı deniz baykal’a kurulan kaset komplosunda yer alan 5 polisin ödüllendirildiğini ileri sürdü ve şöyle yazdı: “bütün bu olayların deniz baykal’ın gizli görüntüleri ile alakasını ise aldığım bir duyum sonucu kurdum. baykal’ın gizli görüntülerinin kaydedildiği eve farklı bir grup tarafından benzer bir operasyon yapılmış. söz konusu ekip operasyon nedeniyle bir de ödül almıştı. süleyman b.’nin evine kamera yerleştiren ekip de deniz baykal’ın olayındaki gibi taltif-ödül beklentisine girmişti. riske girmemelerine rağmen ödül almaları, ötesinde yakalandıkları için başka yerlere sürgün edilmeleri bu polisleri sinirlendirmiş, sağda solda konuşmaya başlamışlardı. deniz baykal’ın olayında görev alan 5 polisin ismi, başka bir nedenle verilen 35 kişilik taltif listesinin içine yazılarak ödüllendirilmişti. taltif veren komisyon dışında herkes ne olduğunu biliyor.”

    kumpas örgüsü nasıl işliyor

    sabri uzun kitabında, izleme ve dinleme operasyonlarında hedef kişinin ilk önce telefonlarının dinlenmesiyle ‘operasyonların’ başladığını belirterek, kumpas örgüsünü şöyle tanımlıyor:

    - bu dinlemenin yapılması için önce karar verecek mahkeme aldatılır.

    - hedef şahıs terör örgütü mensubu gibi gösterilir, telefonun ımeı numarası (makine numarası) üzerinden dinleme talep edilir.

    - bu metotla mahkeme yanıltılıp, telefon dinlenmeye başlandıktan sonra hedef alınan kişinin ya da parti başkanının özel hayatına dair bilgiler derlenir.

    - diyelim ki hedef alınan şahıs ankara’da bir evde kadınla birlikte olacak, kadın ve erkeğin telefonları baz istasyonlarından saniye saniye takip edilir.

    - erkek ve kadın bir apartman dairesine girdiklerinde yer tespit cihazı (imsi katcher) denilen cihazla tam olarak hangi dairede, hangi odada oldukları tespit edilir.

    çilingir hasan’a açtırdılar

    - bu sefer buluşma yapılan evsahibinin telefonları dinlemeye alınır. evsahibinin evde bulunmadığı bir gün ve saatte ankara’daki çilingir hasan usta ‘bir çalışma yapacağız’ denilerek görevlendirilen ekibin beraberine alınarak götürülür. hasan usta’nın açtığı kapılardan girilerek, teknik şube uzman personeli tarafından gizli kamera birlikte olunacak yatak odasını gösterecek şekilde yerleştirilir. sokakta beklemekte olan alıcı yerleştirilmiş cihazda kayıt yapılıp yapılmadığı tespit edildikten sonra o evden ayrılınır.

    - telefonu dinlenen erkek ve birlikte olacağı kadın, birbiriyle telefonla konuşup, randevulaştıklarında görevlendirilecek kaydetme ekibi de bilinen evin yakınına gidip yerleşerek önce gidip test yapar sonra da kayda başlar.

    - bu şekilde yapılan kayıtlar da yeri ve zamanı geldiğinde (mesela seçim döneminde) internet aracılığıyla yayınlanmaya başlanır.

    ikincisi paksüt yöntemi

    - ikinci yöntem anayasa mahkemesi başkanvekili osman paksüt ile eşi ferda paksüt’e yapılan yöntem gibidir. partner veya doblo tipi kamyonetin içine a15 cihazı konulur. bu cihazın hafızasına dinlenmek istenen telefonun numarası kaydedilir. a15 cihazı ve cep telefonu aynı baz istasyonunu bölgesinde bulundurulduğundan konuşmalar otomatik olarak kaydedilir.

    ev sahibi yakaladı ama

    sabri uzun kitabında bu dinleme cihazları ile yapılan bazı operasyonların da açığa çıktıklarını belirtiyor. ankara’da çukurambar ve keçiören’de, çankaya’da polislerin gizlice girerek kamera yerleştirmeye çalıştıkları evlerde fark edildiklerini, olaya hırsızlık süsü vererek kaçtıklarını, bu olayların da kayıt altında olduğunun altını çiziyor: “diyarbakırlı yurttaşımız süleyman b.’nin evine dinleme-izleme cihazı yerleştirme sırasında ankara istihbarat şubesi’nin 4 ekibi, çevre güvenliği ve gözcülük yapmıştır. buna rağmen evsahibi bir görevliyi yakalayıp yıldızevler polis karakolu’na teslim etmiştir. söz konusu memur istihbarat dairesi’nde görevli şube müdürü tarafından hiçbir tutanak düzenlenmeden alınmıştır. görev verdikleri memur il dışına sürülmüştür.”
    "
    [http://www.odatv.com/…era-yerlestirdiler-0901151200 http://www.odatv.com/…era-yerlestirdiler-0901151200]

    recep tayyip erdoğan'ın başbakan olması

    "
    sabri uzun…
    1968’de ankara polis koleji’ne girdi. 1974’te polis akademisi’ni bitirdi. 1978’de polis istihbarat kursunu tamamladı. 1979’da uşak istihbarat şubesi’ni kurdu.
    45 yıllık mesleki hayatının 28 yılı istihbaratta geçti.
    üç kez emniyet genel müdürlüğü istihbarat daire başkanı oldu:
    1) 27 haziran 1997…
    2) 14 haziran 2001…
    3) 12 haziran 2003…
    yani… bugün kitapçılarda olan “in” kitabının yazarı sabri uzun sıradan bir polis değil.
    yazdıkları da hiç sıradan değil…
    örneğin, deniz baykal’ın seks kaseti ayrıntıları üzerinde duruyor; nasıl dinlendi; nasıl takip edildi; eve nasıl kamera yerleştirildi ve eve kamera koyan polisler nasıl taltif edildi? ayrıca…
    baykal’ın chp genel başkanlığından ayrılırken söylediği, “pensilvanya’dan aldığım mesajın samimiyetine inanıyorum…” diyerek cemaat’i aklamasının kodlarını çözüyor:
    “ben, kendisiyle ilgili kayıtların, yayınlanmadan önce baykal’a verildiğine inanıyorum. bu görüntüler deniz baykal’a cemaat’in bir imamı tarafından, sanki kendilerinin hiç ilgisi yokmuş gibi gösterildi, ‘bize böyle bir kaset verdiler ama yayınlamıyoruz’ denildi ve baykal’ın da sonradan bu nedenle teşekkür etmesi sağlandı. hatta ‘varan 1’ kasetinden sonra ‘varan 2’ ve ‘varan 3’ kasetlerinin varlığından bahsedildiğini ve baykal’ın bu yöntemle ‘teslim alındığını’ düşünüyorum (…) deniz baykal’a söz konusu kaseti ilk götürenler cemaat’in polisleri değil, bir gazeteci. böyle bir durumda polis kullanmazlar.”
    kimdi bu gazeteci?
    kitabın bir başka yerinde şu cümle ilgimi çekti:
    “deniz baykal’ı, 22 şubat 2003 günü, cemaat’e bağlı samanyolu televizyonu’nun ankara temsilcisi haluk örgün, istanbul beylerbeyi’nde seaport restaurant’ta düzenlediği yemekte, ak parti genel başkanı (henüz milletvekili seçilememişti) recep tayyip erdoğan’la buluşturmuştu!”
    erdoğan’a milletvekilliği ve itibarıyle başbakanlık yolunu açan ilgili seks kaseti mi?
    soru çok… baykal’ın açıklama yapması gerekiyor…

    mesut yılmaz’a kaset tuzağı

    mesut yılmaz’ın başında bulunduğu 55’inci hükümet’in cemaat tarafından yıkıldığını bilmiyordum; sabri uzun’un kitabından öğrendim:
    “türkbank’ın özelleştirilmesiyle ilgili, işadamı korkmaz yiğit ve alaattin çakıcı arasında geçen telefon konuşmasının ses kaydı, 1998 yılında cemaatçi polisler tarafından bir milletvekiline verilip, mevcut hükümet düşürülmüştü.
    türkbank kasetinin basına nasıl sızdırıldığını tam olarak öğrenememiştim. bu olayın sırrını temmuz 2011’de, yani olayın üzerinden 13 yıl geçtikten sonra öğrendim.
    kaset, polis memuru çetin y. tarafından kopyalanarak, amiri s.’ye verilmişti. s. bu kaseti ankara’da görevli b.a.’ya vermiş, b.a. da bir ağabeyi vasıtasıyla, chp milletvekili fikri sağlar’a ulaştırmıştı.
    ses kasetini dinleyen fikri sağlar, chp genel başkanı deniz baykal’a bilgi vererek, onun da onayını alarak, kamuoyuna duyurmuş, anap hükümeti’nin düşmesine sebep olmuştu.
    öte yandan bu kaset servis etme işini istihbarat dairesi başkan yardımcısı âdem demir’in yaptığı söylenerek, yetkili makam sahipleri yanıltılmış ve demir ekarte edilmişti…”
    sabri uzun’un “in” adını verdiği kitabı şaşkınlık içinde okuyorsunuz; devletin nasıl bir acze düşürüldüğüne inanamıyorsunuz. örneğin şöyle diyor:

    hablemitoğlu cinayeti:

    “hablemitoğlu cinayetini aydınlatmak için çok gayret gösterdim. görevlendirdiğim şube müdürü, her defasında, ‘tespitlerimize göre katil istanbul’dan gelip, cinayeti işleyip dönmüş’ dedi. meğerse ben, hablemitoğlu cinayetini aydınlatma görevini, cemaat’in şakirdine vermişim…”
    necip hablemitoğlu cinayet dosyasının yeniden açılması şarttır…
    cemaat cinayetleri
    hablemitoğlu’nu kimin öldürttüğü belli; cemaat!
    merak ettiğim tetiği kime çektirdiler; bir polis şakirdine mi, yoksa bir “polis haber alma elemanına” mı? şöyle…
    bu köşede, 11 eylül 2007’de ankara’da “bulunan” bomba yüklü minibüs yalanını yazmıştım. (sözcü, 26 aralık 2014)
    sabri uzun kitabında olayın ayrıntılarını yazıyor ve soruyor:
    “ey cemaat imamı polis müdürleri!
    bu minibüsü, bir yardımcı istihbarat elemanına siz kiralatmadınız mı?
    o patlayıcı dediğiniz gübreyi siz satın aldırmadınız mı?
    o minibüsü, kendi ajanınıza verip ankara’ya siz getirtmediniz mi?
    o minibüsü, kurtuluş katlı otoparkı’na siz park ettirmediniz mi?
    park ettirmeden önce üç-dört gün istihbarat dairesi’nin kapalı garajında bekletip, abd’deki ikiz kuleler’e yapılan 11 eylül saldırılarını çağrıştırsın diye 11 eylül 2007 gününü özellikle beklemediniz mi?
    üzerinde parmak izi bulunmasın diye istihbarat dairesi’nin garajında yıkattığınız minibüsü bir polis memuruna eldivenle kullandırmadınız mı?
    siz, bugüne kadar “parmak izi bulunmaması için” polis tarafından yıkatılan örgüt arabası gördünüz mü?
    o minibüsü, kurtuluş otoparkı’na park etmeye götüren polis memurunun kamera kayıtlarına yakalanmaması için şapka giymesini emreden daire başkan yardımcısı kim; o memur kim?
    bu olayda kullandığınız yardımcı istihbarat elemanına 30 bin dolar ödediniz mi?”
    vay… vay… vay… hangisini yazayım?..
    demek, cemaat polisleri kullandıkları istihbarat elemanlarına para veriyordu! hablemitoğlu’nun katiline kaç lira verdiler?
    sabri uzun “in” kitabında; cemaatçi polislerin kendilerini jitem olarak tanıtıp, cevzet soysal isimli hizbullahçı’yı 1999’da batman pınarbaşı mahallesi’ndeki evinin önünden kaçırıp, öldürüp, beşiri kırsalına gömdüklerini ayrıntılarıyla açıklıyor.
    sabri uzun’un kitabından sonra, başta bazı chp’liler olmak üzere kimileri cemaat’i savunmaya devam edecekler mi?

    "
    [http://sozcu.com.tr/…nu-seks-kaseti-mi-acti-704242/ http://sozcu.com.tr/…nu-seks-kaseti-mi-acti-704242/]

    tayyip erdoğan'a sözde suikast iddiaları:

    "

    eski emniyet istihbarat daire başkanı sabri uzun çok konuşulacağa benzeyen “in” adlı kitabında, recep tayyip erdoğan’a yapılacağı iddia edilen suikast girişimlerinin perde arkasını yazdı.

    sözü uzatmayalım ve kırmızı kedi yayınevi’nden çıkan “in” kitabından ilgili bölümü okuyalım:

    “cemaat polislerinin pkk ile ilgili siyasetlerine ve kontrolü kaçırmamak için yapabileceklerine dair bir örnek vereyim. cemaat bu kumpasla zamanın başbakanı recep tayyip erdoğan'ı korkutmayı, "büyük operasyon" yaptıklarını göstermeyi ve bu "tuzak sonucunda" para ödülü almayı hedeflemişti.

    önce, van'dan mercedes vito marka bir minibüs ayarlandı. güya bu minibüse pkk 580 kilo patlayıcı yüklemiş ve bu patlayıcı yüklü panelvan minibüsü ankara'ya getirmiş, kurtuluş semtindeki çok katlı otoparka park etmişti.

    bu esnada yapılan ihbara göre pkk, 11 eylül olaylarının yıldönümünde, yani 11 eylül 2007 günü, başbakan erdoğan’a suikast planlamıştı. başbakan öldürülecekti.

    ihbar sonucu, o bomba yüklü minibüsü "polis köpekleri" otoparkta buldu(!), bomba uzmanları müdahale ettiler(!). bu başarılı operasyon sonrasında başta recep g. olmak üzere, tüm cemaat polisleri nakit para ödülü alacaktı!

    yaşananların bu kadarla sınırlı kalmadığını da belirteyim.

    o minibüste "bulunan" bir cep telefonundan hareketle operasyon yapıldı ve hat sahibi alparslan özkan, 13 eylül 2007'de yakalandı. özkan, telefonun kendisine ait olmadığını, hattı ise üniversite öğrencisi idris nakçi'nin kullandığını söyledi. iki gün sonra eskişehir'den ankara'ya gelirken yakalanan idris nakçi, pkk’nın eskişehir’deki gençlik örgütlenmesinin sorumlusu olduğu suçlamasıyla tutuklandı. onun ardından odtü öğrencisi ali sayan ve alpaslan özkan'ın gitar kursundan arkadaşı mustafa bayar da bombalı minibüs olayının faili oldukları gerekçesiyle cezaevine konuldular.

    başbakan erdoğan'a suikast düzenlemek amacıyla van'dan getirilen "bombalı araç" işi, dört üniversite öğrencisinin üzerine kalmıştı. yargılama sonucunda mustafa bayar beraat etti. idris nakçi 20 yıl 11 ay 20 gün; ali sayan 8 yıl 9 ay, alpaslan özkan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

    üstelik bu olay, bazı medya organlarında "ergenekon-pkk bağlantısı"nın kanıtı olarak yazıldı çizildi!

    ey cemaat imamı polis müdürleri!

    bu minibüsü, bir yardımcı istihbarat elemanına siz kiralatmadınız mı?

    o patlayıcı dediğiniz gübreyi siz satın aldırmadınız mı?

    o minibüsü, kendi ajanınıza verip ankara'ya siz getirtmediniz mi?

    o minibüsü, kurtuluş katlı otoparkı'na siz park ettirmediniz mi?

    park ettirmeden önce üç dört gün istihbarat dairesi'nin kapalı garajında bekletip, abd'deki ikiz kuleler'e yapılan 11 eylül saldırılarını çağrıştırsın diye 11 eylül 2007 gününü özellikle beklediniz mi?

    üzerine parmak izi bulunmasın diye istihbarat dairesi'nin garajında yıkattığınız minibüsü bir polis memuruna eldivenle kullandırdınız mı?

    siz, bugüne kadar "parmak izi bulunmaması için" polis tarafından yıkatılan örgüt arabası gördünüz mü?

    o minibüs, kurtuluş otoparkı'na park etmeye götüren polis memurunun kamera kayıtlarına yakalanmaması için şapka giymesini emreden daire başkan yardımcısı kim; o memur kim?

    bu olayda kullandığınız yardımcı istihbarat elemanına 30 bin dolar ödediniz mi?

    son sorum:

    o minibüs kurtuluş otoparkı'na "cemaat" park etti", yine "cemaat buldu" dersek daha doğru olmaz mı? neden "polis köpekleri buldu" diyerek o masum köpekleri kendi komplonuza alet ediyorsunuz?

    o "polis köpeği" dediğiniz köpekler mi daha dürüst, yoksa cemaat'in sözde polisleri mi daha dürüst?

    o polis köpekleri, hiç bir zaman başbakan'a komplo kurup sonra da kurdukları komployu "para ödülüne" çeviremezler!

    başbakan'ın özel uçağına sabotaj

    görev yaptığım süre içerisinde recep tayyip erdoğan'a yönelik hayali suikast iddiaları da ortaya atılmıştı. bunlardan birini daha anlatmak isterim.

    başbakanlıkta üst düzey bir yetkili, 2005 yılı başında bir gün beni başbakanlığa çağırdı. bu yetkili bana, kendilerine, başbakan'ın uçağına sabotaj gerçekleştirileceği şeklinde bilgi ulaştığını; bu konuda istihbarat daire başkanlığı'na bilgi gelip gelmediğini, böyle bir bilgi gelmişse, konunun dikkatlice incelenmesini emretti.

    kendilerine bunun bir "deli saçması" olduğunu söyledikten sonra şunları ekledim:

    "bir ülkenin başbakanı'na uçağına sabotaj yapmak suretiyle havada suikast gerçekleştireceksiniz, bu düzenbazlığı yaparken karşı tarafa (başbakanlığa) bilgi sızdıran kişi veya kişileri de bu tuzağı kuran grubun-örgütün içine alıyorsunuz ve bu kişi hedef kişiye (başbakan'a) bu gizli bilgiyi ulaştırıyor.

    böyle bir suikast amaçlanmışsa, hemen gerçekleştirilir, sürüncemede bırakılmaz, karşı tarafa (başbakanlığa) bu bilginin sızdırılmasının (örgüt içinde) cezası ölümdür.

    kanaatime göre, birileri kendilerinin önemsenmesini istiyor; başbakan'ın 'hayatını kurtaran adam' durumuna gelmek istiyor; böyle bir bilgi bize gelmedi, gelmiş olsaydı da bir saniye geciktirmez, başbakanlık makamına derhal bilgilendirirdim."

    konuşmada bir kurum veya şahıs ismi geçmemişti ama türk silahlı kuvvetleri'nin ima edildiği anlaşılıyordu. bu ihbara göre tsk mensupları başbakan'a suikast yapacaklardı! bu haberi gönderen kişi de başbakan'ı koruyor ve sahipleniyordu!

    habere inanmadığım halde önemsedim; daire başkanlığı personeline de yaymadan, kendi kişisel gayretlerimle inceledim, araştırdım. bu olayın gerçekleşmesi halinde benim omuzlarıma dayanılmaz bir yük binecekti; işin ihmale, önyargıya gelir tarafı yoktu!

    devlet terbiyesi almış bir istihbarat daire başkanı için görev, "olmamış bir olayı, olmuş gibi hesap edip, onun sıkıntısını olmadan yaşamaktadır."

    sonradan öğrendiğime göre (bu bilgiyi belgeleyemem ve dinlediğim kişileri bu konuyu anlatmaya zorlayamam), "başbakan'a suikast yapılacak" haberi, abd'de yaşanan bir vatandaşımızdan gelmişti.

    söz konusu ihbar aslında başbakan'a, "bize sığın, kendi kendine atama yapma, seni ancak biz koruruz. bizim istihbaratımıza güven, bizim 'onayımız olmayan' görevlilere güvenme, onların yerine bizim bağlılarımızı görevlendir" gibi mesajlar içermekteydi.”

    "
    [http://www.odatv.com/…lari-ortaya-cikti--0901151200 http://www.odatv.com/…lari-ortaya-cikti--0901151200]

    ve daha neler neler...
  • dün çıktı, bugün öğlen elime geçti, şu saat itibariyle bitti.

    dikkat bundan sonrası spoylır!

    kapağı, editörlüğü (bir tane yazım hatası gördüm), dili güzel. soner yalçın, hanefi avcı veya ahmet şık gibi sürekli tekrar etmemiş sabri bey her şeyi.

    "in" de herhalde; hükumete al sana inleri bu, böyle çalışıyorlar demek için seçilmiş. bilemiyorum.

    gelelim cemaat konusunda yeni ne ekledi benim literatürüme:

    doğu'da hep jitem'in suçlandığı o faili meçhuller var ya, hepsi onların değil galiba. cemaat polislerinin infaz ettiği hizbullahçıların bilgileri var kitapta. zaten kimse (kimseyle kastettiğimiz artık savcılar, müfettişler, hakimler, mahkeme kararları) çıkıp şimdiye kadar belgelemese de cemaatin elinde çok kan var gibi: necip hablemitoğlu ve hrant dink ilk aklımıza gelenler değil mi? herkes biliyor, kimse söylemiyor durumu.

    ben herhalde akp'nin yaptığı birkaç iyi şeyi yeterli bulmadığımdan veya sadece partiyi, liderlerini, politikasını bir şekilde sevemediğimden; hep bu cemaat savaşında, paralel yapıyla mücadelede akp'yi ve rte'yi samimi bulmuyordum.

    sabri uzun'un aklıma düşürdüğü: akp'nin buna gücünün yetmeyeceği. sonuç cemaat bu diyarda daha eski, daha bilgili, daha örgütlü. akp cahil ve beceriksiz kalıyor kıyaslayınca. artı zaten içlerinde çok kişi var cemaatle savaşılmaması gerektiğine inanan.

    ve akp dışında da, bürokraside, yargıda veya herhangi bir yerinde devletin; akp'ye güvense bile (hükumetler öyle ya da böyle geçicidir) cemaatten korkudan hiçbir şey yapmaya gücü yetmeyenler var. sağlam irade onlara güven vermiyor muhtemelen.

    400 bin militanı, 200 milyar dolar serveti ve aslında hiç bilmediğimiz, su yüzüne çıkmamış "ari ırk" bürokrasisi ile biz bu illetten kurtulamayacağız. onlar istedikleri adamı seçtirecek, istedikleri haracı toplayacak, istedikleri gazeteyi okutacak bize daha çok yıllar. içten çözülmedikçe...
  • sabri uzun'un harika kitabı.
    bitirmek üzereyim.
    hanefi avcı'nın haliç'te yaşayan simonlar'ından sonra "vay amk" demekten dilim damağım kurudu.
    kitabı bırakamıyorsunuz okurken.
    türk halkı azıcık tepki gösterebilir olsaydı bu kitap ortalığı kasıp kavururdu kesin.
  • ilkokul yıllarında insan kelimesinin kökü olduğunu iddia ettiğim kelime. dayanağım da şuydu mesela "in misin cin misin" derken, ordaki in'i kişi, insan yerine kullanıyorduk. zamanla türeyip insan olmuştu, ama in önceden insan demekti. bu durumda -san da bir yapım eki oluyordu, çok nadir ve benim duyduğum kelimeler arasında eşi benzeri olmayan bir yapım ekiydi. yani insan kelimesi türemiş bir kelimeydi. bu iddiam ilkokul öğretmenim tarafından hiç ciddiye alınmadan yok öyle birşey denerek geçiştirildi, ama hocam bakın in misin cin misin diyoruz diye itiraz etsem de, o öyle uyumlu olsun diye söylenmiş, sen sakın insanı türemiş isim diye düşünme testlerde dendi. ama içim pek rahat değildi, mesela bir sürü korkunç hikaye duyardık kişi karşısındakini teyzesi sanıyordu ama o aslında teyze kılına girmiş bir cin oluyordu, demek ki cinler insan kılığına girebiliyordu, bu durumda gördüğümüz birine in misin cin misin diye sormak, sırf uyum olsun diye değil de anlamlı oluyordu. lakin bu düşüncelerim sonuç vermedi, insan türememiş bir kelime olarak kaldı, ben de testlerde öyle düşündüm. ama şimdi biri gelse, evet insan in kelimesinden türemiştir dese, yeniden o 11 yaşındaki çocuk olurum, sokaklarda yollarda coşup koşarım, aklıma öğretmenimi getirip kabıma sığmaz taşarım. hoş, yanlışlarda olduğum kesinleşse bile, testlerde neyi işaretlemiş olursam olayım, benim için hep insan kelimesinin kökü olarak kalacak galiba in, çocuk aklımın dil bilimine verdiği değeri bilinememiş armağan.*

    edit: hülya bulut sağolsun, öğrendim ki yaklaşmışım ama tutturamamışım. insan kelimesinin kökü in değil insmiş. yani "ins misin cin misin" derken s'yi yuvarlayıp atıvermişiz. eh tam anlamıyla tutturamasam da , ilkokul öğretmenimin dediği kadar da alakasız değilmişim. sevindim gibi.
  • insan demektir bir yönüyle de.. hani inle cin top oynar ya kimileyin; işte oradaki, cinin oyun arkadaşı olandır..
  • küçük mağara
  • babamın odamdan bahsederken kullandığı kelime.
  • sabri uzun'un 1 günde bitirdiğim "the cemaat" temalı kitabı. anlattıklarının onda biri doğru olsa bu ayıp cemaate yeter de artar. ancak, kocaman bir ancak var ortada.

    sabri uzun kitabı öyle yazmış ki sanki cemaatin yolsuzlukları ve hukuksuzlukları olmasa türkiye doğudan batıya bir cennet bahçesi. emniyet mensuplarını "cemaat şakirtleri" ve "cemaatin zulmüne uğrayanlar" olarak ikiye bölmüş mesela. cemaatçiler her türlü pisliği yapıyor, diğerleri hep kahraman türk polisi. bürokraside, tsk'da, ülkenin stratejik her noktasında pisliği yapanlar hep cemaat, diğerleri hep sütten çıkma ak kaşık.

    gerçekler böyle mi peki? keşke bu kokuşmuşluk sadece bir cemaatle sınırlı olsaydı. belki o zaman devletin tüm kurumlarıyla cemaate savaş açmasının bir anlamı olurdu. oysa adam kayırmacılık, kendisinden olmayanı terfi ettirmeme/başka illere sürme/meslekten uzaklaştırmak için kumpas kurma gibi ayak oyunları bu ülkenin devlet geleneği, tarihsel bir gerçeği. bugün hangi dini ya da siyasi ideolojik yapılanma göğsünü gere gere "bizim mensuplarımız namusuyla, şerefiyle, hiçbir usulsüzlüğe bulaşmadan vatana hizmet etti" gibi bir cümle kurabilir ki?

    bugüne kadar kim muktedir olduysa kendi yandaşlarını kayırdı, muhalifleri sindirdi. şimdi bunu ılımlı islam maskesiyle cemaat yapıyor, belki daha örgütlü ve daha planlı bir şekilde. neticede bu kadar örgütlü olabilecek azimli bir kitle yakalayabilen hangi kesim olsaydı aynı filmi seyrediyor olurduk.

    sabri uzun 40 yıllık emniyet tecrübesinin ve istihbarat daire başkanlığı yapmış olmanın getirdiği inanılmaz bir bilgi birikimine sahip, adeta bir kara kutu. bu anlamda anlattıklarını değerli buluyorum. ama hem olaylara tek taraflı yaklaşması hem de 300 küsür sayfalık kitabın toplasan 1 sayfasında rte ve avenesine getirilmiş elle tutulur bir eleştiri olmaması sebebiyle daha iyisini yapabilirdi diyorum.

    her şeye rağmen okunmasını tavsiye ettiğim bir kitap. güncel siyasete ilginiz varsa baya ilginizi çekecektir.
  • en iyi arkadaşı cin'dir. beraber top oynayıp durur bunlar, başka da birşey yapamazlar zaten.
hesabın var mı? giriş yap