• kitap geçmişe atıflar yapa yapa bir askerin gözünden savaşı anlatır. paul baumer ve profesör kantorek'in tedrisatından geçmiş bütün o gençler, albert kropp, müller, leer, franz kemmerich bir üst jenerasyonları tarafından gaza getirilip olabilecek en sefil koşullarda savaşmak üzere resmen iteklenirler. önceden altı ay kadar eğitimde savaşın bütün tedrisatını 1871 fransa prusya savaşını yaşamamış ancak duymuş gelmiş nesil tarafından alırlar. burada çocuklukları evvela himmelstoss adında eski posta memuru bir astsubay tarafından eğitimle yontulur. çamurlarda süründürülür, aşağılanır ve dövülürler. sonra cepheye sürülürler.

    nihayetinde 17 yaşında çocuktur bunlar. savaşı kitaplardan okumuş ve kendileri savaşmak yerine onları "demirden nesil" diye mektuplarla gaz veren hocaları yüzünden orada olduklarının farkına varırlar. vardıklarında gördükleri yüzünden gün be gün çocuklukları da kendilerinden uzaklaşmaya başlar. süngülerle, el bombalarıyla, küreklerle kendilerini öldürmeye gelen düşmanı öldürürerek hayatta kalır ancak artık kendileri olarak kalamazlar. siperler diz boyu çamurdur, fareler askerin ekmeğine ulaşmak için üzerinde dolaşmaktadır. her tarafları bit doludur. ona rağmen müller siperde lise matematik denklemleri mırıldanır. albert kropp durduk yerde tırnaklarını temizlemeye başlar. eskiye olan bağlarını bilmeden de ayakta tutmaya çalışırlar. ama olmaz.

    burada hikayeye almanya'nın taşrasından gelmiş hayat gailesinde olan karakterler de eklenir. kunduracı stanislaus katczinsky, çilingir tjaden, amele haie westhus, tarlasını düşünen çiftçi detering çekilen çilenin odağını daha da yukarı çeker.

    hikayenin ortalarında paul'a evci izni verilip eve yollandığında odasını artık yabancı bulur. dolaptaki elbiseleri başka birine ait gibidir. içinde büyüdüğü evi tanıyamaz. annesi hala annesidir ama hastadır. daha bir hafta öncesinde cephede siperlerde pislik içinde iken, çarşıya çıkıp birahanede savaşla ilgili atıp tutan üst neslini dinler. kendi gördükleri ile onların anlattıkları arasında hiçbir bağ kuramaz.

    cepheye döndüğünde kendisinden de küçük, eğitim almamış çocukların cepheye gelip öldüğünü görür. işin kendi ile bitmeyeceğini de farkeder.

    düşmanı öldürdükçe törpülenen masumiyetleri üstüne birbirlerini de kaybetmeye başlarlar. joseph behm ilk ölen sınıf arkadaşlarıdır, beden eğitiminde maharetli franz kemmerich bir bacağını kaybeder, ve hastanede ölür. albert kropp, müller, westhus hepsi sırayla ölürler. aslında bir tür baba figürü olan katczinsky öldüğünde paul'ü hayatta tutacak pek bir şey kalmamıştır. çocukluğu, geleceği üstüne bütün arkadaşları da ölür. ondan sonrası zaten boşvermişliktir. nihayetinde kitabın sonlarında genç yaşında bu kadar görüp çekmiş bir çocuk, hikayeyi anlatan paul baumer öldüğünde artık yüzünde hiçbir acı veya korku emaresi yoktur. bu ortamdan çıkıp gittiğine, daha da üstüne bütün bunları yaşadıktan sonra sivil hayatla yüzleşmediğine memnun gibi bir hali vardır.

    paul hikayeyi anlatan, her şeyi üstünde toplandığı odağımızdaki karakterdir. kaybı bir okur perspektifinden en büyük trajedidir, en büyük kayıptır. roman boyunca kendisinin geri dönüp başardığını okumak isteriz ama olmaz. üstüne kendisinin öldüğü gün cephede hareketlilik azdır. alman ordu tebliği o günün raporunu direkt "garp cephesinde yeni bir şey yok" olarak yazmıştır. aslında bizim için çok büyük bir kayıptır. sonra da bu tanım bizi düşünmeye sevk eder. bu paul gibi çocuklardan 17 milyonu o siperlerde yokolup gitmiştir. demir değil, kayıp nesildir onlar.

    kitapta tek bir yerde görünen kaiser haricinde tanınmış karakter yoktur. politikacılar suçlanmaz, savaşta arkadaşlıkların en sağlamını yaşamış birbirlerinin ölümüne tanık olup duran 17 yaşında çocukların hayal kırıklıkları vardır. hamaset yoktur. o kadar kanın gövdeyi götürmesine rağmen hoş bir dinginliği vardır. nazilerin kitabı yeterince vatansever bulmayarak yaktırması, aslen düşman olan almanların savaş hikayelerinin fransa'da ingiltere'de best seller olması bu görece tarafsızlığı yüzündendir.

    netflix'in çektiği filmde ise erzberger gibi politikacılar, köpeklere yemek atan, savaşın son günü kafasına göre piyade hücumu yaptırıp garp cephesinde yeni bir şey varmış dedirten generaller var. ha bu elit prusyalı junker taifesi şatolarda ziyafet çekip haritada bayrakları oynatmıyor muydu, hemi de nasıl, verdun savaşında 1 e 1.1 kayıp oranını insanca bulup savaşı bir yıl sürdürüp içmeyi sürdürmüşlerdi (bkz: erich von falkenhayn) evet ama işte anlatmaya çalıştığım şey kitabın altmetninin bambaşka olması. kitapta sorgulanan şey otorite veya komutadaki beceriksizlik vs değil, genel olarak bir üst jenerasyonun gidip kendi alt neslinin hayatını düşüncesizce, kendi istekleri için milyonlarla harcamasıydı. birinci dünya savaşından önce avrupadaki son büyük savaş ondan 43 yıl önce vukua geldiği için savaşı bilmeyen üst nesil alt neslin kuyusunu resmen kazıyor. çocukların öğretmenlerinden büyüklerine herkes "orduya yazılmayacak mısınız arkadaşlar" kafasındalar. işte kitapta anlatılmak istenen savaşı yücelten bir üst nesille, koşa koşa gidip demirden duvara çarpan, sonra bunun neden böyle olduğunun farkına yavaş yavaş çok acı bir şekilde varan alt neslin hayal kırıklığıydı. filmde ise bunun böyle olduğu daha çok elit prusyalı bir junkere ve onun eşyanın tabiatına tezat hareketlerine bağlanmış.

    o yüzden yine bir güç yüzükleri vakası gibi, kitap okuyanlara gün yüzü göstermeyin tarzı bir yapım olmuş. filmine ayıracağınız zamanda bence okur bitirirsiniz, üstüne tefekkürü bir ömür sürer. o yüzden ben şahsen kitabını tavsiye ederim.
  • erkeklerin okumalarini pek tavsiye etmedigim bir roman oldu kendisi gecen gun (en azindan askere gitmeden once). son sayfalar islandi biraz, kaloriferin ustune biraktim bir sure. "apolet uzerindeki parlak bir yildizin dort ciltlik schopenhauer felsefesinden daha agir bastigini ogrendik." diyordu bir yerinde.

    "on sekiz yasindaydik. tam yasamayi ve dunyayi sevmeye baslamistik. bizi bu dunyayi mahvetmekle gorevlendirdiler."
  • yıllar önce okunmasına rağmen hala etkisinde olunabilinen gerçek bir dram gerçek bir kitap. savaşta kimsenin "kötü" olmadığını sadece savaşın kendisinin tek kötü olduğunu anlatır. cepheye gitmek isteyen gençler, savaş çıksada x e dalsak diyen şahsiyetler, her hangi bir zümrenin faşisliğini yapanlar bir kere okumalı bu kitabı. ideolojiler, milli duygular, devlet-kaiser için değilde sadece bir kutu konserve için sipherlere hücum eden paul u bilsinler, piyano çalanların ince parmaklarından dolayı patates soyduğunu okusunlar... savaş, hiç savaş görmemişe tatlı gelir. bu kitap en azından savaşın kokusunu size getirebilir. o bile savaştan tiksinmenize yeter.
  • erich maria remarque 'nin yazdığı savaş karşıtı bir şaheserdir.

    bu kitabı okuyup da savaş karşıtı olmayan birisiyle tanışırsanız,
    lütfen mümkün olduğunca o kişiyle ilişkilerinizi kesiniz.
  • bu kitap insanın üzerinde öyle bir etki bırakır ki, neredeyse 20 yıl sonra bile aynı duygu yoğunluğunu yaşadığınızı görürsünüz.
    yazılmış en güzel edebiyat eserlerinden biridir. muhtemelen de en güzel savaş karşıtı kitaptır.

    bugün eski ajandalarımı karıştırırken lise yıllarımdan kalma bir tanesi elime geçti.
    günlük gibi demeyeyim de, daha çok o dönemlerde okuduğum, izlediğim şeylerle ilgili izlenimlerimi yazmışım.
    kimi zaman da doğrudan okuduğum kitaplardan alıntılar yapmışım.
    ajandadaki ilk iki alıntı erich maria remarque'ın bu ölümsüz eserinden. bunları okuduğumda ister istemez o yıllara bir yolculuk yaptım.

    alıntılar şunlar:

    --- spoiler ---

    "asker ateş altında kendini boylu boyunca yere attığı zaman, ölüm korkusuyla yüzünü toprağa bastırıp, ellerini ayaklarını yere geçirdiği anda toprak onun biricik arkadaşı, kardeşi, anasıdır. asker korkusunu ve iniltisini toprağın sessizliği ve güvenliği içinde dindirir. toprak onu bağrına basar, ona yeniden can verir. bu yeni hayatın süresi bazen birkaç saniyeciktir. sonra bir bomba düşer... ve o zaman da toprak kollarını askere sonsuzluklar boyunca açar."

    diğeri de şu şekilde :

    "18 yaşındaydık. tam yaşamaya ve dünyayı sevmeye başlamıştık ki bizi dünyayı yok etmekle görevlendirdiler. ilk bomba bizim yüreğimizin içinde patladı. çalışma, çaba, ilerleme dünyasıyla ilişkimiz kesildi. böyle şeylere inanmaz olduk. biz yalnızca savaşa inanıyoruz artık."

    --- spoiler ---

    sözün özü, şu kitap dünyada ne kadar çok insana hakkıyla okutulursa o kadar az savaş çıkacağına inanıyorum.
  • 2022 yılında izlediğim en iyi eser.
    sinematografi, kurgu ve ses/müzik kullanımı ile ufkuma bir şeyler katan bir yapım bu.

    das boot ve stalingrad gibi iki şaheserden sonra bence 1.dünya savaşı için yapılmış en iyi filmin de almanlardan çıkmış olması, yenilen tarafın işi uçan kaçan kahramanlığa gerek duymadan, çarpıcı gerçeklikle anlatmasında gizli
  • hitler'in yaktırdığı kitap.
    yazarı erich maria remarque'ı şöhrete ulaştıran kitap.
  • bir gerçekliğin anlatıldığı filmin herhangi bir korku filminden daha korkunç olması...

    filmi az önce bitirdim ve şu an aklımdan geçen tek şey bu. gerçekten inanılmaz rahatsız edici bir film. bunu iyi anlamda kullanıyorum, filmi övmek için söylüyorum. muazzam yapmışlar. ordaydım sanki.

    tarih kitaplarında olayları hep şöyle okuyoruz: "almanya bilmem nereye saldırdı", "osmanlı şunu yaptı", "ingiltere birlik gönderdi", "rusya kaybetti" gibi. hep devletleri kişiselleştiriyoruz ve gerçek kişileri unutuyoruz. bu yüzden filmin sonundaki "birkaç yüz metre uğruna 3 milyon asker öldü" cümlesi beni ciddi anlamda sarstı. sigara içmiyorum ama yemin ediyorum yakasım geldi bir tane.

    öyle işte.
  • erich maria remarque'nin savaşın kazananı olmayacağını ve katılan herkes için yıkım olduğunu anlatan hacmi az etkisi ağır kitabı. savaşın kendisiyle ilgilidir; savaşın nedenleriyle, kimin başlattığıyla veya kimin kazanmış sayıldığıyla bile pek ilgilenmez. zaten gerek de yoktur. gencecik çocuklar çoktan kaybetmiştir savaşı.

    --- spoiler ---

    hastanede ölmek üzere olan arkadaşının başında, o öldükten sonra postalını onunkiyle değiştirmeyi düşünmektir biraz bu kitap. onun postalları daha iyi durumdadır, ve hayatta kalanın ihtiyacı olacaktır. savaşta, normal hayatta sahip olduğunuz iyi özelliklerin yeri yoktur, o yüzden hayatta kalmayı başaranlar da insanlığını kaybetmiştir.

    --- spoiler ---

    bir de devamı vardır, der weg zurück (the road back, bire bir devam değildir. ama ilk kitaptaki karakterlere selam yollanır ve ilk kitabın sonunda paul'ün düşündüklerinin gerçek hayattaki yansımasını hikayeleştirir).

    kitap yayınlandıktan sonra bir çok ülkede yayınlanmış ve remarque'nin nobel adaylığı dillerde dolaşmaya başlamış ancak yükselen nasyonal sosyalizm, kendisini bir anda istenmeyen kişiye dönüştürmüş ve o dönemde her iki kitabı da yakılmış, ve yasaklanmıştır. zaten 2. dünya savaşının çıkmasına yakın remarque de almanya'yı terk edecektir.

    (paul baumer kitapta anlatıcıdır, cephede başlarına gelenleri ve savaş öncesini anlatır. cephedeyken okulda onları savaşa gönüllü olmaları için gaza getiren öğretmenlerini hatırlar, kantorek'di galiba. işte kitapta en çok ondan nefret etmiştim.)
  • bir insanın elinden çıkabilecek en vurucu yapıtlardan birisi diyebilirim batı cephesinde yeni birşey yok için. anlatımını akıcı ve samimi gibi sıradan sözlerle nitelemek yetersiz geliyor bana, sanırım en iyisi mideye oturan yumruk gibi birşey demek. kitaptaki tüm karakterler gerçek hayattan birer kimseler, çoğunluğu henüz çocuk yaşta ve ne yazık ki savaş onlar için yaşam anlamına geliyor.
    savaş meraklısı; milliyetçisi olsun sosyalisti olsun güç ve yetki sahibi olanlara bu kitabı okutturup masum insanları (ki çoğunluğu askerlik çağını kapsayan genç yaştakileri) savaşa göndermeden önce bir kez daha bazı şeyleri düşünmelerini kendilerinden istesek ne olurdu acaba? insanları savaşa göndermek yerine kendileri de en azından savaş alanının meydanında yer alsalar? kitapta kayzerin askerleri görmeye geldiği bölümden sonra erlerin savaş üzerine tartışmaları kafası bir şey basmayanlara okutulması gereken cinsten.
    istediklerimi tam olarak yazamadım bu kitap üzerine, ancak hala okumadıysanız okunacaklar sırasında en üste yerleştirin batı cephesinde yeni birşey yok'u.
hesabın var mı? giriş yap