• "- hitler, stalin ve kenny g ile bir adaya düştün. elinde bir silah ve iki kurşun var. ne yaparsın?
    - kenny g'ye iki kere sıkarım"

    var mı aranızda kenny g'yi tanımayan? smooth jazz diye tabir edilen asansör müziğinin mucidlerindendir. pat metheny kendisi için şöyle söylemiş:

    kenny g’s playing is lame ass, jive, pseudo bluesy, out-of-tune, noodling, wimped out and fucked up…”
    yani
    "kenny g'nin çalışı yavşakça, gevezece, sahte bluesla dolu, ton dışı, sallamasyon, tırsak ve boktan..."

    önüne gelen kalaylıyor adamı. fred hersch bile tutamamış kendini. şey demiş; "bence o bir caz müzisyeni değil. saksofon çalarken sırıtabilen başka birini görmemiştim. başka ne söyleyebilirim bilmiyorum" . [ha ha, ilhan erşahin'i tanımıyor demek] downbeat'in eski sayılarını karıştırırken denk geldim, eleştirmenlerden biri kenny g'den bahsederken "favourite whipping boy" diye bir tabir kullanmış; "favori şamar oğlanı" diyor yani. güzel laf. aklıma şu takıldı; neden scapegoat (günah keçisi) dememiş de whipping boy (şamar oğlanı) demiş acaba? günah keçisi ve şamar oğlanı arasında ne fark var? ilk aklıma gelen şu; şamar oğlanı gönüllüdür, günah keçisi kurbandır. şamar oğlanı gönüllüdür çünkü acıya bir mükafat karşılığında katlanmaktadır. artık para mı olur, şöhret mi olur onu bilmem ama muhakkak mükafatı vardır. şark bülbülü'ndeki mazlum figürü kusursuz bir şamar oğlanı örneğidir. fethi (dinçer çekmez) "öldürecek bu şarkıcı milletinin kaprisi" diyerekten odasına giriyor. yanında da onu yatıştırmaya çalışanlar var. "mazlum'u getirin bana" diyor. devamını biliyorsunuz. şarkıcı milletini dövecek hali yok ya herifin, mazlum'u dövüyor. şamar oğlanının fonksiyonu gayet açık. problemi çözüme kavuşturan bir anahtar adeta. günah keçisi böyle değildir oysa. deprem olur, binalar yıkılır ve o binalara ruhsat veren memurlar, belediyenin çalışanları kısacası devlete sırtını yaslayan kim varsa yırtar ama müteahhit bilmem kaç sene ceza alır. veli göçer'i hatırlayanınız vardır belki. hürriyet gazetesi denen şer odağı "çınarcık saddamı" diye başlık atmıştı hani. işte veli göçer de nefis bir günah keçisi figürü. günah keçisinin suçta az ya da çok payı vardır, şamar oğlanı gibi değildir. dediğim gibi işin tarihsel bağlamını falan boş verin. günümüzdeki kullanımına (son 100 yıl diyelim) bakın. günah keçisi eskiden tanrıya verilen rüşvetmiş. şimdi öyle değil. günah keçisi sayesinde suçun diğer ortakları aklanır ama öyle veya böyle bir ceza kesildiği için de toplumun adalet duygusu zedelenmemiş olur. yani rüşvet artık tanrıya değil kamuya veriliyor.

    falan filan

    konuyu kenny g, oradan da ilhan erşahin'e bağlamadan evvel uğramamız gereken bir yer daha var. cazın fetret devri. biliyorsunuz 1940-1960 arası hiç olmadığı kadar şöhretliydi bu müzik. sonra beatles çıktı. müzik tarihi açısından çok sıra dışı bir hadisedir aslında. bir grup peydah oluyor ve orhan gencebay'dan count basie'ye kadar herkese tesir ediyor. şaşılacak şey. beatles o kadar büyüyor ki sade caz değil her türlü müziğin sahası daralıyor. hakikaten de cazın en az sattığı dönemler 1960-1990 arasıdır. şimdiki gibi evde kayıt yapıp, distrokid ile spotify'a albüm koyamıyorsun. herkese nasip olmuyor kayıt imkanı. bu fırsatı yakalayan da ne yapsın, en çok satana benzemeye çalışıyor. duke ellington'a i want to hold your hand çaldıran düzen sana bana neler çaldırmaz (ellington 66). aynı sene count basie de basie’s beatle bag'i yayınladı. rezillik. downbeat'in 1967 yılındaki kapağına bir baksanıza: jazz we've known it is dead - bildiğimiz caz öldü. iyi dergicilik budur işte. geleceği görmek kolay iş değildir. miles davis 'in bitches brew (1970) albümü ölüm fermanı gibi. swing kaybolmuş ve yerine funk/rock groove'u gelmiş. sevenleri ne der bilmem ama tahammül edilmez bir gevezeliktir bu albüm. zawinul'un weather report'u, chick corea'nın return to forever'ı, hancock'un headhunters'ı vs. vs. koca koca adamların yaptıkları albümlere bak allah aşkına. bunları eleştirebilen babayiğit çıkmış mı? vardır belki ama ben denk gelmedim. mesela ben erkan oğur'un telvin ile çaldığı müziği eleştirdiğimde epey kınanmıştım ["bu müzik caz da değil serbest doğaçlama da değil, serbest 31 olabilir belki" - vay sen nasıl kerli ferli adamlara böyle dersin, bilmem ne... ]ama şunu biliyoruz ki bu albümler, caz dinleyicilerinin tahammül edebileceği şeyler değiller. subconscious-lee, out there, where is brooklyn falan dinleyen adamların dinleyeceği müzik mi bu hiç? değil. kenny g, işte bu iklimde doğmuştur. iyi ki de doğmuş. caz öyle değil böyle sulandırılır abisi. şimdi iksv caz festivali yapıyor ya sözüm ona, vereceksin bir sonraki sene organizasyonu ceceli müzik prodüksiyona;linetli, aydilgeli, sinan akçıllı unutulmaz bir festival düzenleyecek. ceceli'den öyle bir şamar oğlanı yaratırlar ki ertesi sene iksv göt korkusuna andrew cyrille ile açılış konseri yapar.

    neyse.

    ilhan erşahin ile bağlayalım ve bitirelim artık. kenny g'nin bizim ülke cazındaki karşılığı hiç şüphe yok ki ilhan erşahin'dir. hazmı kusmuk kadar kolay bir müzik. erşahin bu boktan müziğin hak ettiğinden çok çok daha fazlası ilgiye mazhar oldu. konserler yaptı, röportajlar verdi falan filan... bu, işin mükafatıydı fakat bedelini ödemedi. daha doğrusu ödetmediler. memleket cazının en büyük eksiklerinden biri şamar oğlanı eksikliğidir. hasan cihat örter başlığı bu sıra fıkır fıkır fakat bu adam da ödediği bedelin mükafatını alamıyor. öyle görünüyor ki bu adam deli ve bu adama vurarak başkasına gözdağı verebilmek artık mümkün değil. düşen birini tekmelemeye devam etmek, insanoğlunun ahlaken düşebileceği en derin çukur olmalı. o yüzden benim şamar oğlanlığı pozisyonuna önerim ilhan erşahin olacak.
  • bildigimiz dunya capinda muzisyen iste. ama bizim su entel kuntel yazilarin miri ertuğrul özkök ün gazetesinde bile, verdigi roportaj anca ege ilavesinde yayinlanmaya deger gorulmus malesef. bari kelebek ekine koysaydiniz diyecem ama orospu kizlarimizdan yer kalmiyor ki.
  • müzisyen vardır; dinlerken farkında olmadan ritim tutarsın, şarkıysa söylediği sen de söylemeye başlarsın, çalıyorsa sen de eline sazını alırsın. onun gibi yapmaya çalışırsın, onun çaldığı gibi... ilhan erşahin'in sadece birkaç şarkısını aynı şekilde çalmaya çalıştığımı hatırlıyorum. diğerlerindeyse ne elim kolum oynuyor ne mırıldanıyorum, hiçbir şey... şarkı bittikten sonra başlıyor zaman. o anda nasıl hissediyorsan öylecene başlıyorsun yazmaya çizmeye. sağa sola çok yaklaşarak ama hiç kenarlara taşırmadan. bunun için özel bir çaba da sarfetmiyorsun. kendiliğinden... süzülüyorsun. ne az önce dinlediğin melodiyi hatırlıyorsun ne başka bir şeyi. istediğin oluyorsun. dilediğin gibi şekilleniyor her şey. bu diyorsun işte, tamam. yani devam...

    özgürlük için teşekkürler.
  • büyükada'daki ücretsiz caz konserlerinden birinde sahne almış, sempatik tavırlarıyla kendisini bir kez daha sevdirmiştir.

    basçısının hastaydı, seyircilere sordu: "aranızda bas çalabilen var mı?" diye.
    bir cesur insan evladı sahneye çıktı, çaldı çaldı çaldı. ilhan erşahin mutlu, engin (bu yeni basçı) mutlu, biz mutlu.

    hayatımın en güzel gününü renklendiren insan olmasıyla ömür boyu unutmayacağım kişi.
  • kimse yazmamis ama gezi parki capulcusudur, bizdendir. elinden geldigince sesimizi duyurmustur.
  • gün itibariyle istanbul arkeoloji müzesi' inde dinlenebilecek olan müzisyendi ki günün bitmesine yarım saat kaldı.
  • 16 yaşında saksafon çalmağa başlamıştır.
  • yağmur kızılok'un, kendisi ile kızını inanılmaz bir karede fotoğrafladığı karizmatik müzisyen.

    http://www.flickr.com/photos/kizilok/3103298171/
  • saksafon çalmaya 16 yaşında başlamış, 16 yaşına kadar da isveç milli takımında squash oynamış "ne diyeyim ben sana" cinsinden bir insan.
hesabın var mı? giriş yap