• ozgur doganin altin portakal odul konusmasindan

    "biz bu filmi ogretmenler ve ogrenciler icin yaptik. ana dilde egitimin en temel insan hakki oldugunu dusunuyoruz. bu odulu 14 yasinda ikinci bir dili ogrenemeden bir havan topu saldirisiyla yasamini yitiren ceylan onkol'un anisina aliyoruz..."

    yuruyun be cocuklar, kim tutar sizi...
  • ilk gün saçını jöleleyen bir adamla, saçı tarakla açılamayan kızların hikayesi. bu adamla bu kızların hayal kırıklıklarının aynı yerden denize döküldüğü hikaye. ikinci bir dili öğrenenler çok iyi bilirler ki kızgınlıklarda, heyecanlarda, üzüntülerde, küfür ederken bile insan ana diline döner ve nihayet okul denen kurgu tatile girdiğinde öğretmenin ardından çocuklar yine kendi dillerine dönecektir. hiçbir zenginleştirmeye tabi tutulmamış hiçbir başka konuya yaslanmamış film. belki ben yanlış hatırlıyorum ama müzik duymadım. müzik bu filmden tonlarca babam ve oğlum ve ıssız adam çıkarırdı. ama son derece yalın bırakılmış herşey. oysa biz ziyarete müdür gelince silinen süpürülen okulların, bakan gelince yanilenen kaldırımların, general gelince haftalarca çalışılan adımların, müfettiş gelince hazırlanan cevapların ülkesiyiz. böyle olduğu gibi bırakılmasına alışkın değiliz hiçbirşeyin. öğretmen sabırlıdır bağırmaz mesela denetlenirken. hele kameralar karşısında. arkadan bir aşk acısına dayanır hikayeler. kemanlar girer araya. öğretmen sobasını yaktıktan sonra kitap okur bütün gece. belki de ilk defa bu kadar kurgusuz bir film izliyorum. iyi ki bu öğretmen. tiyatroda olsam gidip boynuna sarılacaktım. nasıl o kadar kendi gibi kalmış kameralara rağmen acayip heyecanlandırdı beni. kovayla jöleyi hak etti bence. bu arada aklıma gelmişken bir anlatıcı olarak anne ile konuşmalar da bence son derece keyifli bir seçimdi. bütün korkum amerikan tarzı bir ölü ozanlar derneği filmi olmasıydı ki şükürler olsun öğretmen ailen var mı diye sorduğunda anlamadığı için başını yukarı kaldıran çocuğa hade lan ordan diyebilmiştir. çünkü budur bir sınıfın gerçeği. bu kadar mı tadı yerinde olur bir filmin. ne fazla ne azdı. bir taraftan kahkahalar atarken gözlerimden de durmadan yaşlar sızdı. iki hayal kırıklığının da birleştiği o sahnelerde hıçkıra hıçkıra güldüm. o öğretmenle köy halkının çok az biraraya geldiği iki sahnede de gönülden gözlemlerine hayran oldum senaristin. meyvelerin defalarca yere döküldüğü sahne de, yaşlı kadının biraz da siz uğraşın dediği sahne de oralı bir sahneydi. bölgeye hiçbir batılı yapmacıklığı bulaştırmamış, hiçbir ajitasyonla da bezenmemiş kendi halinde ve hikayenin kendisiydi. elbette ne kadar uzun olursa olsun bu film her halukarda bu gerçeğin ancak bir özeti olacaktı. bütün emek sahiplerine helal olsun bütün portakallar altın ayılar oskarlar size gitsin.

    hiçbir film bu zamana kadar anadilini konuştuğu için azarlanan zilkif'in filmi olmamıştı. insan niye sabah kalkınca konuştuğu şey yüzünden, sokakta taşlardan kurduğu oyununu oynarken, kavgasını ederken, anasına nazlanırken, hastayken inilerken kullandığı dilden ötürü yabancılansın ki. hani öğretmen bir ara "anlamıyorsun beni, anlamıyorsun, anlamıyorsun di mi?" diyordu ya sahneyi persona filminde olduğu gibi bir de çocuğun tarafına çevirseniz aslında o da aynı şekilde bağırmıyor mu? anlamayan kim? anlaşılmak ya da anlamak neden sadece o'nun boynunun borcu? hani sayfanın kenarına yazdığı birkaç kelimeden ötürü azarlanıyorken, gözlerindeki o haksızlığa uğramışlığın hesabı bile değil defterinin kenarında yazılanlar. "kürtçe yok" diyordu öğretmen, sadece sayfanın kenarına yazdığı o kelimelerin neden suç olduğunu bile anlatmanız asırlar alır bir çocuğa. sonra aynı kamerayı öğretmene çevirdiğinizde o'nun yaşadığı travmanın da ne kadar sıkışmışlık içinde gidip gelen bir algı sorunu olduğu ortada. filmde öğretmene kızamamanızdan bile her iki yakaya da bakıldığını anlıyorsunuz. gitmek filminde de sınırdan geçerken ayça kürt kadının söylediklerini anlamadığında aynı yöntemle gerçeğe ayna tutulmuştu. öğretmen nasıl umutsuzluğa kapılıyorsa anlaşılmamaktan, ya o çocuklar, bütün o çocuk halleriyle konuştukları dil bir işe yaramadığında okul denen sanal dünyanın içinde, tek ayak cezası çekerken 'niye' diye sormayacaklar mı?

    eğer bizim dilimizi öğrenmeleri onları bizim dilimizde yapılan eğitimlerden ve haklardan pay sahibi kılacaksa o zaman en azından öğrendikleri dilin bir ikinci dil olduğunu ve bunu yaparak asıl bize bir adım geldiklerini varsaymak hatta bundan ötürü ayrıcalıklı kabul etmek de bizim boynumuzun borcu. hayatları boyunca başka bir dil öğrenmeden yaşamış olanlar ikinci bir dili öğrenmenin ne kadar afilli bir iş olduğunu bilemezler hele bunu daha çocukken ve hayatınızdaki herşey sadece buna bağlıyken yapıyorsanız. birçok akademisyen ingilizce yüzünden mesleklerinden oldu ya da kariyerlerinden bu ülkede. ben evliliği ve ruh sağlığı bozulanları gördüm. bir gurbet türküsü emirdağ belgeselini de amerikadaki türklerin hikayelerini de almanya fransa hollanda da ekmek parası için çalışanların düştükleri durumları da aynı yerden okursanız defterin kenarına alınan kürtçe notlardan ötürü zihninizde kimse tek ayak cezasına mahkum olmaz. belçikada bir türk anlatıyordu dili daha öğrenemedikleri zamanlar yanlarında nasıl soğan ve yumurta kabuğu taşıdıklarını. tabi tek oyuncağı taşlar olan bu çocukların toys r us dan oyuncak ya da rojdanın tarakla bile açılamayacak saçlarının şampuan talebi değil bu. en azından ruhlarının ve akıllarının yaptıkları şeye ikna olması gerek. bu da bizim boynumuzun borcu.

    edit: bu filmi felat'la izlemeyi isterdim.
  • 28. uluslararası istanbul film festivalinde yeni türk sineması başlığı altında gösterilmiş filmdir aynı zamanda. filmin sunumunu alin taşçıyan yapmıştır. sonrasındaysa uzunca bir soru cevap seansı olmuştur. en ilginç soru ise festivalde belgesel bölümünde gösterilen ölüm elbisesi kumalık-kirase mirinê hewîtî filminin yönetmeni müjde arslanın yönetmene yönelttiği "kürt müsünüz ve bu olayları siz de yaşadınız mı" sorusu olmuştur. ayrıca mardinde ilkokula gittiği yılları hatırlattığını ve filmi hem gülerek hem acıyla izlediğini belirtmiştir.

    kimse belirtmemiş, film kurmaca değildir. yönetmenler ordu ve milli eğitim bakanlığı ndan gerekli izinleri alıp bölgeye gitmiş, çekimleri kabul edecek bir köy ve bu köye atanmış yine çekimleri kabul edecek bir öğretmen arayışına girmiş. sonuçta film bu okulla*, bu çocuklarla*, bu öğretmenle* ortaya çıkmış. okulda birşeyler öğrenebilmek için anadilde eğitimin ne denli gerekli olduğunu gösteren bir film olmuş. çocukların canla başla ödev yapmaya çalışırken bir yandan da yeni bir dil öğrenmeye çalışması ve ikisini de tam anlamıyla yapamaması, öğretmenin birşeyler anlatmaya çalışırken kendisine bakan boş gözler, bir tuvalete gitmek için bile 5 dakikalık dil işkencesi çekmeleri insanın içini acıtır.
  • kendim yapsam bu kadar severdim dedigim filmdir... bugunu bilmem, ne kadar izlenir, ne kadar izlenmez ama biliyorum ki iki dil bir bavul, turkiyenin kurt meselesinde, mesela 50 yil sonra cozum icin ne yaptiginiz diye soruldugunda animsanacak, tarihe atilmis bir centiktir. 80 yillik kurt meselesini bu kadar naif bir yerden anlatabilmek herkesin harci degildir. belli ki yapanlarin harci iyi karilmistir.
    nuri bilge ceylan'in altin koza odul gecesinde soyledigi gibi "sonbaharda vizyona girdiginde hepinizin izlemesini rica ediyorum!"
  • dvd'si çıktı mı çıkacak mı bilmiyorum ama elime geçtiği anda aileme, akrabalarıma ve ve arkadaşlarıma izleteceğim. kürtçe'ye ve türkiye'de kürt hareketine dair cehaletimi ve negatif yaklaşımlarımı tepetaklak eden, [bugün geldiği noktayla insanı çileden çıkaran] alev alatlı'nın valla kurda yedirdin beni adlı müthiş kitabı olmuştu. 99'da okumuştum; 10 sene olmuş. tokat gibi gelmişti.

    kitap, devletin ve türk milliyetçiliğinin kürt tezlerini iptal ediyor ve meselenin yakıcılığını gayet de samimi anlatıyordu. alev alatlı resmen şaşırtıyordu. nereden nereye?

    neyse, sonra başka kitaplar, isimler, makaleler geldi. filmler, belgeseller, üniversitede kürt arkadaşların anlatımları, mücadeleleri...

    pkk'nın ve yasal kürt partilerinin söylemlerine bakıp yorumlar yapardık. onların söylediğinden bağımsız kendi kafamda kürt sorunununa dair şöyle olmalı, böyle olsa keşke dediğim şeylerin, dtp'den veya türkiye solunun farklı isimlerinden de duyuyordum.

    ama işte o samimiyetten yoksun; o söylenenle yapılanın farklı olması ve yapılanların arka planındaki karanlık ilişkiler algısı yüzünden kürt hareketine karşı bende iki duygu zuhur etti: bir, [sayısı az olmayan istisnalar hariç] çözüme odaklandıklarına inanmadım, iki, güçlerinin bütün kaynağı olan kürtleri ve onların kronik mazlumluklarını bir politik malzeme/nesne olarak gördükleri için nefret ettim.

    ha bu arada şunu da teslim edeyim: türkiye'deki [kürt sorunu haricindeki] demokratik kazanımlarda kürt mücadelesinin de payını ve devleti terbiye ettiklerini.

    nereye bağlayacağım? bu film (belgesel filan değil mis gibi film), 25 yıldır anlatılmak istenen bütün hikâyeyi, benzerine denk gelmediğimi bir samimiyetle anlatıyor, bu kadar iç yakan bir gerçeklik her filme nasip olmaz. keşke iki dil bir bavul benzeri filmlerin, romanların, 25 yıl önce yazılabileceği, çekilebileceği bir ülke olsaydı burası. olamadı. olsaydı zaten yılmaz güney de, ahmet kaya da sürgün de ölmeyecekti. başka bir sürü aydın he keza şimdi türkiye'deydi. devletin bu günahları bilmiyorum kime yazılacak? hepimize mi? kuvvetle muhtemel.

    yani bu film 20-25 yıldır gerek art niyetten gerek engellemeler yüzünden bir şekilde yapılamayanı yapmış ve 80 dakikada kürtçe gerçeğini, gözüne kulağına perde inmişlere anlatmıştır.

    bu filme emeği geçen herkesten allah razı olsun.

    not: bu arada zılkif* kardeşim, bundan gayrı adamımsın. sana yamuk bana yamuk. ayrıca sittiret o kitapları. yazın kitap neyin okumamaktaki ısrarına devam et.* ivan illich'in sana selamı var, onun 45'inde anladığını sen 7 yaşında anladın. gözlerinden öperim.
  • bu film güneydoğu anadolu'daki sınıflarda hala oynamaktadır.
  • insanı, aldığı eğitimden,sıcak evinden,rahat hayatından utandıran film.ne şımarıkmışız hepimiz,ne şımarığız hala.alıyoruz alıyoruz doymuyoruz,elbiseye,renkli renkli kalemlere,defterlere.dersaneye gitmeyen öğrenciyi garipsiyoruz belki.halbuki bir yerlerde, kalem sahibi bile olunca sevinebilen çocuklar var.biliyordum da... unutmuştum galiba...iyi oldu hatırladım.ellerine sağlık hatırlatanların.
  • evet trt haber gösterdi bu filmi az önce, 'benim anadilim kürtçe' diyen bir adamın anadilim kelimesini sansürleyerek... evet.
  • türkiyenin doğusunda bir yerde çalışan bir öğretmen olarak çok uzun süren bir beklemeden sonra sonunda her dakikasını hissederek izlediğim bir filmdi iki dil bir bavul. filmde yaşanan olaylar çok tanıdık olduğundan -kesinlikle genelleme yapmak istemiyorum- istanbul, izmir vs. gibi yerlerde çok katlı, parlak işyerlerinde çalışıp hayatın tüm olanakları elinin altında olan ve hayatlarında filmdeki manzaralara - o da gerçekte değil filmde- maruz kalmış insanlardan çok daha farklı bir gözle heyecanla ve yaşayarak izledim filmi. filmdeki meslektaşım emre’de çoğu zaman kendimi gördüm. egeliydik, öğretmendik, ilk görev yeri olarak türkiye’nin doğusundaydık ve deneyimsizdik. oradaki yaşam şartları olarak ondan çok çok daha şanslıydım; o türkçe, ben ingilizce öğretmeye çalışıyordum ama gerisi tamamen aynıydı ve her şey çok gerçekti. emre’nin öğrencilerle ilk tanıştığındaki ifade benim ifademdi ya da sınıfta anladınız mı diye sorduğundaki suratındaki çaresizlik ve öğrencilerin manasız, boş bakışları aynı bakışlardı. bir kere en başta filmdeki hiçbir şey kesinlikle abartı değil, inanılmaz doğal ve tamamen gerçek. sadece bu yönden bile çok başarılı bir film. bir olaydan ziyade bir durum üzerinde durulduğundan genellikle şiddet, macera seven çoğu sinema izleyeninin ilgisini belki de çekmeyecektir ama tek istediğim bu filmin çok kişi tarafından izlenmesi ve insanların türkiye’de öğretmenlik yapmak için ne şartlar altında yaşamak zorunda kaldığını görmesidir. hala “öğretmenlik kolay meslek”, “ tatili bol daha ne istiyorsunuz” gibi laflar edenlere de aldıkların maaşın belki de yarısı karşılığında öyle bir ortamda hayatlarının bir kısmını geçirdiklerini düşünmelerini isterim. ben çok mu mutsuzum? kesinlikle hayır. izmirin bir ilçesinde büyüyüp, istanbulda bir okuldan mezun olup kendi isteğimle gittim çalıştığım şehre. çok iyi dostlarım oldu, çok güzel deneyimler yaşadım. en azından bu tür gerçeklere uzaklardan, masalmış gibi bakamıyorum orda gördüklerimden sonra. işin özü film çok güzel, öğretmenlik zor. umarım daha da çok ödül alır daha da çok dikkat çeker bu film ve filmde emeği geçen herkes.
  • izledikten sonra yönetmeninin eğlenceli söyleşisini de dinleme şansına sahip olduğum oldukça etkileyici bir o kadar da güldüren belgesel/film. tüm sınıfların aynı derslikte eğitim gördüğü ve hemen hiçbir çocuğun okula başladığında türkçe bilmediği bir köyde geçen ilk öğretim macerasını ve anadilde (verilmeyen) eğitim konusu üzerinde sadece olanı yansıtarak nasıl çarpıcı olunabileceğini başarıyla gösterebilmiştir.

    şu haliyle devam ettirilmeye çalışan sistemin, sadece o okullarda okulun ilk 5 senesinde türkçe öğrenebilmesinin bile başarı sayılabileceği kürt çocuklarını değil, bütün bu olanlardan bihaber yetiştirilip büyük ihtimalle ilk öğretmenlik deneyimini bu kadar zor şartlarda yaşayan genç öğretmenler için de nasıl acı verici olduğunu net bir şekilde ortaya koyabilmiştir film.
hesabın var mı? giriş yap