• hititçe ölü bir dildir. ama ölü hititçeyi diğerlerinden ayıran bazı özellikleri vardır. hitit dilinin, nasıl bir gizem perdesine sarılmış olduğunu anlatmadan önce çözülmesine giden yolu aydınlatalım. mısır hiyerogliflerinin ve antik mezopotamya çivi yazısının nasıl okunabildiğinin hikayesini anlatalım. entri biraz uzun olacak ama gözünüzü korkutmasın. su gibi akıp gidecek. bitirdiğinizde tadı damağınızda kalacak.

    latince ile başlayalım. hitit dili gibi ölü bir dildir. ama 2000 yıl önce romalılar tarafından yazılan metinler hem rahatça okunabilir hem de anlaşılabilir. çünkü latince, roma imparatorluğu göçüp gittikten sonra, eğitim dili olarak yüzlerce yıl boyunca varlığını korumuştur. hala felsefe, hukuk ve tıp terimlerinde yaşamaktadır ve ölü bir dil için fazla canlıdır.

    kimi kadim diller ise bu kadar şanslı değildi. unutulup gitti. ilk arkeologlar ve saha araştırmacıları taş yazıt, kil tablet, tahta kitap, mühür, papirüs ve parşomen hallerinde çeşitli yazı formları bulduklarında, bunların da bazı açılardan başka başka ölçütlere göre tasnif edilebileceği anlaşıldı.

    kimisinde bilinen bir yazı vardı ama hangi dilde yazıldığı bilinmiyordu. kimisinde hangi dilde yazıldığı biliniyordu ama kullanılan yazı sistemi bilinmiyordu. çözmesi en zorlu olanlar da ise ne yazı sistemi ne kullanılan dil bilinmeyenlerdi. kazıp çıkarılan hititçe belgeler üçüncü gruptaydı. üstelik bu yetmiyormuş gibi bilinmeyen bir ulusun yazılı belgeleriydiler.

    bugün, anadolu'nun ilk merkezi devleti ve döneminde çevre halkları nazarında bir süper güç olduğunu, iyi bildiğimiz hititler hakkında, 150 yıl öncesine kadar hiçbir şey bilinmiyordu. eski ahit'te, hethoğulları isminden belli belirsiz bahsedilmesi dışında hitit uygarlığını anlatan bir kaynak yoktu. gerçi mısır tabletlerinde de heta ile yapılan savaşlardan bahsediliyordu ama geçen yüzyıla kadar tarihçiler heta kavmini medeniyetin sınır boylarında oturan basit oymaklardan biri sanıyorlardı.

    boğazköy'de ilk tabletler ortaya çıkmaya başladığında, arkeologlar işte böyle üç başlı bir muamma ila karşı karşıya kaldılar. bilinmeyen bir dilde, bilinmeyen bir yazı sistemiyle, bilinmeyen bir ulus tarafından yazılmış bir yazı. çözümü ilk bakışta imkansız gibi görünmüş olmalı. daha önce paskalya adası yazısını ve mohenjo daro'daki indus yazılarını incelemiş olan johannes friedrich, hitit dilinin çözülmesi meselesinde "hiçbir şeyden hiçbir şey çıkarılamaz" diye hüküm bildiriyordu. yine dilbilimciler için uzun yıllar boyunca büyük bir gizem olarak kalmış olan girit yazılarının okunmasına çalışmış alice kober ise şöyle diyordu: "şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım bilinmeyen bir dilde bilinmeyen bir alfabeyle yazılmış yazı okunamaz."

    hititçe meselesinin zorluğunu açıklayabilmek için gözümüzü komşu medeniyetlere çevirelim. misal antik mısır ve antik pers yazıları çözüldüğü yıllarda bu iki medeniyet antik dönemlerinden bu yana epeyce başkalaşmış olsalar da varlığını korumaktaydılar.

    insanlar, hiyeroglifler çözüldüğü gün, bir anda, tarihte mısır diye bir ülke varmış diye hayrete düşmediler. mısır hep oradaydı. firavunlar döneminden 19. yüzyıla kadar bir çok farklı, dine, ulusa, işgalciye ve kültüre ev sahipliği yapmıştı. firavunlardan ahamenişlere, oradan makedon hanedanlarına, romalılara, bizans'a, islam devletine, fatımilere, eyyübilere, memlüklere, osmanlı'ya, ingiliz işgaline giden yolda bir sürekiilik söz konusuydu. antik dönemde yapılan tapınaklar ve tapınaklar içindeki hiyeroglifler yerli yerindeydi. yunan, roma, ibrani ve daha birçok yabancı kaynakta mısır medeniyeti hakkında fazlasıyla şey söylenmişti. firavunlar dönemi yazılarını okuyamadığımız için, sadece tarihlerini kendi ağızlarından dinleyemiyorduk. yazı sisteminin, birazdan bahsedeceğim yöntemlerle çözülmesi sayesinde önce mısır firavunlarının, sonra ise persepolis'li kisraların sözlerini kendi ağızlarından dinleme şansına kavuştuk. hititlerde ise durum başkaydı. binlerce yıl boyunca kumun altında uyumuş, artık ne mirasçısı ne de hatırlayanı kalmış bir ulusun yazılı belgeleri gün yüzüne çıktığında, zamanında böyle bir medeniyet olduğu da yazıtlarla birlikte ilk kez keşfediliyordu.

    ölü bir dilin okunabilmesinde çoğu zaman bilingue kartuşları denilen özel arkeolojik buluntular kilit rol oynar. toplumlar antik çağlarda da savaş, ticaret, göç benzeri sebeplerle birbirleriyle ilişki içindeydiler. toplulukların birbirlerinin yazı sistemlerini kullanmalarına sık rastlanırdı. bir antlaşma yahut ticari sözleşme her iki tarafın da diliyle kaleme alınırdı. dillerden biri biliniyorsa çözümlemecinin işi epey kolaylaşır. bütün eski çağ filologların rüyası bilingue tabletlerinden bulabilmektir.

    hititçenin çözülmesi hikayesine geçmeden önce öncüllerine bakmamız gerek. zamanında mısır hiyerogliflerinin çözümünü mümkün kılan da bir bilingue metin içeren raşit taşıydı. napolyon seferleri sırasında fransız bir asker bulmuştu. hemen üstü subaya götürdü taşı. o da kendi üstüne haber verdi derken meseleye arkeologlar ve müzeciler dahil oldu. kendi dillerinde adına rosetta taşı dediler. taştaki metin antik mısır dilinde ve yunanca olmak üzere iki dilde yazılmıştı. üstelik mısır dilindeki metin için iki farklı yazı sistemi kullanılmıştı. ikisi de mısır'a özgü olan hiyeroglif yazı ile demotik yazı.

    bu o kadar büyük bir ikramiyeydi ki belki de hiçbir arkeolog bir daha bu kadar ideal bir bilingue kazıp çıkaramamış olabilir. neden bu kadar önemli olduğunu açalım biraz. insanoğlu tarih boyunca çeşitli yazı sistemleri kullanmıştır. bunların en yaygın olanları her bir sese bir işaretin karşılık geldiği fonetik alfabeler, işaretlerin ses gruplarına karşılık geldiği hece alfabeleri ve her kelimeye karşılık bir sembol üretilmiş ideogramlar yani söz alfabeleridir. birincisine örnek latin, yunan, kiril, arap alfabeleri ikincisi için ise japonların hiragana ve katagana hece sistemleri sayılabilir son grup için ise mısır ve aztek hiyeroglifleri ile çin'in kanji yazı sistemi anılabilir.

    ideogramlar (soyutimgeler), özünde geliştirilmiş piktograflardır (resim yazı) yani her bir sözcüğü kendine has bir sembol yardımıyla imleyen bir sistemdir. misal balık anlamına gelen sözcük en başta balık resmine benzer şekilde yapılır. zamanla deforme olmuş, temsil ettiği şeyin çizimine benzerliğini kaybetmiş olabilir. ama temel olarak bir ideogramın hangi sözcüğe karşılık geldiğini çözdüğümüzde nasıl okunduğundan bağımsız olarak metnin içeriğini anlayabiliriz. şöyle açalım. "5" rakamının hangi sayıyı imlediğini biliyoruz. hangi dilde yazılmış olursa olsun bir metin içinde bu rakamı gördüğümüzde, nasıl telafuz edildiğini bilmesek de 5 sayısından bahsedildiğini biliriz. hiyeroglifleri okumak da biraz böyleydi. yazıda geçen bir kelimenin anlamını keşfetmelerine rağmen okunuşu hakkında hiçbir fikirleri olmayabiliyordu.

    her sese ya da heceye karşılık bir işaretin kullanıldığı yazı sistemlerinde ise sorun bunun tam tersiydi. harflerin hangi seslere karşılık geldiği çözüldüğünde dahi metin okuyana hiçbir şey ifade etmeyebiliyordu. şöyle örnekleyelim. bugün kullandığımız latin alfabesiyle yazılmış hiç bilmediğiniz bir dilde yabancı bir metinle karşı karşıyayız. diyelim ki şöyle bir cümle çıktı karşımıza: "euskadi ta askatasuna". sözcükler baskça. bilindik bir alfabe ile kaleme alındığı için metnin ne ifade ettiğini bilmeden okuyabiliyoruz. hem de bir bask'ın okuyacağı şekilde okuyoruz. ama sözlüğe bakmadan ne anlama geldiğine dair hiçbir fikrimiz yok. çivi yazılarını ilk deşifre eden dil bilimciler bu sorunla karşı karşıyaydı. üstelik onların bakabilecekleri bir sözlükleri de yoktu.

    işte bu sebeple rosetta taşında, aynı metnin hem hiyeroglif, hem yalınlaştırılmış bir sistem olan demotik yazı, hem de hala yaşayan bir dil olan yunanca ile yazılmış olması bulunmaz bir nimetti. yine de taş bulunur bulunmaz antik mısır'ın tüm sırlarına vakıf olduğumuzu sanmayalım. yunanca metin açıktı. hem okunabiliyor hem de anlaşılıyordu. yanındaki iki sütunla ortak bir içeriği paylaştığı tahmin ediliyordu ama yine de yanındaki sütunlar mısır dilini bilmeyenler için, son tahlilde çiziktirilmiş anlamsız şekillerden ibaretti. okunması kolay olmadı. soldan sağa mı sağdan sola mı yoksa yukarından aşağıya doğru mu okumak gerektiğini bile anlayamadılar. cümleler nerede bitiyor yenisi nerede başlıyor. bir sözcük nasıl telafuz edilmeli hiç belli değildi.

    champollion adındaki genç bir deha meseleye el atana kadar pek de kayda değer bir ilerleme gösteremediler. champollion'un dil öğrenmeye olan yeteneğinden de bahsedelim kısaca. bu arkadaş öyle bir deha sahibiydi ki anadili franszıcayı saymazsak daha 17 yaşında bir düzine dili iyi derece okuyor, yazıyor ve konuşuyordu. latince, yunanca, ibranice yanında sanskritçe, arapça ve farsça gibi batıda pek müdavimi olmayan dillere de müthiş hakimdi. çince konuşuyor, süryaniceden çeviriler yapıyor, antik dönem pers dili olan pehleviceden metinleri hatmediyordu. arapçayı öyle iyi konuşuyordu ki bir toplantıda arap katılımcılar champollion'u kendi ekiplerinden sandılar. sadece bir yılın sonunda antik mısır dili koptçayı o kadar iyi öğrenmişti ki araştımalarının notlarını demotik harflerle koptça olarak tutmaya başladı. hatta champollion'dan 40 yıl sonra bir bilgin onun notlarını antoninler çağından orijinal bir belge sanıp yayınladı.

    velhasıl champollion bulmaca çözümüne en mantıklı yolu seçerek başladı. yani metnin içinde özel adları arayarak. yunanca metin, papazların kral ptolemaios'a saygılarını sundukları bir methiye türüydü. champollion hiyeroglif yazıda bazı işaret gruplarının oval içine alındığını fark etti. bu oval içindeki işaretlerin özel isimler olduğunu tahmin etti. ptolemaios isminin harflerini hiyeroglif yazıdaki kral ismi olarak tahmin ettiği işaretlerle eşleştirmeyi denedi.

    bu arada 1815 de ikinci bir rosetta taşı diyebileceğimiz iki dilli, philai dikilitaşı bulunmuştu. bu metin de cleopatra'ya ithafen yazılmıştı ve metnin mısırca kısmında yine bir işaretler grubu oval içine alınmıştı. champollion her iki yazı grubunu, varsayılan isimlere göre alt alta yazdığında, kleopatra adının 2, 4 ve 5'inci şekilleri ptolemaios adının 4, 3 ve 1'inci şekillerine bütünüyle uyunca hiyerogliflerin anahtarı bulunmuş oldu. kral isimlerinin oval çerçeve içine alındığı kesinleşti. her yeni isim ortaya çıktığında birkaç harf daha çözerek hiyeroglifleri okunur kıldılar. champollion'dan sonra gelen filologlar antik yazıların çözümüne bir kural olarak özel isimler arayarak başlar oldular.

    hititçe de benzer bir yoldan geçti. ama hitit dilini çözen bilginimiz hrozny'nin işi daha zordu. onun elinde işini kolaylaştıracak rosetta taşı yoktu.

    o yüzden bir durağa daha uğramamız gerekiyor. en ilginç arkeoloji hikayelerinden birini anlatalım. çivi yazısının çözülmesini. iran ve mezopotamya'nın kadim uygarlıkların geride bıraktıkları çivi yazısını okuma işini grotefend adında genç bir dahi başaracaktı. bu işe kalkışmasının sebebi pek de bilim aşkı sayılmazdı. çivi yazısının ilk harflerini tutuştuğu bir bahsi kazanmak için çözmüştü.

    persepolis yıkıntıları arasında binlerce tablet vardı ve bu harabeler 1600 lerin sonundan beri biliniyordu. doğu hindistan şirketinin bazı ajanları tabletleri kopya edip avrupa'ya götüreli üzerinden 100 yıldan uzun zaman geçmişken yazıları okuyabilen kimse çıkmamıştı. grotefend adında 27 yaşındaki bir delikanlı, bir içki sofrasında persepolis yazıtlarından bahseden bir beyefendiye, çivi yazısının anahtarını bulabileceğini iddia etti. bu iş bir bahise dönüştü ve grotefend zamanının en ünlü alimlerinin olmaz sandıkları işi başardı.

    grotefend persepolis yazıtlarının kötü bir kopyasını elde ettikten sonra işe koyuldu. elindeki metinde yan yana üç sütun yazı vardı ve herbiri farklı tipte yazılardı. işin zor kısmı sütunlardaki yazılardan hiçbirinin hangi dilde yazıldıkları bilinmiyordu. genç dahi eldeki verileri dikkatle inceleyip bazı varsayımlar yapmaya başladı. antikçağ yunanlı tarihçileri okudu. onlar pers kralları üzerine oldukça bilgi sahibiydiler. kyros'un iran imparatorluğunu kurduğunu babillileri tarihten sildiğini biliyordu. yazıtlar pers imparatorlarının başkentinden çıkarıldıysa elindeki metnin kolonlarından en azından bir tanesi fatihlerin dilinde olmalıydı. en önemli olanın ortada olacağını varsaydı ve onu pers dili olarak kabul etti. sol yukarıdan sağ aşağıya inen eğik bir çizgi çok fazla tekrarlanıyordu ve tekrarlanma aralığı grotefend'e bu işaretin sözcükleri ayırmak için kullanıldığını düşündürdü. bugün iki sözcük arasında boşluk bırakmamız gibi. elinde olanlar sadece bu kadardı. birkaç cılız hipotez.

    champollion bu kadar karmaşık bir problemle karşı karşıya gelmemişti. grotefend ondan farklı olarak, yan yana duran üç dil ve yazıdan hiçbirini bilmiyordu. ama aklına bir şeyler geldi. çivi yazısının nasıl yazılmış olabileceğini gözünde canlandırmaya çalıştı. yumuşak kil üzerine elindeki keskiyle çizikler atan bir adam olmalıydı. yazılacaklar bitince sertleşmesi için tabletler fırınlanıyordu. ucu keskin sert bir kamışı çeşitli yönlere bastırarak yazı yazabilmek için en rahat edilebilecek yönü tespit etmeye çalıştı. çivi işaretlerinin genel olarak dört yönde olduklarına dikkat etti, bunlarda asıl yön hep yukarıdan aşağıya ya da soldan sağaydı. iki çividen oluşan gönye şekillerinde açık yan hep sağa doğruydu. bu gözlemlerden çıkardığı ilk sonuç, yazıtlara nasıl bakılması gerektiği oldu. grotefend'in sonradan doğru olduğu anlaşılacak tahminine göre çivi yazıları (tıpkı modern batı dünyasında olduğu gibi) soldan sağa doğru yazılıyordu. sağdan sola yahut yukarıdan aşağıya değil.

    genç dehamız sonra daha incelikli akıl yürütmelerde bulundu. anıtlardaki yazılarda bir takım alışkanlıkların çok uzun ömürlü olduğunu ve kolay kolay değişmediğini tespit etmişti. en basit örneğiyle mezar taşlarında hala kullanılan "huzur içinde uyusun" gibi ibarelere yüzyıllar öncesinden kalan mezar taşlarında da rastlanıyordu. (elin almanı dedesinin mezar taşını okuyabiliyormuş demek ki. biz bir gecede cahil kaldık biliyorsunuz :)

    bildiği yeni iran anıtlarındaki başlangıç sözlerine baktı. girizgahta genellikle "x kral oğlu, y kral oğlu, z kral" benzeri cümlelerle soyunu saydıkları bir şablon bulunuyordu. antik dönem iran'ında da aynı gelenek vardıysa kral kelimesini ve özel adları tespit etmeye çalışmak en akıllıca yol gibi görünüyordu. bu akıl yürütme ona, sık sık yenilenen harf gruplarından birinin kral sözcüğü olabileceğini düşündürttü.

    eğer bu düşünce tarzı doğruysa, bu durumda birinci sözcük bir kralın adı olacaktı. ondan sonra, sözcük aralığı niyetine eğik bir çivi işareti gelecekti. bundan sonra da iki sözcük bulunacaktı ki bunlardan biri yine kral anlamına gelecekti ve bu kral sözcüğünün yazıtın ilk bölümündeki işaret grubuyla aynı ya da benzer olması gerekiyordu. hesapladığı sırayı birçok kez buldu; kral anlamına gelmesi gereken kelimeye de sık sık rastladı.

    kurama göre bir kralın adı olması gereken aynı iki başlangıç sözcügünü görüyordu. fakat, bu iki adın kimler olduğunu bulamazsa çıkmaz sokağa girmiş sayılırdı. bir referans noktası olmadan harflerin nasıl okunduğu bulunamazdı. bazı levhalarda bu kralların adları yan yana yazıldığına göre de bunların baba oğul olmaları çok olası değil miydi? bu iki adın ayrı ayrı oldukları yerlerde birinin önünde kral işaretini bulunuyordu, ötekinde ise bu yoktu. buna göre, kurama uygun olarak, bu kez bir şemasal sıralama ortaya çıkıyordu: x kral z oğlu, y kral x kralın oğlu. eğer bu şema doğru ise bu, baba ile oğlun kral oldukları, büyükbabanın ise olmadığı, üç kuşaklık bir soyu göstermekteydi. bilinen iran kralları sırasında buna uygun bir soy grubu bulabilirse kuramının dogruluğunu kanıtlayabikecekti.

    yunan tarihçiler çevresindeki halkları çok ayrıntılı anlattıklarından şablona uyan baba oğul kralları yunan kaynaklarında taramaya başladı. bunlar kyros ile kambyses olamazlardı. çünkü yazıtlardaki iki adın ilk harfleri aynı değildi. bunlar kryos ve artakserkses de olamazlardı, çünkü birinci ad yazıttaki harflere göre çok kısa, ikincisi de çok uzundu. bu durumda geriye darius ile kserkses kalıyordu. bunlar yazıtlardaki harflere o denli kolay uydu ki grotefend'in hiç kuşkusu kalmadı. doğru yoldaydı. üstelik yunan kaynakları baba ve oğulun kral olduğunu ama dedenin kral olmadığını teyit ediyordu. kral adlarının yunanca yazılış biçiminden yola çıkmıştı. iranlıların kadim kutsal kitabı zend avesta'ya başvurarak bazı isimlerin pers dilindeki telafuzlarını öğrendi. misal yazıtlardaki dede hystaspes isminin iran dilinde kistasp diye okunduğunu avesta'dan öğrendi.

    grotefend kapıyı açmıştı. sonra gelen filologlar işi çok daha ileri götürdüler. çivi yazısı tamamen çözüldü. grotefend'in etütüne temel olan üç kolonlu metindeki diğer yazılar, elamca ve babilce de çözüldü. 19. yüzyıl bu açıdan çok verimli bir asırdır.

    hititçenin nasıl çözüldüğüne geldiğimizde ise champollion ve grotefend'in buluşları üzerinden neredeyse bir asır geçmiş, yöntemler iyiden iyiye incelmişti. yazıtların bazı özellikleri de hititçenin çözümüne girişenler için bazı kolaylıklar sağlıyordu. hititler yazılarını anıtların, heykellerin ve dikilitaşların üzerine yazmışlardı. bu durumda sümer ya da asurlarda olduğu gibi kil tableti nasıl tutmak gerektiği sorunu otomatik olarak ortadan kalkıyordu.

    bir diğer konu ise hititlerin iki yazı sistemini çağdaş olarak kullanmaları idi. dini ve ilahi konuları hiyeroglifle yani piktograf da resim yazılarla anlatmışlar resmi işlerini ise yine hititçe ama asur-babil çivi yazısı ile yapıyorlardı. uluslararası yazışmalarda ise akad dilini kullandıkları olurdu.

    boğazköy kazılarında çıkarılan metinlerde kullanılan yazı, bir resim yazısıydı. diğer bütün yazılarda olduğu gibi bu yazı da geliştirilerek, daha sonra bir hece yazısına dönüşmüştür. ancak bu hece yazısında eski resimlerden birçoğu hala kullanılmaktaydı. bu çeşit ideogramlar hititlerce de benimsenmiş, dolayısıyla araştırıcılar tarafından okunmuştu. yani bu olayda dil bilinmediği halde ne demek istendiği anlaşılmıştı. yukarıda bahsettiğim gibi, resim yazıda diyelim ki balık işareti tanındıysa, hititçede balık sözcüğünün nasıl okunduğunu bilmeden ne anlatmak istediği anlaşılabilir.

    bir yöntem olarak bilinmeyen yazıda işaretler sayılır. birbirinden farklı işaretlerin toplam sayısı 30 dan az ise hece yazısı olamaz. çünkü dünyada 30 heceli bir dil yoktur. harf yazısı olmalıdır. eğer işaretlerin sayısı birkaç yüzün üzerinde ise yine hece yazısı olamaz. söz yazısı (ideogram, logogram) olmalıdır. yazının niteliğini kestimek için pratik bir yöntemdir.

    hititçe dilinin çözümüne giden yolda hareket noktası boğazköy metinlerinden biridir. okunabilen babil-asur çivi yazısıyla, fakat bilinmeyen bir dilde yazılmıştı. bedrich hrozny özellikle bir metinde takılmıştı. nu ninda an ezzatteni vadar ma ekutteni. bu cümlede bilinen sadece bir tek kelime vardı: ninda = ekmek. sümer ideogramlarında da aynı şekilde yazılan sözcüğü tanımıştı.

    boğazköy'de bilinmeyen bir ulusa dair ilk tarihi kalıntılarının bulunduğu 1834 ten hrozny'ye kadar 80 yıldan fazla zaman geçmişti. üç kuşak dil bilimciler hitit dilini çözmek için boşuna uğraşmışlardı. bir çok teori vardı. babil-asur çivi yazısı ve akadçanın yaygın kullanımı dolayısıyla hititçenin bu dillere akraba olduğu, yani hami-sami dil ailesinden olduğu sanılıyordu. bir yandan da hititlerin, anadolu'nun otantik yerlileri olmadığı, tıpkı sümerler gibi kuzey veya doğudan gelen fatih bir kavim olduğu zannı yüzünden ural-altay dil ailesine mensup olabileceği ileri sürüldü. bilinen büyük dil aileleri ile yakın akrabalığı olmayan (baskça, ermenice vb ) izole dillerden de olabilirdi. ama o tarihlerde kimse hititçenin hint-avrupa dil ailesinden olduğuna ihtimal vermiyordu. bu bilgi önasya tarih araştırmalarının bütün sonuçlarına aykırı düşüyordu.

    hrozny önyargıları bir kenara bıraktı. şöyle düşündü: bir cümlede ekmek sözü ediliyorsa, yemek sözü de edilebilir. "ninda an ezzatteni vadar ma ekutteni" hrozny, hint avrupa dillerini taramaya başladı. yemek, latincede edo, ingilizcede eat, almancada essen idi. eski yüksek almancadaki karşılığına baktığında doğru yolda olduğunu emin oldu. kelime ezzan idi.

    cümlede gözüne çarpan ikinci söz vadar kelimesiydi. anlamca kendinden önce gelen sözlerle bağlantısı olması doğalıydı. artık neye bakması gerektiğini biliyordu. ingilizce water, almanca wasser, eski saksonya dilinde vatar su demekti. işte o zaman cümlenin çevirisini yapabildi. "ekmek yiyeceksin, su içeceksin" böylece hititçe ilk sözcükleri anlamlı şekilde çevirerek anahtarı kilide takıp çevirmiş oldu. sonra yavaş yavaş diğer sözcükler de çevrilmeye devam etti. ayrıca hititçenin hint-avrupa dil ailesinden geldiğini de ispat etmiş oldu.

    tabi ki burada ismi anılan champollion, grotefend ve hrozny bu çetin çeviri işlerinin altından tek başlarına kalkmış değillerdir. hem öncesinde küçük küçük buluşlarla onların işlerini kolaylaştıran, hem de sonrasında onların açtığı yolu genişletip, büyük katkılar sağlayan onlarca hatta yüzlerce bilim insanı olmuştur. sadece bu üç araştırmacının adını andıysam meselenin en kritik noktalarını konuyu fazla dağıtmadan hikaye edebilmek içindir.

    konuya daha derin ilgi duyanlar, benim de büyük oranda faydalandığım c.w. ceram'ın kitaplarına başvurabilir. ekmeğinizi yiyin suyunuzu için. bir oy tip'e bir oy bay kemal'e verin derim ben.

    edit: @causbubelli 'nin iki noktada uyarısı var. demotik yazıyı çivi yazısına ikame olarak kullandığım yerlerde düzeltme yaptım. haklıdır. özünde her ikisi de resim yazının sadeleştirilmiş halidir. ama birincisi mısır'a ikincisi mezopotamya'ya aittir. birbirinin yerine keyfi kullanmak hatalıdır.

    ayrıca ermenicenin izole dillerden olduğu konusunu tartışmalı buluyor. doğrudur bana göre de o bilgi sorunludur.
  • kart da cok ilginc bir hititce kelimedir. "kalp" anlamina gelir.

    ingilizce'deki ve almanca'daki kelimeler ile iliskisine dikkat ediniz.
  • hititce'nin ne kadar hint avrupa dillerine benzerligi oldugunu daha iyi anlamak icin bir de biraz midenizi dusununuz.

    herhalde anadolu'nun tarih oncesi zamanlardan ortacagin sonlarina kadar en onemli ihrac maddesi sarap idi.

    hititler'de ise sarap, wiyana kelimesidir.

    ayni kelime, latince'de vinum, ingilizce'de wine, almanca'da wein, fransızca'da vin, yunanca'da ise oinos olarak kullanilmaktadir.
  • sittar, hititce'de "yildiz" anlamina gelmektedir. star'a olan yakinligini da unutmayiniz.
  • ancak en cok guldugum hititce kelime, kesinlikle arkamijala'dir. "muzisyen" anlamina gelen bu kelimeyi birkac defa ust uste okuyunuz.
  • genu ise herhalde bunlarin en ama en carpici olanlarindandir.

    genu, hititce'de "diz" anlamina gelir. carpici olan nokta ise, vadar kelimesi gibi cok buyuk bir benzerlik gostermesinden ote, latince'de de "diz" kelimesinin tam karsiliginin genu olmasidir.

    hatta ingilizce'deki knee ile olan yakinligini da bir dusununuz.
  • isminizin yaklaşık hititçesi için:
    http://itl.ceit.metu.edu.tr/…m/btm/hitit/index.html
  • ta, hititce'de "seni, sana" anlamindadir. ingilizce'deki "to" ve almanca'daki "zu" ile karsilastiriniz. zira bunlar, yon belirtmek icin kullanilirlar genelde, ancak hititce'den gecmis olmasi cok ama cok muhtemeldir.
  • güneş-dil teorisi'nin başımıza sardığı bir beladır. buna göre anadolu halklarının türklerle akraba olduğu ya da türk asıllı oldukları gösterilebilirse, anadolu'nun kadim türk toprağı olduğu ispat edilmiş olacağından avrupa'nın türkler'i, tarihsiz, köksüz, medeniyetsiz oldukları gerekçesiyle anadolu'dan çıkarma fantezileri sona erecekti.

    bu amaçla o dönem herkesin yaptığı bilimsel ya da pseudo-bilimsel (böyle bir kelime var mı?) oyunlarla ya da doğrudan şarlatanlıklarla anadolu'da, ortadoğu'da ne kadar kadim medeniyet varsa cümlesine bir türk köken uydurulmuştu. hititler de bu furyadan nasibine düşeni almış, bir anda türk oluvermişlerdi. dilleri de türkçe ile akrabaydı.

    uzun süre hititler, sümerler vs. bizim okullarda müfredatlarda türk diye anıldı gitti. bunların dilleri de türkçeyle akraba diye tanıtıldı. belki hala okullarda bu şekilde öğretiliyordur; bilemiyorum.

    ama tabii batıda yapılan araştırmalar açıkça göstermektedir ki hititçe hint avrupa dil ailesinin anadolu dilleri denen erken kollarından birine mensuptur. türkçe ya da -vardıysa o dönemde- proto-türkçe ile alakası yoktur. içinde türkçe kelime geçiyor diye iddia edenler daha dikkatli seçsin kaynaklarını.

    hititçe'de anne ve baba kelimeleri bugünkü dilimizdeki kelimelere benziyor olabilir. bundan daha doğal hiçbirşey olamaz. dünyada birçok farklı, alakasız dilde bu kelimeler benzerdir çünkü genelde nana, mama, baba, papa vs gibi bebeklerin telaffuz edebilecekleri kelimelerdir. genelde ilk hecenin tekrarından oluşur ikinci heceleri. ve tabii dudaktan çıkarılan m ve b gibi kolay sesleri barındırır. bu sebeple tibet dili ile afrika'nın ücra köşesindeki dil de akraba sanılabilir.

    hasılı, hititçe bu coğrafyada binlerce yıl önce konuşulmuş bir hint-avrupa dilidir.
  • hititce ve latince arasindaki benzerliklere bir yenilerini daha eklemek isterim.

    hititce'de kuis diye bilinen kelime, "kim" anlamina gelir. ilginctir ki, latince'de de ayni kelimenin karsiligi quis'dir.
hesabın var mı? giriş yap