• ''neyin var?'' dedim, dedi ''hiç.''
    ''senin?'' dedi, dedim ''hiç.''

    128.316 tane damla harcamış, iki kez şampuan, bir kez saç kremi sürmüş, iki kez ağlayacak olup durmuş, altı kez suyu ayarlamaya çalışmış, bir kez sırtı ıslak perdeye değmiş ürpermiş, üç kez havalandırmadan gelen sesten korkmuş, makyajını silmeye üşenmiş, yüzünü sabunla yıkamış, tam çıkarken havluyu getirdim mi ya diye endişelenmiş, havluyu görene kadar o endişesini dahi unutmuş, gelirken kahve suyu koymuş, kapıyı açacağım diye yorulmuş. dur şunu bir öpeyim.

    9 tane şarkı dinlemiş, bir tanesini ''bu ne amınakoyim ya'' deyip yarıda kesmiş, tavana bakmış, sırtı ağrımış, iki kez ben de girse miydim duşa acaba demiş, üç kez üşenmiş, kalem aramış, bulamayınca sinirlenmiş, makyaj malzemelerime bakmış, halıya uzanmış, boynu rahat etmemiş, oyuncaktan yastık yapmış, bir şeyler okumuş, hiç anlamamış, lan havlusunu aldı mı acaba diye endişelenecek olmuş, kapının arkasında asılı mı derken unutmuş, gidip kahve suyu koymuş, kapıyı kapatırken yorulmuş, dur şunu bir öpeyim.

    ''neyin var?'' dedim, dedi ''hiç.''
    ''senin?'' dedi, dedim ''hiç.''

    duş alırken beni özlemiş, tam hüzünlenecekmiş, uydurduğum şarkıları söyleyip gülümsemiş, nasıl olsa yanına gidince ısıtır deyip, uzak zamanlarda da bana güzel görünmek için, çıkarken bir kova soğuk suyu üstüne boca etmekten çekinmemiş, yanıma geldiğinde izliyor gibi yaptığıma bakıp anlıyor gibi yapmamış, anlamamış, gelmiş kucağıma oturmuş, canı nasıl da sigara istemiş, ilk sigara içtiği anı düşünmüş, zerre hatırlamamış, hatırlamadığı için üzülmüş, bu yüzden onunla gurur duyduğumu hissetmiş gibi yandan gülümseyip sigaramdan bi fırt çalmış, dur şunu bir öpeyim.

    beklerken beni özlemiş, tam yalnız kaldığına sevinecekmiş, aklına omuzlarım gelmiş, vazgeçmiş. balkon kapısını açıp çıkmış, uyurken rahat nefes alsa diye kapıyı açık mı bıraksa, ulan üşür mü diye kapatsa bilememiş, gidip bir komedi dizisi açmış. aklına bir cümle gelmiş, yadırgamamış, bir dostunu düşünmüş, affedememiş, bir kadını düşünmüş, ağlayamamış, canı sadece bir sigara istemiş, yakmış, ilk sigara içtiği anı düşünmüş. son fırta kadar hatırlamış. bu yüzden onunla gurur duyduğumu fark etmiş gibi çapkın gülümseyip dudağıma duman üflemiş, dur şunu bir öpeyim.

    ''neyin var?'' dedim, dedi ''hiç.''
    ''senin?'' dedi, dedim ''hiç.''

    dün gece kesin kötü bir rüya görmüş. bu kadar ürkek adım gitmezdi yatağa bu kadın. rüyasında ben varmışım, o kesin, acaba ne yapmışım? at binmişizdir, şelale izlemişizdir, yağmurda ıslanmışızdır, yola çıkmışızdır, yemek yapmışızdır, kötü ne olabilir ki? dur şunu bir öpeyim.

    dün gece kesin kötü bir rüya görmüş. bu kadar yavaş adım gelmezdi yatağa bu adam. rüyasında ben varmışım, o kesin, acaba ne yapmışım? sarhoş olmuşuzdur, otellerde kalmışızdır, hayal kurmuşuzdur, müzik dinlemişizdir, yazı yazmışızdır, kötü ne olabilir ki? dur şunu bir öpeyim.

    ''neyin var?'' dedim, dedi ''hiç.''
    ''senin?'' dedi, dedim ''hiç.''

    hiç işte, ne güzeldi. dur şunu bir öpeyim. geçsin. hiç.
  • felsefenin en üst noktası.

    altında en derin anlamlar yatan farsça kökenli kelime.

    yaptığımız her şeyin göreceli olarak değersiz ve olmamışla eşdeğer olduğunun ifadesi.

    var olmayan bir şey nasıl tecrübe edilebilir?

    albert camus'un sisifos söyleninde dalıp giden bir uyumsuzun, ne düşünüyorsun, nereye daldın sorusuna verilen cevap var ya hani "hiiiiç" işte o hiç'tir hiç ve anlatılamaz olan. hiç'te tükeniyor her hiiiiç deyişimizde varlığımız ama yine de var olmaya devam ediyoruz. var olmuş olan ve olacak olan her şey o hiç'te erir, o hiiiiç cevabında...

    insan mütevazılığının ulaşabileceği en yüksek noktanın aslında yokluk olduğunu farkedebilmek...

    bunu farkedenler nadirdir. tarihte bilinen ilk örneklerinden socrates var örneğin. o rezil insanların ve ayaklarıyla yeryüzünü yarıp geçen primatların "bildiğim tek şey hiçbir şeyi bilmediğimdir." aforizması.

    ne orijinal sözdür hayat felsefem swh tarzı socrates'i benimseyen tavırlarını bir kenara bırakırsak, insanlık tarihine gerçekten tarihi bir ayar vermiştir socrates:

    "the ancient oracle said that ı was the wisest of all the greeks. ıt is because ı alone, of all the greeks, know that ı know nothing"

    aslında sadece insan mütevaziliği de değil. bu bir gerçek. gözlerimizin önünde bir anıt gibi duran bir gerçek. atatürk büstü gibi. her yerde olduğundan onu esgeçiyoruz.

    bunun bir de nasreddin hoca'lı versiyonuna sahibiz. hani hepimiz biliriz, birisi gelir sorar hoca kimsin diye, o da der hiç. konuşma sırasında hiç makamının insanın ulaşabileceği en yüksek nokta olduğu ortaya çıkar.

    insanın başarılarının, yaptıklarının, gururlandıklarının ve bunların benzerlerinin tümünün göreceli olarak zerre kadar olduğu gerçeği ve bu gerçeği kabullenmek...

    bir de, çamur grubunun bu kelimeyle benzer anlamlara sahip "yok" kelimesi adında güzide bir şarkıları vardır. çaresizliğimiz işte bu kadar.

    65-70 yıllık bir ömürde, kimimiz için daha da az, tüm işlerimizin rüzgarda savrulan yapraklar gibi savrulacağı gerçeği.
  • yapmayın birader. bu teaserlardaki gibiyse film yapmayın etmeyin. bu kadar amatör işi olacaksa bırakın o kameraları evlerinize dönün. 1. sınıf sinema öğrencisi gibi değişik birşeyler yapayım derken sikko kamera açılarıyla rezil etmeyin bu kitabı. karakterlerin sesleri, soru-cevap teaserındaki yapaylık. of be abi. akşam akşam içim kıyıldı lan. kimse sizden bir gemide beklemiyor da abi allasen düzgün çekin şunu.
  • soyle bi hikayesi vardir...

    ***

    devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre... yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar valiyi... bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbirşey ile ilgilenmeyen bir adama takılır... perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını vali... atının üstünden inmeden,vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama...

    - "behey adam, herkes benim şehre gelisimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun? "

    perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan,sakallarının ve uzun saçlarının arasından beli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek :
    - "hiç" der...

    vali daha da hiddetlenir,
    - "ne demek hiç, senin bir adın, şanın ünvanın yok mu bre adam" der...

    - "senin var mı? " der bu kez adam...

    vali iyice şaşırır ama cevaplar,
    - "gafil adam, nasıl tanımazsın, ben valiyim" der.

    adam aynı ses tonu ile sorar yine...
    - "peki daha sonra ne olacaksın?"

    - "vezir olacağım." der vali...

    - "peki daha sonra?"

    - "sadrazam olacağım..."

    - "peki ya daha sonra?"

    kısa bir an duraksar vali ve;
    - "hiç" der...

    sadece gülümser perişan kılıklı adam...

    ***

    dipnot: hikayeyi bana animsatan entry - (#7931165)
  • neyzen tevfikin dövmesidir aynı zamanda.
  • iç yokluğu.
  • "ben bu albümü yaptım bana kızdılar. nerede bunun sözleri diye"

    e.o.
  • biri masivadan maveraya kanatlanmış tanım: "hep"e varış, cesedinden sıyrılmak; aşk adamının dediği gibi "ben hiç kimse değilim; bir "hiç"im." masivaya ait ne varsa ondan şundan benden sıyrılmak. diğeri dünyevî yorum; varlığı reddeden. sebepleri ve sonuçlarıyla. başı ve sonuyla. öyleyse, şiirini hatırlatan güzel dostu anarak, "şair"e kulak veriyorum:

    "âlemin küfre göre, hem başı, hem sonu hiç / iki hiç arasında varlık olur mu ki hiç?"
  • pek fazla dalgın kaldığımı fark eden bir arkadaş, “yine neyin var?” dedi.
    “hiç” dedim.
    bu “hiç” yalnız içinde bulunulan durumu açıklamak için söylenmemişti, ağzımdan çıkan bu “hiç” sözü evrenin bir çeşit açıklaması idi.

    (filibeli ahmed hilmi, "a’mâk-ı hayâl"den)
  • bu öyle bir kelime ki, söylenişi dahi bir iç çekiş şeklindedir.
hesabın var mı? giriş yap