• "benim tam bir erkek gibi davranmamı istiyor. o duvara yaslanmış duruyor olacak, ben de elimi başının hemen yanından duvara dayayacağım, ne haber bebek diyeceğim. böyle biri olmamı istiyor... erkek olamayacak kadar mutsuzum ben."
  • başka bir adı var mı bilmiyorum ama aklımın bayrak yarışı tekniği olarak adlandırdığı, sabit bir başkarakteri olmayan kitaplardan.

    ayrıca ender ve çetin'i görünce bi an için eski arkadaşlarımı görmüşcesine mutlu olmadım da değil.

    --- spoiler ---

    ---

    mercimek çorbası içmişlerdi. kalın porselenden çukur tabaklarda. kenarları aşınıp erimiş mavi plastik sepete, dörde bölünmüş bir ekmek koymuştu garson. bir su bardağının içinde açık mavi ve pembe renkli kağıtlar duruyordu. pervin bunlardan biriyle kaşığını silecek olmuştu, ''korkma ölmezsin!'' demişti hasan. herkes, dünyadaki herkes böyle eleştirir, rahatsız eder birini. herkes yapar bunu. o da yapmıştı.

    ---

    bu aklına gelince ve bununla birlikte geçmiş de aklına gelince ve çok süratli gelince, gözleri doldu. çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım. aniden akla geliveren ve düşünceye dönüşmek için kafi zamanı bulamayan şeyler, basınç değişikliğinin tesiriyle (bizim problemimizde basınç aniden düşüyor, sıcaklık ise sabit) ne olur, sıvı hale geçer ve gözyaşı olarak akar bunu herkes bilsin. bu böyledir. gözlerini sil.

    ---

    savaşsa mı (hayat bu mu), uzlaşsa mı (hayat yoksa bu mu) bilmiyor. yaradılışının şifresini çözemedi; mesut tıkırtılarla işleyecek o mekanizmayi çalıştıran düğmeyi bulamadı. belki de boyu yetişmedi. babası ona kızdı, kibriti yakamadığı zaman da kızmıştı ve yaptığı resmi gösterdiği misafir, ''bana resmini anlatır mısın.'' dediğinde, ''sen baksana, kör müsün!'' demiş ve anlamıştı adam kördü ve bir anlık şımarıklığı bile bağışlamaz hayat, çünkü çok acımasız bütün insanlara karşı, körlere ve şımarık çocuklara karşı, resim yapan pastel boyalarla salondaki sehpanın üzerinde.

    ---

    kimi zaman öyle geliyor ki, hayatım boyunca katı hale geçemedim ben, durmadan masaların, koltukların, sehpaların altına ve yetişkinlerin ayaklarının diplerine çöken, bereket versin havadan ağır bir gaz olarak yaşadım bunca yılı. yirmi altı yılı. ve bu yirmialtı yıl boyunca tek bir şeyi istedim, tek bir şeyin peşinden koştum, koş dedim ruhuma, koş alçak, koş pislik, o da koştu... karşıma çıkan herkesin, kadın, erkek, çoluk, çocuk, herkesin bana aşık olmasını istedim. işte benim basit gerçeğim! ama artık, içkili ve kalabalık bir akşam yemeği hayal ediyorum. açık havada, çıplak ampüllerin altında. güzel şeyler yiyip içmişiz. nefis bir yaz gecesi. masada kalan son kişi ben olmak istiyorum. eşlerin birlikte kalkmasını izliyorum sessizce. sonra erkeklerden yemeğe yalnız gelmiş kadınları evlerine bırakmalarını rica ediyorum. masada tek başıma kalmak istiyorum. rüzgarla sallanan çıplak ampüllerin altında. ağustos böceklerini dinliyorum ve bir parça kuru ekmek atıyorum ağzıma.

    ''tuhaf adamım ben!''

    --- spoiler ---
  • barış bıçakçı'nın ilk kitabı. ama ben diğerlerinin ardından okudum. böylesi daha iyi oldu sanki. çetin ve ender'i, sulhi ile hasan'ı sokaktan geçen sıradan insanlar olarak görüp hatırlamak kitabı daha da ilginç yapıyor.
  • sevgi soysal'in "yenisehir'de bir ogle vakti" romaninin, kizilay'in sokaklarda dolasma, her nevi tesadufle karsilasilan insandan, edebi sosyolojik temalara uzanma -mesela markette alisveris yapan bir teyzeye bakip alt-orta sinif kadinlari ve tuketim aliskanliklari gibi bir edebi cozumleme yapmak- temasinin yeniden animsandigi bir nevi novella. okumasi guzel, okuduktan sonra hatirlamasi guzel bir sonbahar romani.
  • sessiz sessiz, ama derinden işini gören bir roman; bir gün boyunca ankara sokaklarında dolaşıyoruz; sıradanmış gibi görünen hayatların arasında; oscar wilde 'ın "dünyanın gizemi, görünmeyen de değil görünende demesi gibi; aslında gün içinde ne kadar çok hikayeyi görüp de fark etmediğimizi fark ediyoruz. bıçakçı elimizden tutuyor; herkesin herkesle dostmuş gibi göründüğü bu alemde gezdiriyor bizi. hani hayyam'ın hakkıyla ifade ettiği gibi bir toparlanıp bir dağılan bu alemde.
  • ankara'dakilerin aşina olduğu, siren sesleri arasındaki resmi konvoylara dair harika bir tespit de içeriyor bu güzel kitap:
    "işte devlet gidiyor. siyah parlak makam otomobilleri, azarlayıcı anonslar, döne döne yanan mavi kırmızı ışıklar, devlet gidiyor, hızlı bir sürüngen, korkutarak insanları, kutsal kitaplar nasıl korkutursa öyle."
  • şehrin, o büyük kalabalığın üzerinde google maps kullanıyormuş gibi yazılmış kitaptır. veciz sözler gibi altını çizmeden duramayacağınız cümleler yok fakat yine de okumaya devam ediyor ince bir heyecan duyuyorsunuz. bir gecede yabancı*'yı okuduktan sonra, içine girdiğim o yabancılaşma sendromuna ilaç gibi gelmiştir. tekrar gerçeğe, hayata dönmeme yardımcı olmuştur. güzel kitap ve güzel adam barış bıçakçı.

    "çünkü zamanla her şeyi sever insan, çünkü bir gün öleceğini anlar."

    "herkesi kendisi gibi sandı. her şeyi bu sanının üzerine kurdu."
  • barış bıçakçı, ankara sokaklarının üzerinde (kısa bir istanbul parantezi de dahil) koca bir mikrofon dolaştırılıp sesleri kayda almış sanki. okumaya başladığınızda kargaşası sizi yoruyor ama sokak bu işte, hemen adapte oluyorsunuz. siz konuşurken söz sırası birden yanınızdan geçip gidiverene geçiyor, oradan bir başkasına ve bir başkasına... başlı başına bir romandan ziyade, daha büyük bir metnin hazırlık aşaması gibi; bir ön çalışma...
  • barış bıçakçı'nın ilk romanı. bir ilk romandan beklenmeyecek kadar sürükleyici ve yaratıcı. romanın öznesi sürekli değişiyor, bir kişiden, ona bir şekilde "dokunan" diğer bir kişiye geçiyor. aynı tekniği virginia woolf da mrs. dalloway'de kısmen kullanır.
  • iletişim yayınlarından çıkmış, barış bıçakçının ilk kitabı. sokakta yürürken hikayeden hikayeye atlamasını önce anlamlandıramasanız da, sonrasında hayran kalıyorsunuz. birinin daha, yalnız yol alırken aklından geçen kelimelere dayanarak hikayelerde, olaylarda, insanlarda gezindiğini bilmek sevindiriyor. bindiğim otobüslerde gördüğüm insanlar için yazdığım hikayelere benziyor anlatılanlar, ama daha sade, daha yaratıcı.
    kitabın kapağındaki ilüstrasyonda (türkçe tam karşılığını bulamadım) işyerimi gördüm. demek ki tüm gün kapalı kaldığımız yerle birlikte, bir kitap kapağına ışınlanmışız... herkesle dostmuş gibi yaptığımı sanırken aslında bir kitap kapağında 8 saatimi sürdürüyormuşum...

    "konuşuyordu derya. herkes herkesle dostmuş gibi, değilse de hemen olabilirmiş gibi bütün engelleri bir hamlede aşarak, ama bunun için gerilecek bir mesafe olmalı, tabii bir de spor ayakkabılar, mümkünse eşofman, sağlıklı beslenme... onunla alay etmek hoşuna gidiyordu, elinde bir tek bu vardı, kabuğunun içinde geçirdiği onca yıldan sonra, bir tek bu yeteneği kalmıştı."
hesabın var mı? giriş yap