• sanırsın en-cinnu diyarından gelen kötü bir ruhu hapsediyor; kem alametlere nişan olmuş ruhani varlıklara pıranga vuruyor ki bir daha dünyaya hiç çıkmasınlar...

    ...kavanoz kapağı kapatıyor yaa! içinde salça, hadi bilemedin turşu olan cam bir kavanozun kapağını.

    bu ne hırstır, ne gözü dönmüşlüktür anlamıyorum. bir kavanoz kapağını kendine namus meselesi yapmayı ise hiç kavrayamıyorum; sanki acı çekmeden açılan kavanoz kapakları törelerimize ters, kan davasına gebe objeler.

    hayır bir de daha sıkı kapatınca değişen bir şey yok ki? alırsın kavanozu, sonuna dek çevirirsin... en sonunda da şöyle yarım saniye sıkarsın içine hava almasın diye.

    bunun için kafadaki kılcak damarları çatlatmanın, spartalılar gibi manyaklaşmanın anlamı nedir allahasen...
  • onlar bilmez ama, ebelerinin kulağını çınlatırlar bu tiplerin.
  • daha sonra kendi sıktıkları kapağı açamayıp, yardım isteyen ya da sıcak suya tutup kapağın gevşemesini bekleyen gruptur.
    (bkz: anne)
  • muslukları da aynı hırsla kapatıp contaların amına koyan adamlardır. sözlük yazarı itaatsiz bu adamlardandır. itaatsiz'in yaşadığı evlerin civarındaki tesisatçılar ihya olur. yenileri açılır.
  • obsesyonsahibi olmalari muhtemel insanlardir...
    (bkz: obsesif kompulsif bozukluk)
  • eger bicak bilemek gibi bir yetenegi de varsa evdeki bicaklari kasap bicagindan daha iyi kesecek sekilde biler bu kisiler, bicak her yikandiginda evde kan cikar, ardindan da kavga..
  • ulker rodeo yiyilip ustesinden gelinebilecek bir durumun baş kahramanlari. onlar iyice kapatsin, siz rodeo yiyin. hele ki isminiz mustafa ise "pit" diye acarsiniz. ve unutmayin ki; "ayseler de tadabilir"
    (bkz: reklamlari izlediniz)
  • "bu kapak kitlene de, ne doğunun atlıları ne de batının süvarileri onu açamaya!!! ne güneyin sihirli efsunları, ne de kuzeyin deli rüzgarları onu camından ayıramaya!!! bu kapak kapana da, kırk bir sultanın kırk bir vezri gelse de, yerinden milim kımıldatamaya!!! hepsi bin bir katır bağlasa, kol kalınlığındaki urganlarla çekse de yerinden......"

    - babaaaa!!! çokomel kavanozu yine sende mi???
    - netçeksin *öfffff bee*
    - yicem tabi napıcam?
    - aman tamam tamam, bekle 10 dakika açıp getiriyorum... *bi yannız bırakmadılar*
  • yıl 1975. tophanedeyiz. ayı emin amca ile sohbetteyiz. milli güreşcimiz olan 121 kilo ağırlıgında, 2 metre boyundaki bu altın kapli adam bana şampiyonluk öyküsünü anlatmakta. dalıp gitmişiz gözlerimiz nemli... o sırada yanımıza dogru gelen tıfıl, sıska, elinde bir kavanoz taşıyan genç bir çocuk takılıyor gözüme. yanaşıyor. "yine mi lütfü?" diye soruyor ayı emin amca... lütfü gözlerini eğiyor. ayı emin amca başka söz etmeden kavanozu alıyor ve kapağını sıkıştırıyor. lütfü'nün mahcup gözleri ışıltılarla doluyor birden. kavanozu alıp koşar adım uzaklaşıyor. "ne oldu? tüm bunların anlamı neydi emin amca?" der gibi bakıyorum. gülümsüyor. " bu dünyada herkes aslında ardında bir iz, yaşadığına dair bir emare bırakmak ister a oğul". "komşumuzun oğlu... bir baltaya sap olamadı... ailesi içinde beş paralık haysiyeti yok. hep hor görürler çocuğu. var yok belli değil. o da bu teselliyi bulmuş kendine. kavanoz kapaklarını getirir bana sıkıştırır. anası ablası açamaz. lütfü'den bilirler... adını seslenir. ondan yardım dilerler. bak bir kaç saate kalmaz lütfü gelir, kapağı açmamı ister.... " dedi... nemli gözlerini gökyüzüne kaldırdı... "ey oğul. bu dünyada biri olmak olabilmek için insanoğlunun aradığı yol milyar tanenin beş yüz katıdır. kızıyorum ama ne edeyim. bu çocuk için kavanoz demek tutunacak bir dal demek.." dedi... bakışlarımızı sonsuza doğru diktik.... uzaktan lütfü geliyordu....
hesabın var mı? giriş yap