• bu sabah çay için ocağı yakarken bir kıvılcım da zihnimde çakıldı. bozkır, rüzgar, kahverengi ve bir küçük tüpün yıllarca aklımda çıkmayacak, her fırsatta hatırlayacağım bir anı oluşturacağını bilmiyordum o zamanlar. toprakla uğraşan, günlerini arazide geçiren biri için çay, tüm o sürecin özel bir parçası ve tamamlayıcısıdır. bunun için küçük tüp, kararmış çaydanlık, bardak takımı ve çokokrem kabına konmuş toz şeker her zaman hazır tutulurdu. tarlada çay demleme işi ailenin en küçük ve tecrübesiz üyesine aittir. yani çiftçiliğe bardakları yıkamayı ve doğru şekilde çay demlemeyi öğrenerek başlanır bizim topraklarda. hasılı şehirde büyüyen köylü çocuğu olarak çay demleme görevi bendeydi o zamanlar :) anadolu kırsalı bolca rüzgar aldığı için küçük tüpü rüzgardan koruyacak bir yere konumlandırmak gerekirdi. bunun için römorkun tekerlerinden birinin doğuya bakan iç tarafını seçmek çoğu zaman işe yarardı. çaydanlığı koyup, tüpü yaktıktan sonra rüzgar sesi ile tüpün sesi birbirine karışır ve muhteşem bir işitsel bileşim çıkardı ortaya. işte bu sabah tam olarak o sesi hatırladım. tüp sönmesin diye, su kaynayıp çayı demleyene kadar çaydanlığın başında beklediğim o anları. karasal iklimin insanın içine işlediği ve hatta insanı kuşattığı, doğanın ev sahipliğini kusursuz yaptığı, kendimi bir rüyada gibi hissettiğim, tüm sorunlardan arınmış gibi özgür olduğum o kıymetli günleri.
  • bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. unutamamak... belleğin kaçınılmaz intikamı..
    herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.. yaşadığımız anları dondurup cümlelere dökme çabası, çiçekleri kurutup kitap yaprakları arasında ölümsüzleştirmeye benzer..*
  • önce,
    krzysztof kieslowski'nin 10 emir üzerine çektiği dekalog'dan bir sahne:
    çocuk: insanlar neden ölür?
    adam: değişir; kalp krizi, kanser, kaza, yaşlılık.
    çocuk: yani, ölüm ne demek?
    adam: kalbin kan pompalaması durur, beyne kan gitmez, hareket durur, her şey durur. her şey biter.
    çocuk: geriye ne kalır?
    adam: bir insan ne yaşamışsa bu onun anıları ve bıraktıklarıdır. anılar önemlidir. birisini, belli özelliklerini, belli yanlarını hatırlarsın. onun yüzünü, gülüşünü, bir dişinin eksik olduğunu hatırlarsın...

    sonra,
    hakan günday'ın, şahsiyet dizisiyle ilgili verdiği röportajda söyledikleri:
    “insan neyi neden hatırlar ve neyi neden unutur? bu sorunun önemli olduğunu düşünüyorum. çünkü biliyoruz ki bizi biz yapan temel unsur, neleri unutup neleri hatırladığımız. ayrıca bugünü nasıl yaşadığımızı belirleyen de onlar. bu noktada karşımıza ikinci bir soru çıkıyor: neyi unutup neyi hatırlayacağımıza kim karar veriyor?"

    şimdi,
    öyleyse, hatırladıklarımız kadar varız, hatırlandığımız kadar yaşadık.
  • hatırlamak, hatırlanan şeyi kendi içinde ölümsüz kılmaktır.
  • bir kişiye, şeye, olaya gerçek anlamını verendir.
    "bu dünyada hiçbir şey göründüğü, hatta yaşandığı (hatta olduğu) gibi değil. her şey hatırlandığı gibi!" *
    bu nedenle birinin hafızasında güzel yer etmeli insan...
  • bazen bir adım atıp kendi dışıma çıkıyorum.

    ortaokulda kompozisyon denemeleri yaptığım defteri yıllar sonra bir yığın ıvır zıvırın arasında bulduğumda, ya da iki yıl önce ziyaret ettiğim köy evinde çocukluğumdan kalan bazı ev gereçlerinin hala kullanıldığını fark ettiğimde olduğu gibi tıpkı.

    annem, elinde tepsiyle odaya girip, gürül gürül yanan sobanın yanına kıvrılmış oğluna kabak tatlısı ikram ederken, ben onları uzaktan seyrediyor, her kıvrımında çocukluğumdan bir şeylerin uçuştuğu o kadim tepsiye ve yüz çizgilerinde kaybolup gitmek istediğim anneme hayranlıkla bakıyorum da yine de kurtulamıyorum içimi basan efkardan.

    "hatırlamak yalnız bırakır." diyor barış bıçakçı. ama belki iyi bi' şeydir bu, belki de hiç ölmeyeceğim.
  • insan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
    .
    .
    didem madak*
  • başlamak bitirmenin yarısı ise, hatırlamak da unutmanın yarısıdır.
    (ben öyle sandım)
  • "hatırlamanı istemek için
    armağanlarım çok küçüktür
    ve bunun için
    onları sen hatırlamalısın." (tagore, "seçme şiirler"den)

    hatırlamak isteneni ben değil, sevgili, sen hatırlamalısın, der gibi. belki de karşılık beklemeden değer vermek bu olsa gerektir. günlük yaşam pratiği içinde özenli-özensiz, doğaçlama ya da planlı, rasgele ya da bilinçli olanı kavrayarak şiirinde damıtan kuyumcu tagore, görülmeyenleri gösterdiğin ve ima ettiklerin için teşekkürler.

    şiirin, her ne kadar bazı şairler için yakıştırılmış da olsa, felsefi bir ufka sahip olup olamayacağı üstünde çok durulmuştur. öyle veya böyle, şiirin böyle bir görevi yoktur. birkaç mısra ile içimizde bir tel titreşsin yeter; bir baudelaire şiirinde hatıraların silkelenmesi gibi havada!

    bu yanıyla, tagore örneğinde, ulu şairler birer filozof değil, bilakis filozofların iç dünyasını da kuşatan bir derinliğe sahip portrelerdir sadece. marx'ın antik yunan şairlerine, heidegger'in hölderlin'e yönelmesi gibi! bu kadar kâfi.
  • geçmişin itibarı.
    an itibarı ile.
    an o an.
    anbean.
    (sen öyle san)
hesabın var mı? giriş yap