• haset ve kıskançlık birbirinden farklıdır. melanie klein haset ve şükran isimli kitabında detaylı olarak anlatır.

    klein'a göre haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur; hasetli itki, o istenen şeyi sahibinden çekip almaya ya da bozmaya, kirletmeye yönelir.

    kıskançlık, aslında bizim hakkımız olan bir 'iyi'nin başka biri tarafından alınmasını ya da ona verilmesini içerir. şöyle de ifade edilebilir: "... kıskançlık, elinde olanı yitirmekten korkar; hasetse, kendi istediğinin bir başkasında olduğunu gördüğü için acı duyar... hasetli kişi, haz ve memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar. ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona. bu yüzden, hasetli kişiyi tatmin etmeye yönelik her tür çaba nafiledir.....haset her zaman aşağılık bir duygudur, en kötü duyguları da peşinden sürükler."
  • bu topraklarda çok olmasının sebebini bireyselligin iğdiş edilmiş olmasına bağlıyorum. bu da (kendinde) büyük bir eksikliğin altını çizdiği için (ötekinde) özerkligin göze batmasına ve batirilmaya çalışmasına sebep oluyor, bu açıdan bakınca haset şiddetli bir ötekini kisitlama arzusu üretiyor; yolunu kesme ve uzaklaşmasını önleme isteği. hasetli kişi(ler) geride kalmayı kaldiramadigi ve ileri gitmeyi de gözü kesmedigi için kendi seviyesinde tutma isteği içinde oluyor, bu açıdan tekrar bakınca onlara da üzülüyorum çok acıklı görünüyor, elinden gelse seni çiğ çiğ yiyecek ama acıyorsun, buradaki suçluluk hissini de deşmek lazım.

    [biraz deştim haha, ucu sevdiklerimize çıkıyor maalesef, bunu yapanların arasında onlar da var ve onlara karşı olan öfkeyi dışa vuramayinca suçluluk duygusu üretiyor - freud, uygarligin huzursuzluğu'nda suçluluk duygusunun da aslında şiddet barındırdığını içe yönelmiş öfkeden kaynaklandığını yazmıştı-. kendini yakıp yıkamayacağın için hokus pokusla böyle merhamete benzeyen bir duygu üretiyorsun ama aslında tiksinti.]
  • haset duygusuna sahip olmayanlar da mutsuz olabiliyor.
    ama haset-fesat sahibi olup da, mutlu ve huzurlu bir ömür geçiren görmedim daha ben. çünkü zaten huzursuz bi his bu yani, durmaz ki huzura niyetli insanda.
  • allâmeden fahreddin râzî şöyle demiş:
    "iblis, ilahlık iddia ettiğinde firavun'un kapısına geldi, kapıyı çaldı.
    [diyalogla devam]
    firavun: kim o?
    şeytan: ben iblis'im. ama sen ilah olsaydın, kapıda kimin olduğunu bilirdin.
    firavun: gir ey melûn! yeryüzünde senden ve benden daha şerli bir kimseyi biliyor musun?
    iblis: evet, haset eden. çünki benim bir dostum vardı, davet ettiğim her şerre gelirdi. ona, 'benim üzerimde hakkın vardır, benden bir ihtiyacını iste.' dedim. 'komşumun bir ineği var, onu öldür.' dedi. dedim ki: 'buna gücüm yetmez. istersen onun yerine sana on tane inek vereyim.' 'hayır,' dedi. 'ben ancak onun ineğini öldürmeni istiyorum.'
    anladım ki, haset eden, benden de senden de daha şerlidir."

    mal meydanda. bu meyanda, bu ölümcül diyalogtan, melûn şeytanın dahi haddini bildiğini anlıyoruz. hakikaten biz insan soyu, şu firavun lavuğuna ne kadar benziyoruz. şeytan'dan komalık ayarı alıyor, üstüne bir de kendinden kötüyü arıyor izansız! hasetçinin de vay hâlinesini görüyoruz. yerlerde. bu iki sevimsizden beter vaziyette. ne diyeyim, yüce allah, bu hâliyle duyguların en şerlisi gibi duran hasetten bizi temizlesin, esirgesin vesselam.
  • haset, mânevî varlığı yok eder, iman nurunu söndürür.birçok felâketlere öncülük eden hasettir.
    sehabeddin ahmed e göre budur hasetin tarifi.

    imam gazalî'ye göre haset ancak bir nimete karşı olur. allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir. birincisi, o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna haset denir. hasedin tezâhürü de insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir. ikinci hal ise ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir. buna karşılık o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemektir. buna da gıpta denilir.

    velhasıl mü'min gıpta ederken münafık haset eder. zira hasedin haram olmasının sebebi allah'ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve kur'ân-ı kerîm'de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır.

    hased

    kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek. kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. en çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir:

    haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. işte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset sonuncusudur.

    haset, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek haramdır. ancak bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine neden olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günâh değildir. çünkü onun yok olmasını istemek bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değil; bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir.

    hasedin haram olmasının sebebi allah'ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve kur'ân-ı kerîm'de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır: "size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır," size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler" (âlu imran, 3/120). ehl-i kitabın içlerindeki hasetlerin kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır: "kitap sahiplerinin çoğu, gerçek kendilerine belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler" (el-bakara, 2/109). kendilerine kitap ve ilim geldikten sonra insanların birbirlerine düşmelerinin sebebi de haset olarak ifade edilmiştir: "onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hakkında) rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işlerileri bitirilir)di" (eş-şurâ, 42/14).

    hasedin dereceleri:

    imam gazali hasedi başlıca dört dereceye ayırarak inceler:

    1- haset ettiğin kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir. bu nimet ister kendi eline geçsin, ister geçmesin, yeter ki haset ettiği kişide bulunmasın. hasedin en kötü olanı budur.

    2- haset ettiği insanın elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir. bunun isteği o nimetin kendi eline geçmesi, amacı o nimete kendisinin sahip olmasıdır.

    3- başka birisindeki nimetin aynısının veya benzerinin kendisinde de olmasını istemesidir. eğer kendi eline geçmeyecekse, onun elinde de olmamasını arzu etmesidir.,

    4- başka birisinde bulunan nimetin benzerinin kendi elinde de olmasını istemesi, fakat hased ettiği kişideki nimetin yok olmamasını istemesidir. işte hasedin bu son derecesi eğer sırf dünyalık nimetler ise affedilmiştir. eğer din hususunda ise tavsiye edilmiştir. çünkü bu, hayırda yarışma buyruğunun kapsamına girmektedir.

    hasedin ortaya çıkmasına bir çok sebepler vardır. bunların başlıcaları şunlardır:

    1. dusmanlık. bu, hasedin en önemli sebeplerinden birisidir. kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. de ki, "öfkenizden ölün. şüphesiz allah göğüslerin özünü bilir" (âlu imran, 3/119). böyle kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan hased çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar, hayat boyunca devam eder, hileli yollarla nimetin izalesine gidilir, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır.

    2. teazzuz. bir kişinin üstünlük taslaması karşısında diğer bir kişinin ağırına gitmesidir. kişinin, emsallerinden, mevki, ilim veya servet sahibi olan birisinin kendisine karşı kibirlenmesi halinde bunu hoşgörü ile karşılayamadığı için hased etmesidir.

    3. doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan haseddir. müşriklerin "kur'ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi" (ez-zuhruf; 43/31), demeleri böyle bir hasedin ifadesidir.

    4. şaşkınlık ve hayranlık. kur'ân, geçmiş ümmetlerden bahsederken, onların kendileri gibi bir insanın risâlet, vahiy ve allah'a yakınlık gibi bir mevkiye ulaşmasına şaştıklarını ve bunun sonucu olarak haset ettiklerini anlatır: "siz de bizim gibi birer insansınız" (yâsin, 36/15); "bizim gibi iki insana mı inanacağız?" (mü'minun, 23/47) ve "kendiniz gibi insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızdan hiç şüphe yoktur" (mü'minun, 23/34).

    5. amacına ulaşamama korkusu. kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularına dayanır. diğerinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir hased kaynağıdır.

    6. makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği. sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere hased etmesinin başlıca nedenidir. sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan kimse, "işte bu adam kendi sahasında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur" denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi, yerini alması hafinde de kıskançlık duyar, hased eder.

    7. kötü huyluluk ve allah'ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik. kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona allah'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, hased eder. buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar. böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve allah'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler.

    kalpten hasedi atmanın yollan: hased daha önce de ifade edildiği gibi kalbin en büyük hastalıklarındandır. kalp hastalıkları ise ancak ilim ve amel ile tedavi edilebilir. hased hastalığını tedavi edebilmek için öncelikle hasedin din ve dünya için getirdiği zararları bilmek, bu hususta ilim sahibi olmak gerekir. üstelik hased, kendisine hased edilen kimseye zarar getirmez. bu nedenle kişinin kendine düşman olması anlamına gelen hasedden kurtulmak için, hasedin şu zararlarını iyice anlamalıdır:

    hased eden, allah'ın yaptığı taksim ve takdire rıza göstermiyor, onun iradesine karşı geliyor demektir. o'nun bizce gizli olan hükümleri ile mülkünde gerçekleştirdiği adalete kızmak, onu çirkin bulmak anlamına gelmektedir. bu ise, kişinin tevhidin özüne ters düşmesinden, dolayısıyla imanının zedelenmesinden başka bir şey değildir. hasedden vaz geçmek için onun bu zararını bilmek bile yeterlidir. fakat bunun yanında hased eden kimsenin bir mü'mini aldatmak, ona nasihat etmeyi terketmek, mü'minleri sevmek yolundaki islâm'ın açık emirlerini terketmek, mü'minlerin zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan şeytan ve kâfirlerle birleşmiş olmak gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günâhları işlemiş olacağı unutulmamalıdır.

    bütün bu özellikleriyle kalbin saflığını ve temizliğini gideren bir pislik olan hased, ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini giderir, yok eder (ebû dâvud edeb 44; ibn mâce, zühd 22).

    hased eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. `çünkü birisine hased edildikçe allah onun nimetini artırır`. onun nimetinin artması da hasedçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. hasedçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. amansız bir hastalığa düşer. bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur. hased edilenin perişanlığı istenirken, hasedçi perişan olur. bunun yanında hased edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz. o halde, kişi bir âhiret hesabı ve korkusu çekmese bile, aklın gereği olarak bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir. üstelik âhirette neden olacağı ceza da unutulmamalıdır. öyleyse insanın âhirette allah'ın gazabına çarpılmak istemesinden, azaba uğramak için çalışmasından daha akıl dışı ne olabilir?

    hasedin amelle tedâvî edilmesine gelince; amel ile hasedi tedâvî etmenin yolu, onun isteklerini yerine getirmeyerek, hatta aksini yaparak ona hükmetmesini öğretmektir. sözgelimi içindeki hased duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmalı onu övmelidir. kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde karşı koyarak tevazu göstermeli; vermemeyi fısıldadığında, vermelidir. kişinin bu davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından sevilmesine neden olur. bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla hased hastalığı yok olur. baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği doğası hafine gelerek kökleşir. doğal olarak şeytan bu gelişmeden hoşnut olmayacak, olumlu gelişmeyi engellemek isteyecektir. bu davranışının güçsüzlüğünden, korkusundan ileri geldiğini öne sürerek onu iğfal etmeye çalışacaktır. fakat mü'min şeytanın vesvesesine kendisini kaptırdığında sapacağım, ziyana uğrayacağını unutmamak zorundadır.

    kaynak: "hased" ahmet özalp
  • başkalarının sahip olduğu imkanları kıskanarak, aynı imkanlara sahip olmaya yönelik duyulan güçlü bir istektir. fakat aynı zamanda duyulan bu istekle beraber o imkanlara sahip olan kimselerin o imkanlardan mahrum kalmasını da arzulamaktır.

    günümüzde haset ile kıskançlık hisleri birbirleriyle karıştırılmaktadır. haset, bir yönüyle kıskançlıktan beslense de pek çok yönden kıskançlıktan farklı, hatta öte bir duygudur. kıskançlığın altında; var olan bir şeyi savunma, koruma isteği yatarken, haset var olmayan bir şeyi elde etmeye yönelik duyulan istektir. hasede bir nevi çekememezlik de denilebilir.

    yoğun, güçlü ve yıkıcı bir duygu olan haset, her alanda kendini gösterebiliyor. bir kişinin maddi, fiziki anlamda sahip olduğu veya sonradan edindiği imkanlara karşı, bir kişinin sahip olduğu kişisel, karakteristik özelliklere karşı, var olan veya yeni kurulan iletişimlere, bağlara, ilişkilere karşı... vs. bu duygu kendini gösterebiliyor.

    herhangi bir konuda haset duygusuna kapılan kişi, kendisini karşısındaki insanın o konudaki imkanlarını kaybetmesine odaklar. çünkü duyduğu yoksunluk hissinden, karşısındaki kişi o şeyi veya şeyleri kaybederse kurtulacağına kendini inandırır.

    aslında haset duygusuna kapılan kişi çoğunlukla bu duygunun kötü bir duygu olduğunun farkındadır. çünkü bu duygunun dini öğretilerde ve kültürel birikimlerde onaylanmayan bir duygu olduğu herkesçe bilinmektedir. bu nedenle bu duygu ekseriyetle gizlenmeye, maskelenmeye çalışılır. bu duyguya kapılan kişi, durumu kesinlikle itiraf etmez, hatta bazı zamanlarda kendisine bile itiraf etmez. bu gizlenme ve maskelenmenin altında yatan bir diğer sebep de, bu duygunun özünde kıskançlıkla beraber düşmanlığın da yatıyor oluşudur. bu düşmanlık da elbette gizli bir düşmanlıktır... bir itirafla karşısındaki kişiye kendisini aciz, zayıf göstereceğinin, itibar kaybına uğrayacağının farkındadır. çünkü bu itirafla yoksunluğu ortaya çıkacaktır.

    geçtiğimiz aylarda denk geldiğim bir makalede hasedin nedenleri şöyle sıralanmıştı:
    - belirli bir hedef veya hedef sınıfı ile ilgili olarak olumsuz karşılaştırma,
    - aşağılık duygusu ve kısmi benlik saygısının kaybı nedeniyle acı çekme,
    - kişinin aşağılık duygusunun üstesinden gelme konusundaki çaresizliği ve umutsuzluk duyguları,
    - avantajlı tarafa yönelik kötü niyet,
    - avantajlı tarafın bazı hedeflerine ulaşmamasını dilemek.

    diğer yandan francis bacon da denemeler'inde bu duyguyu irdelemiştir. en bayağı ve en aşağılayıcı duygu olarak tanımladığı haset hakkındaki bazı fikirleri şunlardır:

    ''kendi işine gücüne dalmış bir kimse, çekememezlik duymaya pek fırsat bulamaz, çünkü çekememezlik aylak bir tutkudur, sokaklarda gezer durur, evde oturmaz.''

    ''kendi değeri olmayan bir insan başkalarının değerini hiçbir zaman çekemez, çünkü insan gönlü ya kendi üstünlüğü ya da başkalarının kötülüğü ile beslenmek ister, bunların birinden yoksunsa ötekine dayanmak zorunda kalır, bir başkasının üstün değerine ulaşmak umudunu yitirince de o kişiyi bulunduğu yüksek yerden aşağı çekmekle eşitlik kazanmaya çalışır.''

    hasedin bir ruhsal hastalık olduğunu düşünen gazali ise; insan doğasındaki bencillik eğiliminden dolayı başkalarının kendisinden üstün durumda olmasına tahammül edilemeyip, bir tür bunalıma saplanma sonucunda hasetliğin ortaya çıktığını belirtir ve ona göre; bu duyguya kapılan kişi kıskandığı kişinin seviyesine yükselmeyi ve aynı zamanda da o kişinin kendi seviyesine düşmesini arzular, bunlar gerçekleştiği takdirde de o bunalımdan kurtulur. ayrıca gazali; insanın doğasında kıskançlık olduğunu lakin bunu baskılayarak yaşayabileceğini, fakat haset duygusunu bütünüyle yok etmenin herkes için mümkün olmadığını düşünmektedir. (ia)

    kısacası haset (bkz: birey olmak ya da olamamak), (bkz: özsaygı), (bkz: aşağılık kompleksi) gibi başlıklarla ilintili bir konudur.

    2020'lerin dünyasında, güncel teknolojinin iletişim, paylaşım, erişim gibi alanlardaki önemli getirilerinden biri olan sosyal medyanın bu duyguya olan etkileri , ''kapitalizm ve haset'' konusu çağımızın önemli meselelerindendir. gayet tabii defalarca kıskançlık konusuna bağlanıldığına tanık olduğum, ya benimsin ya toprağın gibi hastalıklı bir zihniyetle işlenilen kadın cinayetlerinin de bazı yönleriyle bu duyguyla bağlantılı olduğu aşikar. fakat ben şu an bu konularda ahkam kesecek değilim.

    edit: imla
  • eskilerin bir sözü vardır: "haset, kalbin dikenidir" derler. ne kadar doğru ve yerinde bir tabir. büyüdükçe kendi sahibinin içini kanatan, dokunan kişiye de batan bir diken. nefret ile güçlenerek, kalbi karartan bir diken. ama gelin görün ki yüreğinde haset gizlenmiş insanın sadece kalbi değil eli-ayağı, ağzı-dili, sesi-kelamı da dikenlerle kaplı. kendi dışında herkesi, her şeyi yaralamak, incitmek üzerine kurulu tüm düzeni.

    bakıyorum da ne çirkin ve anlamsız bir uğraş bu haset. kendi kurduğun sofraya oturmak varken başka insanların masasına özenmek gibi yersiz..
  • türk insanının içinden sökemediği zaafı, alışkanlığı. bir yakınında gördüğü zenginliği, güzelliği çekemeyip, "onda neden var sanki,haketmiyo" vb yaklaşımlarla üzerine gitmesidir. halbuki "yaw ne güzelmiş, bende de olsa" demek daha iyimser bir yaklaşım olacaktır. "aa ne güzel allah bin katını versin" yaklaşımı ise süper olacaktır. " çok güzel yaa, al bunu daha da güzel olsun" yaklaşımı ise fazlasıyla ultra ötesi süper olacak aynı zamanda salaklık veya saflık emaresi olarak karşımıza çıkacaktır. haset duygusu kimde olmaz derseniz, belki, bir ihtimal yeni doğan bebeğine karşın annede denilebilir. ancak yıllar geçtikçe kızını kıskanan anneler de görülmemiş değildir. (bkz: aysel gürel)
  • "invidia (haset) latince videre, yani görmekten gelir. biz analistler için en iyi invidia temsili, epey önce augustinus'ta gösterdiğim, onun bütün kaderini oluşturan, annesinin memesine asılmış erkek kardeşine bakan küçük çocuğun invidia'sıdır, çocuk kardeşine acı bir bakışla, amare conspectu ile bakar ve bu bakış kardeşini paramparça eder, kendisi üzerinde de zehir etkisi yapar.

    bakış işlevi çerçevesinde invidia'nın ne olduğunu anlayabilmek için bunu kıskançlıkla karıştırmamak gerekir. küçük çocuğun ya da herhangi bir kimsenin haset duyduğu (envier) şeyin, yanlış biçimdesöylendiği gibi (avoir envie) katiyen onun istediği şey olması şart değildir. kardeşine bakan küçük çocuğun hala memeye ihtiyacı olduğunu kim söyleyebilir? herkesin bildiği gibi haseti doğuran genellikle haset duyanın hiçbir işine yaramayacak mallara bir başkasının sahip olmasıdır, üstelik o bunların hakiki niteliğinin farkında bile değildir.

    hakiki haset böyledir. öznenin sararıp solmasına yol açar-neyin karşısında? kendi üstüne kapanan bir eksiksizlik imgesi karşısına; ve de petit a'ya, kendisinin asıldığı ayrılmış a'ya belki de bir başkası sahip olduğu ve ondan doyum- befriedegung- sağladığı için."
    (psikanalizin dört temel kavramı, sy. 123)
  • hasedin en korkunç kalp hastalığı veya şuur çarpıklığı olmasının nedeni, benlik vehmini şiddetle tahrik etmesidir.

    dikkat edin hasette "ben ve o" kıyası vardır ve "niçin ben değil de o?" veya "niçin bana verilmedi de ona verildi?" sorgusu vardır. bu sorgunun ilahi hikmete bir itiraz olması ayrı dava; egoyu son derece katılaştıran da bir yönü vardır.

    halbuki, mülk allah'ındır. dilediği kemalatı dilediği mazharda/aynada zuhura getirir. o aynada o kemalatın açığa çıkması aynanın zenginliğini artırmaz; mülk yine allah'a ait kalır.

    bu yüzden bizim vehmimizin aksine, allah gücünü, kudretini, mülkünü kimseyle paylaşmaz, paylaşmamıştır.

    mesela bir zengin düşünün. allah o şahısta/aynada zenginliğinden bir pırıltı göstermek dilemiştir. başka bir şahısta/aynada ise dilememiştir. ondaki zenginlik geröekte yine allah'a aittir. o şahsın vehmi benliği ile o zenginliğe sahip çıkması durumu değiştirmez. o sahiplenme ayrıca bir hatadır ve bedeli ödenecektir; çünkü mülkün sahibi allah'tır ve kimsenin mülkünü gasbetmesine izin vermez.

    bu örneği ilme, hikmete, evliyalığa, peygamberliğe vs. konulara dahi uygulayabiliriz. kimin aynasında ne açığa çıkarsa çıksın aynanın nasibi sadece göstermektir; sahiplenmek değildir. bu yüzden insanın aczi ve fakri daimidir.

    acz= güç sahibi olmamak.
    fakr= mülk sahibi olmamak. hatta kendini var sanmanın bile bir ilüzyon olduğunu anlamak.

    dostlar hepimiz çok aciziz, çok fakiriz. allah, kainat üzerinde totaliter bir rejim kurmuş ve bizlere zırnık koklatmıyor(bu söz nefsimin acı acı şikayetidir). ey nefsim mesnevi'de geçen aslan, tilki ve kurdun av hikayesini hatırla. sonra kurt gibi pençeyi yeme. tilki gibi ol ve mülkü ile sahibinin arasına girme.
hesabın var mı? giriş yap