• tesadüfen elime geçen bir köşede unutulmuş,eskimiş bir şiir kitabından ilk defa okuyup sevdiğim şiir.

    eski ümitlerin mezarlığı

    aradığım fazla değil
    bir lokma ekmek kapısı
    ne ebediyetin yapısı
    ne cennetin lokantası

    yıldızları bile seyredemiyorum
    vakit darlığından
    her akşam boynu bükük
    eve dönüyorum
    eski ümitlerimin mezarlığından
    *
  • acılı kuşak'ta mehmed kemal aktarır:

    hasan izzettin tutuklandığında ben ortaokula gidiyordum. tutuklanmasını o yaşlarımda anlayamazdım. şimdi kitaplara baktığım zaman daha iyi değerlendirebiliyorum.
    tam okulu bitireceği yıllardaymış. bir tertibe kurban gider. bir bildiriyle ilgili görülerek tutuklanır. dolabını açarlar; defterlerini, yazılarını gözden geçirirler. içinde 'tren' adlı bir şiir vardır. sanki bunu arıyorlarmış gibi alırlar.

    "...korkunç temmuz sıcağının
    sapsarı bozkırın yakıp kavurduğu bir öğle vakti
    bacaklarında yazlık pantolonu,
    gövdelerinin üst yanı bütün çıplak,
    iri yarı, dev gibi, genç iki sıra istihkam erleri kızıl demire dönmüş omuzlarına kaldırdıkları çelik rayları ritmik yürüyüşlerle bir sağa
    bir sola sallanan çelik rayları
    ritmik yürüyüşlerle bir sağa bir sola sallanarak"

    sivas-erzurum yolunda çalışan işçi erleri anlatırmış.

    vay, sen misin işçiler için şiirler yazan?
    şiir, başbakan ismet paşa'ya bile duyurulmuş;
    dinamo şiir ve bildiri yüzünden dört yıla mahkum olmuş.

    "son duruşmamız da bugün oldu, bitti. on yediden on üçü beraat edip gitti. kaldık dört arkadaş baş başa, ağırlığı altında dört yılın. aldırış etmez olduk ekmeğe, aşa. "

    dinamo, ankara cezaevi'nde yatarken suat taşer'den alırdım haberini:
    "bir ağabey yatıyor hapishanede ve kendi kendine üç dili birden öğreniyor. "
    el altından da şiirlerini okurduk. bizim için güçlü, erişilmez, taklit edilmez şiirler...
    "deniz feneri"ni de o yıllarda okumuştum:

    " kaptan bakıyor, bir şey kalmamış sabaha
    fakat ortalık karanlık, karanlık "

    ortada bazı karanlıklar bulunduğu sezilirdi ama bir lise öğrencisi bu karanlığın nedenlerini görebilir miydi?
    olayı bir de kendi ağzından dinleyelim:

    " gazi eğitim enstitüsüne girdim. vali nevzat tandoğan'la polis müdürü salih kılıç'ın hazırladıkları bir provakasyona düşerek tutuklandım. yazdığım uzun bir şiir, tutuklanmamda ele geçti. 'tren' şiiri, zamanın başbakanı ismet paşa'nın tren politikasına aykırı bulunduğundan ankara ağır ceza'sında dört yıl hüküm giydim."

    (...) ikinci dünya savaşı koşulları içindeyiz artık.
    bizler liseyi bitirmiş, hayata atılmışız . istanbul'da yeni edebiyat çıkıyor. dinamo'nun şiirlerini orada görüyoruz. ben bir dergiye mektupla şiir göndermenin acemisi olduğumdan ancak benden şiir istedikleri zaman veriyorum, istemedikleri zaman bir kenara atıyorum. dinamo, o günler için bizim yeni edebiyat ve ses dergilerinde yazdığımız şiirlere, yazılara diş bileyenlerin haddi hesabı yoktu. faşistler, "kızıllar" adıyla kitap, broşür yayınmayarak almanlar istanbul'a girince nasıl kesilip biçileceğimizi anlatıyordu .

    ve dinamo, atatürk'ün bir söyleminden esinlenerek 'vatan' şiirini kaleme alıyor:

    "vatan,
    tek keçisi haczedilmiş zaralı hasan
    vatan,
    su arkının başında vurulmuş yatan
    vatan,
    ağaların sürüleri uğruna
    amasya'nın akdağ yaylasında
    birbirini boğazlamış iki körpe çoban
    vatan,
    milyonlarca topraksız köylü "

    sen misin bunu yazan? artık bu sesi kesmek gerekiyor. derginin sahibi suat derviş, dinamo 'ya bir kağıt uzatıyor:

    - bu ne?
    - al, oku.
    makine ile yazılmış resmi bir kağıttır. okuyor:

    "derginiz yazarlarından hasan izzettin dinamo'nun 'vatan şarkısı' adlı şiiri sınıfları ve zümreleri birbirine düşürücü mahiyette görüldüğünden yeni edebiyat dergisinin vekiller heyeti kararıyla süresiz olarak kapatıldığı bildirilir."

    dergi kapatılıyor. dinamo, sıkıyönetim mahkemesi' ne veriliyor. bakıyor ki karşısında liseden arkadaşı halet, savcı olarak duruyor. halet, sekiz uzun şiirini almış; ağır bir suçlama hazırlamış. altındağ, ankara'da bir gecekondu bölgesidir. savcı halet'e göre ise hasan izzettin dinamo, altındağ diye hayali bir ülke yaratarak bunun aracılığıyla komünizm propagandası yapmaktadır.

    duruşma süredursun. kapıya bir gün, bir polis dayanıyor:

    - gene ne var?
    - askerlik işlemi için polis müdürlüğüne geleceksiniz.
    - hay hay, gelelim.

    vuruyorlar kelepçeyi eline, er olarak kıtaya gönderiyorlar. savaş içinde askerlik uzun. uzun askerliği sonuna dek yapamıyor. yakalıyorlar, kaçıyor; kaçıyor, yakalıyorlar, bu askerlik yedi yıl sürüyor. kaçmanın nedeni, öldürülmekten korkmaktır.
    sonunu kendinden dinleyelim:

    " er olarak önce iyi bir kıtaya verildim. ikinci olarak verildiğim kıtamda benim için sürüp gidecek felaketlerin çanı çaldı, iri yan bir kıta çavuşunun terörüne bırakıldım. işte, benim çok dar geldiğim bu günlerden bir gün yazar ali rıza seyfi bey'in oğlu, sonradan film yıldızı olan turan, topçu alayındaydı. bana topçu subaylarından iki üç kişinin bu arada benim de yazlık kampımızın bulunduğu ormanlık bölgede öldürülmemiz üzerinde konuştuklarını, pencerenin dışında rastlantı olarak dinlediğini söyledi. ta istanbul'dan beri toplanan bu terör havası kafamı karıştırdı. kıtamı bırakıp uzaklaşmak zorunda kaldım. istanbul'da hiç saklanacak yerim yoktu. bu yüzden bir ara karacaahmet mezarlığında saklandım.*

    (... ) lenin'in yüzüncü doğum yılı için bir kokteyl veriliyordu. oraya gittim. kokteyl çok kalabalıktı. saatler ilerledikçe kalabalık artıyordu. her sınıftan insan dolmuştu. bir yanda ünlü işadamı vehbi koç, sosyalist ülkelerle ticaret yapan tüccarlar, bir yanda ünlü yazar sanatçılarımız. paralı insanların yanında, parasız kişiler...kalabalığın büyük çoğunluğunu tanımıyorum. suat derviş ile neriman hikmet'i gördüm. ikisi de epeyce yaşlanmışlar. suat hanım'ın gözlerinde katarakt varmış , iyi görmüyormuş. dert yandı, gidip bir ameliyat olmak istiyormuş.
    " yakında rusya'ya gideceğim, ameliyat ettireceğim." dedi.

    melih cevdet, fethi naci, eski milletvekillerinden bahadınlı ve ali karcı bir kıyıda kümelendik. sunulan rus votkalarını yudumluyoruz. şair ömer faruk toprak göründü. yanında ak saçlı biri var. kısa boylu, tombulca, güleç yüzlü biri. bu ak saçlıyı, gözüm bir yerlerden ısırıyor ama bir türlü çıkaramıyorum. çok iyi tanıdığım biri gibi geldi bana. faruk da yanındakini tanıştırmıyor. dirseğimle dürterek faruk'u,

    - kim? diye, sordum.
    - ooo . . tanımıyor musun?

    ak saçlının dikkatini çekmişti. ben de utandım. tanışmıyorum beyefendiyle, dedim.
    hasan izzettin dinamo adımı söyledi. elini sıktım, hemen yakınlık gösterdi.
    " efendim, bugüne dek kısmet olmadı. bir kitabevinde bulunduğunuzu söylediler. birkaç kez uğradım fakat denk düşmedi. tanışamadım . "
    ben sizi tanırım, dedi. acılı kuşak'tan...
    burada kısmetmiş.

    gözlerine bakarken bir şiirini hatırlamıştım. faşist orduları sovyet topraklanna girmişlerdi. önlerine ne çıkarsa yakıp, yıkıp talan ediyorlardı. yeryüzünde barışı, sevgiyi, özgürlüğü yok etmek istiyorlardı. o yıllarda dinamo bir şiir yazmıştı. belleğimda kaldığı kadarıyla şöyleydi:

    "çok uzak ufuklara kar yağıyor,
    tolstoy'un kocaman çizmeleriyle dolaştığı, puşkin'in çar'ın emriyle vurulduğu
    ilk işçi ve köylü devletinin kurulduğu,
    çok uzak ufuklara kar yağıyor "

    artık hitler ve orduları yoktu. saldırıya uğrayan ve savaştan zaferle çıkan sovyetler birliği'nin bir konsolosluğunda dinamo'yla kadeh tokuşturuyorduk. faşizmin tüm kökü kazınmamıştı ama hitler faşizminin kökü kazınmıştı.

    - yazıyor musunuz?
    - evet, arada sırada.
    - olmaz, sürekli yazmak lazım. ne biliyorsak yazacağız. bıkmadan, usanmadan yazmalı.

    yazı işi açılınca bir çocuk sevinciyle konuşuyordu. ak saçlı, kocaman adam çocuklaşıyordu.

    yine, yazmalı; durmadan yazmalı, dedi.
  • insanın kahpesi şiiriyle gönlüme taht kuran osmanlı elektrik idare başkanlığı yapmış gönül insanı.

    insanın kahpesi,
    ne aslana, ne kaplana benzer.
    insanoğlunun kahpesi,
    ilk bakışta sana bana benzer.

    insanoğlunun kahpesi,
    aslandan, kaplandan yırtıcı.
    insanoğlunun kahpesi,
    her yanda haklı, her işte haklı,
    hem de gürültücü, patırtıcı.

    onca sıfırdır
    doğanın her güzel yarattığı,
    ya da sanatçının her güzel dediği,
    dana beynini beğenmez
    insan beynidir yediği.

    sabrımızı yer kıtır kıtır
    çerez yerine.
    cellâttan bile daha kaygusuzdur
    namuslu insanın üzüntülerine...
  • kutsal isyan ve kutsal barış kitaplarıyla (toplam 15 cilt) milli mücadele'yi ve cumhuriyetin ilk yıllarını en iyi anlatan yazar.
  • hasan izzettin dinamo, değeri bilinmemiş önemli şair ve yazarlarımızdan birisidir. kurtuluş mücadelesini kutsal isyan (5 cilt), kuruluş mücadelesini ise kutsal barış (4 cilt) adlı eserleriyle romanlaştırarak anlatmıştır. bu tarzda, içerikte ve detayda başka bir eser yoktur. hasan izzettin dinamo’nun bu eserlerinin mutlaka okunması ve okutulması gerekir. (pişman olmayacaksınız.)
  • anılarında evlilik kutlamasının yapıldığı yemekli davetten bahseder ki çok hoştur...

    arkadaşlarının önayak olmasıyla mustafa suphi'nin yoldaşlarından halil yalçınkaya'nın kızı şerife'yle evlenmeye karar verilmiş, bu vesileyle bir 1941 akşamı yalçınkaya'ların evinde toplanılmıştır. fakat ne toplanma! kâgir ev bir ara çökme tehlikesi bile geçirecektir.

    "ince vücutlu, uzun boylu, derin bakışlı ressam abidin dino, yanında iki genç kızla gelmişti: ingiliz filoloji bölümü'nde doktora yapan mina urgan ve roman filolojisi'nde asistan güzin dikel. elinde, renkleri kalın kaim vurulmuş, boyası henüz kurumamış uzun saplı çiçek motifli bir tablo, şahadet parmağını fırça gibi kullanmış olduğundan o da boyalı! üç genç, reşat fuat, suat derviş, sebati selimoğlu ve abidin'in ağabeyi arif dino'nun yer aldıkları masaya oturup rakı kadehlerini derhal doldurdular... her yana masa kurulmuştu. kadın erkek herkes cıvıl cıvıldı."

    asaf halet çelebi fransa için 'fransa'nın düşüşü' şiirini, bedri rahmi eyüboğlu 'karadut'u okur... ardından tam dinamo şiirlerini okuyacakken dışarıdan camlara atılan taş sesleriyle herkes irkilir. baktıklarında sokakta on yaşlarında, yoksul kılıklı iki çocuk görürler. saldırganlar bunlardır. bağırıp çağırıp cezalandırma bir yana, çocukları içeri alır, karınlarını doyururlar.

    "korkunç terör altında kımıldayamaz hale gelmiş tkp… yapılan işlerden polis o kadar çabuk haber alıyordu ki, (...) bizim evlenme işimiz o kadar gürültülü patırtılı geçti ki, polisin bu işi nasıl atladığına polis kadar sonra ben de şaştım. polis kodamanları sonraları dizlerini döverek: 'biz nasıl kaçırdık bu düğünü dinamo? bize çağrı göndermediniz!' diye yakınacaklardı."
  • cumhuriyet'in ilk kuşak aydınlarındandır.
    muhafazakar bir aileden gelmesine rağmen, soyadı kanunu çıktığında ailesinin aldığı soyadı yerine o günlerde de esen "sol" modadan esinlenip aldığı soyadı yüzünden başına gelmeyen kalmamış; hiç bir ilgisi bulunmadığı halde, 6-7 eylül olaylarının faillerinden biri olarak tutuklanıp yargılanmıştır.
    yine soyadı yüzünden, ölene kadar, tehlikeli kişi sayılarak, takip edilmiş, göz altında tutulmuştur.
    hayatının büyük bir bölümüne isabet eden bütün bu dönemde, ülkesinde, muhalif bakışlı bir kişi olmanın bütün zorluklarını çekmiştir.
    yazarın, hikaye, roman, inceleme, şiir ve çevirilerinden oluşan, bütün bu baskı ve kovalamacaya rağmen sayısı 26'yı bulan kitapları şimdi bir külliyat olarak heyamola yayınevi tarafından topluca basılmaya başladı
  • kendi sesinden kurtuluş savaşını ve sonrasını belgeleyen kutsal isyan ve kutsal barış romanlarının sahibi. trabzon meydanında artık büstü de yoktur.
  • kabalcı'da 2 tl yazan kısıma gittiğimde gördüğüm yazar. eserleri 2 tl'den daha değerli olsa gerek.
  • ülke tarihinin açık ara unutulmuş ama unutulmayı hak etmeyecek kalitedeki aydınlarından biridir kendisi. trabzon akçaabat'ta doğdu. sivas öğretmen okulu'nu 1931'de bitirdi. 2 yıllık öğretmenliğin ardından 1933'te ankara gazi eğitim enstitüsü'ne girdi; ama 1935'de ayrıldı. özel dersler vererek ve çeviriler yaparak hayatını sürdürmeye başladı.

    ozan ve romancı kimliği ağır bastı. ilk şiir ve yazılarından bazılarını, iki arkadaşınınkilerle birlikte adsız kitap'ta topladı.

    1972-1976 yılları arasında kaleme aldığı yedi ciltlik müthiş eseri kutsal barış ile orhan kemal roman armağanı ödülünü kazandı. romanlarının çoğunda kurtuluş savaşı'ndan alıntılar yapılır.

    şiirleri:
    adsız kitap (1931)
    deniz feneri (1937)
    karacaahmet senfonisi (1960)
    özgürlük türküsü (1971)
    mapushanemden şiirler (1974)
    sürgün şiirleri (1975)
    gecekondumdan şiirler (1976)
    çoban şiirleri (1982)
    nazım'dan meltemler (1989)
    tuyuğlar (1990)

    romanları:
    kutsal isyan (sekiz cilt, 1966-1968)
    ateş yılları (1968)
    savaş ve açlar (1968)
    kutsal barış (yedi cilt, 1972-1976)
    öksüz musa (1973)
    musa'nın mapushanesi (1974)
    koyun baba (1976)
    musa'nın gecekondusu (1976)
    açlık (1982)
    türk kelebeği (1981)
    adalet sıtması (1983)
    anadolu'da bir yunan askeri (1988)

    öykü:
    savaşta çocuklar (1981)

    anıları:
    6-7 eylül kasırgası (1971)
    2. dünya savaşı'ndan edebiyat anıları (1984)
    tkp ve aydınlar (1989)
hesabın var mı? giriş yap