aynı isimde "hamlet (dizi)" başlığı da var
  • kısa bir mîna urgan incelemesi:

    “büyük bir olasılıkla 1601-1602 yıllarında yazılan hamlet, şiirsel değeri açısından shakespeare'in bazı büyük tragedyaları, örneğin king lear* ya da antony and cleopatra* kadar yüce olmamakla birlikte, onlardan çok daha büyük bir merak uyandırmış, sonsuz tartışmalara neden olmuştur. bunun başlıca nedeni, shakespeare'in öteki tragedyalarının başkişilerinde, örneğin lear'da, antony'de, othello'da ya da macbeth'de duygular ve tutkular ağır basarken, hamlet'de düşüncenin ağır basması, schlegel'in deyimiyle, bu oyunun bir 'düşünce tragedyası' olmasıdır.

    bu düşünce tragedyası hamlet'in içinde bulunduğu koşullardan değil, doğrudan doğruya hamlet'in kendi kişiliğinden kaynaklanır. bu kişilik ise, birbirine aykırı değişik yorumlara uğrar, hiçbir zaman açık seçik anlaşılmaz; ne denli derinliğine incelenirse incelensin, hep gizemli kalır. çünkü yalnız shakespeare'in oyunlarında değil, fyodor mihailoviç dostoyevski dahil tüm dünya edebiyatında, hamlet kadar karmaşık bir insan az bulunur. hamlet üzerine binlerce kitap ve makale vardır. bunlar danimarka prensinin kişiliğini aydınlatmak şöyle dursun, hamlet ile ilgili sorunları daha da çapraşık hale getirmiştir ancak.

    babasının öcünü almakta hamlet'in neden geciktiği, zaman zaman neden deli rolü oynadığı, ruhsal dengesinin gerçekten bozuk olup olmadığı, ophelia'yı ne derece sevdiği bu sorunların bazılarıdır. bir türlü çözümleyemediğimiz için aklımızı sürekli kurcalayan bu sorunlar bir yana, hamlet'in bizi böyle büyülemesinin başka nedenleri de vardır. bunların başında, onu bir oyun kişisi olarak değil de, gerçekten yaşamış bir insan olarak düşünmemiz ve onunla özdeşleşme eğilimimiz gelir. üstelik hamlet'in şaşılacak kadar çağdaş bir ruhsal yapısı vardır. bu çağdaşlığından ötürü de, hamlet yaşadığımız yüzyılda en çok sahneye konulan ve en ünlü oyuncuların başrolünü oynadıkları oyundur.”
  • hamletin yazıldığı yıllarda (yada shakespeare'in hikayeyi yeniden ele aldığı zamanda diyelim) osmanlı avusturya-macaristanla, ingilizler ispanyollarla, tatarlar ruslarla, malililer faslılarla, koreliler japonlarla savaşıyormuş.
    böyle bir dünyada shakespeare hamlete şunu söyletiyor (sebahattin eyüboğlu çevirisi);

    "bir esinti uğruna, şan olsun diye,
    mezara gidiyorlar yatağa gider gibi.
    birkaç dönüm yer savaşıp alacakları,
    orduların kılıç oynatmasına elvermez,
    ölülerin gömülmesine yetmez bir avuç toprak."
  • bart simpson'ın "herkesin öldüğü bir şey nasıl bu kadar sıkıcı olabilir?" şeklinde özetlediği şekspir şeysi.
  • sabahattin eyüboğlu'nun çevirisinden okuduğum, yere göğe sığdırılamamasının sebeplerini çevirisinden bile olsa bana yeterince açıklayabilmiş, harikulade bir eserdir.

    --- spoiler ---

    "korunmanın en iyi yoludur korku. gençlik tek başına bile azdırır kendini."

    "düşüncelerinin ağzı dili olmayacak; aşırı hiçbir düşüncenin ardına düşmek yok; teklifsiz ol, bayağı olma; dostların arasında denenmiş olanları çelik halkalarla bağla yüreğine. ama her zıpçıktı, acemi çaylak arkadaşı da el üstünde tutup elini kirletme. kavga etmekten sakın, ama ettin mi de öylesine et ki korksunlar senden. herkese kulağını ver, sesini verme. herkese akıl danış, kendi aklını sakla. kesenin elverdiği kadar iyi giyin, zengin ama gösterişsiz olsun giydiğin. çünkü kıyafet, insanın mihengidir çok kez: fransa'da da en kibar kimseler en çok giyinişle gösterirler soyluluklarını. ne borç ver ne de borç al; çünkü borç vermek çok hez hem paranı kaybetmektir hem dostunu. borç almaksa tutum gücünü yıpratır. her şeyden önce kendi kendinle doğru ol. o zaman, gece gündüze varır gibi, sen de aldatmaz olursun kimseyi."

    "insanın kendisi için de böyledir bu; çok kez bir kusur olur yaradılışında, suçu da yoktur bunda, kendi seçmemiştir çünkü doğuşunu. olur ya pek aşırı bir öfkeye kapılıp aklın duvarlarını yıkar geçirir, ya da ciğerine işlenmiş bir alışkanlık gelir berbat eder en güzel davranışlarını. evet, tabiatından ya da bahtından gelen bir tek kusurla damgalandı mı insan başka değerleriyle bir melek olsa, bir insanın olabileceği kadar büyük olsa, yalnız o kusurundan dolayı düşer insanların gözünden. bir damla kötülük en soylu varlığı lekeler ve yıkar bile bazen."

    "araştırıp durmak nedir diye krallık, nedir devlet ödevi, gün niçin gün, gece niçin gece, zaman niçin zaman, boşuna harcamak olur günü, geceyi, zamanı."

    "deliliğin insana bulduruverdiklerini sağlam akıl yumurtlayamaz kolay kolay."

    "dünya ne iyidir ne kötü, düşüncenize bağlıdır iyilik kötülük."

    "arkadaşlık bağlarımız, ortak gençliğimiz, bugüne dek eksilmemiş sevgimiz ve usta sözcünün bunlara ekleyeceği daha başka şeyler adına* rica ediyorum sizden; dürüst, apaçık konuşun benimle."

    "var olmak mı yok olmak mı, bütün sorun bu! düşüncemizin katlanması mı güzel, zalim kaderin yumruklarına, oklarına, yoksa diretip bela denizlerine karşı dur yeter! demesi mi? ölmek, uyumak sadece! düşünün ki uyumakla yalnız bitebilir bütün acıları yüreğin, çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! çünkü ölüm uykularında, sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, sevgisinin kepaze edilmesine, kanunların bu kadar yavaş yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine, kötülere kul olmasına iyi insanın bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? kim ister bütün bunlara katlanmak ağır bir hayatın altında inleyip terlemek, ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya ürkütmese yüreğini? bilmediğimiz belalara atılmaktansa çektiklerine razı etmese insanı? bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini, ve nice büyük, yiğitçe atılışlar yollarını değiştirip bu yüzden, bir iş bir eylem olma gücünü yitiriyorlar."

    "doğruluğun gücü güzelliği kendine benzetinceye kadar güzelliğin gücü doğruluğu bir kahpeye çevirebilir."

    "git, bir manastıra gir! ne diye günah çocukları besleyeceksin? ben en doğru adamımdır az çok, yine de öyle şeylerle suçlayabilirim ki kendimi, anam hiç doğurmasa daha iyi ederdi beni. çok gururluyum, hınçlıyım, tutkuluyum. bir anda öyle kötülükler geçirebilirim ki kafamdan, ne düşüncem hepsini kavramaya yeter, ne hayal gücüm biçimlendirmeye, ne zamanın gerçekleştirmeye. ne diye sürünür durur benim gibiler yerle gök arasında? aşağılık herifleriz hepimiz; inanma hiçbirimize, manastıra gir..."

    "ille de evleneceksen, sersemin biriyle evlen; çünkü akıllılar sizin kendilerini ne canavara çevireceğinizi bilirler."

    "boya kullandığınızı da duydum sizin, duymaz olur muyum? tanrı size bir yüz vermiş, siz tutup başka bir yüz yapıştırıyorsunuz kendinize. kırıtmalar, fıkırdamalar, yapmacıklı konuşmalar, tanrı'nın yarattıklarına uydurma ad takmalar, hayasızlığı saflık gibi göstermeler*. hadi canım, ben yokum artık bunlarda, deli etti bunlar beni!"

    "bir oyuncu termagant'ın kendisinden daha yaygaracı, nemrut'tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence."

    "bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için."

    "büyük sevgide, küçük kuşkular korkuya döner, küçük korkular büyüdükçe artar büyük sevgiler."

    "inanıyorum söylediğini candan söylediğine, ama bugünkü karar yarın bozulur çok kez. hafızanın kulu olmaz kararımız, çabuk doğduğu için büyümeden ölür, nasıl ki ham meyve dalında durur da, oldu mu kendiliğinden düşüverir yere. kendi kendimize verdiğimiz sözü tutmak, en çabuk unuttuğumuz şeydir ne yapsak. tutku bitti mi, istem de biter gider, ateşli sevinçler de kederler de yeminleri yakarlar kendileriyle birlikte. sevincin en coştuğu yerde dert en çok yerinir, bir dokunmada dert sevince döner, sevinç dertlenir. madem bu dünya bile yok olacak bir gün sevginin bitmesine insan neden üzülsün? sevgi mi kaderi kovalar, kader mi sevgiyi? daha kimseler çözmedi bu bilmeceyi. düşen büyük adamı en sevdiği unutur, yükselen züğürde düşmanları dost olur. sevgi talihin peşindedir diyecek insan bunca dost görünce büyüklere kul kurban! başı darda olan dayanak aramayagörsün, sözde dost düşman kesilir bütün. ama ilk düşünceme döneyim yine isteklerimiz öyle çatışır ki kaderimizle bütün kurduklarımız yıkılır gider, düşünceler bizim, olaylar bizim değiller. sen yine bir daha evlenmeyeceğine inan, inancın değişir kocan öldüğü zaman."

    "iki işten birini seçemez olunca ikisini de yüzüstü bırakanlar gibiyim."

    "insan iki şey beklemez mi dualarından: günah işlememek, işleyince de bağışlanmak. kaldır öyleyse başını: bir günahtır işlemişsin. kaldır ama hangi duaya sığar senin yaptığın? bağışla bu korkunç suçumu diyebilir miyim? diyemem, çünkü bende, elimde duruyor hala uğrunda kardeşimi öldürdüğüm şeyler: tacım krallığım kraliçem. nasıl bağışlanır suçunu başında taşıyan?"

    "pisliğin ortalığı sardığı bu zamanda, iyiliğin af dilemesi gerekiyor kötülükten."

    "tabiatı bile değiştirir nerdeyse alışkanlık."

    "en acı söz ninni gibi gelir sersemin kulağına."

    "amansız derde ya amansız deva bulacaksın, ya hiç dokunmayacaksın."

    "ey isa, büyük isa sen bilirsin, ayıp, ne ayıp şey bu. fırsat bulan her genç yapıyor bunu yüzü kızarmaksızın. kız dedi: bu işi yapmazdan önce evleniriz demiştin. delikanlı şöyle karşılık verdi: evlenirdim sabah sabah gelip de koynuma girmeseydin."*

    "hemen yapmalıyız ne yapmak istiyorsak, çünkü isteklerimiz değişebilir; düşer, duraklar eller, diller, rastlantılar önünde. araya zaman girdi mi can attığımız şey bir ah çekmeye, sıkıntılı bir iç boşaltmaya döner."

    "kötü fallar umrumda değil benim. serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. bütün mesele hazır olmakta. madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar. ne olacaksa olsun!"

    "birinci mezarcı (toprağı beller ve türkü söyler):
    gençlikte sevdiğim, sevdiğim zaman
    yaşamak ne güzeldi.
    ne çabuk geçerdi günler o zaman
    gönül konmak bilmezdi.
    hamlet:
    yaptığı işin farkında değil mi bu adam? türkü söylüyor mezar kazarken.
    horatio:
    alışmış, umursamıyor artık.
    hamlet:
    doğru, az iş gören ellerin duyarlılığı daha fazla oluyor."

    --- spoiler ---
  • "berlioz’un bir lafı vardır: eğer sen hamlet’i okumadan yaşamını tamamlıyorsan, ömrünü bir kömür madeninin dibinde geçirmişsin demektir."
    (bkz: haruki murakami)
    (bkz: sahilde kafka)
  • hakkında bilinen en büyük yanılgı ünlü 'olmak ya da olmamak' tiradındaki kafatasıdır.

    olmak ya da olmamak tiradının bulunduğu sahne;
    üçüncü perde birinci sahne
    mekan: sarayda bir salon. hamlet bu salonda zamanının bir bölümünü geçirmekte. illaki elinde birşey olacaksa bu kurukafa değil felsefe kitapları olacaktır.

    ikinci perde ikinci sahneye dönelim.
    polonius hamlet'in deliliğinin kızına olan aşkından kaynaklandığını öne sürmekte ve bunu kanıtlamaya çalışmaktadır.

    polonıus
    biliyorsunuz, zaman zaman,
    buradaki salonda dört saat gezinir.

    kraliçe
    evet, çok doğru.

    polonıus
    işte bunu yaptığı sırada, ben kızımı salıveririm yanına,
    biz de sizinle duvar örtüsünün ardına gizleniriz.
    bakalım ne olacak karşılaştıklarında. eğer onu sevmiyorsa,
    ve aklını bu yüzden kaçırmamışsa,
    ben de devlet hizmetinde çalışmayı bırakır,
    çifçilik yapar, atlarla arabalada uğraşırım.

    kral
    deneyelim bunu.
    ---------------------------------

    kurukafalı sahne ise bambaşka bir sahne. ophelia'nın ölümü sonrası.
    beşinci perde birinci sahne

    hamlet
    adama bak, hiç saygısı yok. hem mezar kazıyor, hem şarkı söylüyor.

    horatıo
    alışmış artık. aynı işi yapa yapa etkilenmez olmuş.

    hamlet
    gerçekten öyle. az kullanılan el daha duyarlı oluyor.

    1. soytarı (şarkı söyler)
    ama yıllar sinsi adımlarla sokuldu,
    sımsıkı aldı beni pençesine.
    daha gençliğimi anlamadan,
    fırlatıp attı beni toprağın içine.
    (bir kafatası savurur)

    hamlet
    şu kafatasının dili vardı bir zamanlar, şarkı söylerdi.
    adama bak nasıl fırlatıyor onu yere;
    ilk cinayeti işleyen kabil'in çene kemiği sanki.
    bu bir politikacı kellesi olabilir, hani tanrı'yı bile aldatan türden.
    şimdi bir eşeğin eline düşmüş.

    bu hep içimde kalmış, gördükçe içimi kemiren bir mevzuydu.
    umarım anlatabilmişimdir.
    en azından benim içimde kalmadı. içimi dökmüş oldum.
  • shakespearein 1601 yılında yazdığı 3 ayrı metni olan ve hangisinin asil metin oldugu bilinmedigi icin özellikle ikinci quarto ve foliodan yararlanilarak su anda okunan ve oynanan metne ulasilan tiregedyasi. aslinda tam olarak bir tiregedya denemez <problem play> çözümlenemeyen sorunlar içeren bir oyundur.
    fakat şair ve eleştirmen t.s. eliot hamletin eski bir oyunun uyarlamasi oldugunu ve bunun yaninda thomas kidy nin "spanish tragedy" sindende yararlandığını bir kitapta derlemiştir. gerçektende bu iki oyun arasında benzerlikler çoktur. t.s. eliot 'a g öre hamlet shakespearenin bas yapiti olmak bir yana dursun sanat acisindan oldukca basarisizdir. o yazarin antony and cleopatra isimli tregedyasini yuceltir.
    babasini oldurup annesiyle evlenen kaypak amcasini:
    "biri sevnçli, biri yaşlı gözlerle
    cenazede nese, dugunde agitla,
    sevincle uzuntuyu ayni teraszide tartarak,
    onu kendimize es ettik."
    oldurme planlari kuran hamlet amcasının bu planları anlamaması icin deli taklidi yaparken bir yandada aslında gercekten zekanin sinirlarinda gezmektedir.
    "ah şu fazlasiyla saglam bedenim keske erise,
    eriyipde bir cig damlasi olsa!" onun sevgilisi ophelia arkadaslari ve annesi etrafinda donen cozulemeyen sorunlar yumagidir bu oyun.
    sonunda amca ölür hamlet ölür ve son sözler tavanda asılı kalır.
    "bu iş oldu : artık ruhum huzur icinde uyuyacak,
    babalarin ocunu alan ogullari, tanri kutsar!"
  • "nietzsche, hamlet ile ilgili görüşlerini şu sözlerle dile getirir: 'soytarılığı bu denli gerekli bulmak için nasıl acı çekmiş olmalıdır bir insan! -hamlet’i anlıyor musunuz? şüphe değil kesinliktir insanı deli eden.' şimdi bu pasajda iç içe geçmiş iki mesele var: öncelikle nietzsche’nin bir soytarı maskesinin ardına gizlenen çaresizliğe dair kadim bilgeliğe ilişkin yorumunu görüyoruz; şayet hamlet kendisini zırtapoz bir soytarıyı oynamaya mecbur hissediyorsa çok acı çekmelidir. ikincisi de hamlet’e acı çektiren, onu deli eden şeyin babasını kimin öldürdüğüne dair şüphe içinde oluşu değil, kesinlik içinde oluşudur zira hamlet’in şüphesi, başka bir deyişle claudius’un suçluluğuna ilişkin nihai bir kanıt araması, bu kesinlikten bir kaçıştır."

    (bkz: slavoj zizek)
    (bkz: cennette bela)
    (bkz: monokl yayınları)
  • senelerimi verdim, bu "başyapıt"ın neden dünyanın en traş dramatik kurgu biçimi olan "metafizik/hayalet olayları anlatıyor" sahtekarlığıyla verildiğini anlayamadım. hayalet figüratif bir manaya mı geliyor? yani "herkes hamletin amcasının kralı öldürdüğünü biliyordu" gibi ülkeyi dolaşan bir "hayalet" söylemin yerine mi dineliyor o hayalet?

    yoo. gayet de söylencenin dahi bilemeyeceği detayları biliyor, konuşmasa hayatta ortaya çıkmayacak bir takım şüpheleri somutlaştırıyor. hadi "hamlet deli miydi, değil miydi?" edebi tartışmasına girelim. "hayalet" hamlet'in bahanesi ya da halüsinasyonu olsa, diğer adamlara niye görünüyor? görünmemesi gerekmez mi? demek ki bu da olamaz.

    acaba shakespeare hikayeyi kafasında kurguladı, eee peki bu kurgu nasıl ortaya çıkacak diye tutulup hikayenin ortasında görevini tamamladıktan sonra siktirip giden "hayalet"i mi uydurdu? eyvah eyvah.

    bu ihtimal bana daha makul geliyor. zira macbeth'in aksine "metafizik" bu hikayeye içkin değil. bir görünüyor, sonra onunla beraber bütün metafizik olgular yok olup gidiyor (oysa ki cadılar macbeth'in başından sonuna mevcuttur). olmamış shakespeare batı'yı yaratan, insanı icad eden adam olarak hayalet mayalet gibi osuruk yöntemlerle mevcut sorunu vermişsin. ben olsam amcanın günlüğünü falan buldururdum. neyse, shakespeare işi öğrenemeden ölmüşsün, allah taksiratını affetsin. hayalet olup gelme kapıma, çakarım kel kafana.
  • yazım çok fazla spoiler içermekte ve eleştirmenlerin hamlet’i sorunlu bir oyun saymalarına sebep gösterdikleri ve dolayısıyla farklı bakış açılarına sebep olan bazı kırılma noktaları hakkında nacizane fikirlerimi içermektedir.

    --- spoiler ---

    - öncelikle, hamlet bir öç alma hikayesinden ziyade, ‘çok düşünmenin, kendini dinlemenin eyleme geçmeyi engellediğinin, dolayısıyla gerçekleşen eylemlerin düşünülmeden yapılanlar haline geldiğinin’ hikayesidir bence.
    - çoğu eleştirmen tarafından karaktersiz ve zayıf bulmasına karşın bence ophelia aslında oyundaki en saf, en iyi kalpli kişidir. belki shakespeare de böyle düşündüğü için, onu işler iyice pisleşmeden, şimdiye kadar hiç bir karakterini öldürmediği kadar şiirsel, saf, temiz bir şekilde; çiçeklerle bezeli, su içersinde, şarkılar eşliğinde, bir ‘deniz kızı’ gibi öldürmüştür onu.
    - eleştirmenler hamlet’in ophelia’yı gerçekten sevip sevmediğini tartışırlar. bence sevmektedir; ancak hamlet, ophelia’nın gerçekleri kaldıramayacağını ve hamlet’in öç alma duygusuyla kirlenmiş dünyasına yakışmayacağını bildiği için, klasik türk filmlerinde gibi, (amansız bir hastalığa yakalanan gencin) sevgilisine gerçeği söylemektense, kendisinden nefret etmesini sağlamış olabilir. oyun içinde oyun shakespear’in tarzıdır ne de olsao
    - eleştirmenlerin çoğu, saraya gelen tiyatro kumpanyası ve hamlet arasındaki tiyatro mesleği ile ilgili konuşmalarda, shakespeare’in ilk kez bir eserinde kendisini bu denli açığa vurduğunu ve hamlet’in ağzından gerçek fikirlerini söylediği konusunda ortak bir fikre sahiptirler. ( benim aklıma nedense, venedik taciri ve zengin sevgilimsi arkadaşı geldi bu kısımda, yani daha önceden d bunu yapmış olabiliro)
    - eleştirmenlere göre, hamlet’in amcasını öldürmemesinin nedeni rationalizationdur. yani eyleme geçmemek için, kendi de farkına varmadan, sahte nedenler uydurur devamlı. ancak bence eylemsizliğinin sebebi, aydın, bilinçli ve merhametli, yani ‘normal’ bir insan olduğundan, öz amcasını öldürmek için geçerli sebepleri sağlamlaştırma çabasıdır! sonuçta hamlet’in esas nefret ettiği annesidir ve onu öldürmeyi düşünmez bile! (bi kez düşündüğünde hemen uzaklaştırır beyninden) oysa amcasını öldürmek ona hayalet tarafından verilen ve bir ‘görev’dir ve dediğim gibi o bu görevi vicdanen rahat yerine getirebilmek için sebep arar durur, yani ertelemek için bahane arayıp durmaz aslında bence.
    - ayrıca çoğu eleştimenin aksine, hamlet’in amcasının kraliçe’yi gerçekten sevmediğini düşünüyorum. kralın, hamlet için hazırladığı zehirli şarabı kraliçe tarafından yanlışlıkla içilirken, kraliçe’yi durdurmaması bunun kanıtıdır.
    - son olarak, hamlet’in ölmeden önce arkadaşı horatio’dan haklı davasını herkese anlatmasını istemesi, bir çok kişiyi öldürdükten sonra vicdan azabı çektiğini ve ölmek üzere olmasına rağmen halen halkından alacağı onay kaygısı içinde olduğunu kanıtlar.

    --- spoiler ---

    velhasıl; ilk kez 1603 yılında oynanan bu oyunu incelemek üzere bir çok eserin yazılmış hatta ‘hamletology’ diye bir terimin dahi uydurulmuş olmasının sebebi hamlet karakterinin karmaşıklığı ve gizemiyle seyirciyi büyülemesidir kuşkusuz. hatta bu yüzden her ülkenin, her tiyatro sanatçısının içinde aynı aslan yatar: günün birinde hamlet’i oynamak. hatta kimi zaman kadın tiyatro sanatçıları bile kendilerini hamlet’i oynamaktan alamamışlardır. (bknz: ayla algan) bazıları sahnede bir erkek karakterini, bir kadının canlandırmasını saçma bulabilir. (örnek; bu yazıda zaman zaman kitabından yararlandığım mina urgan) ancak bence kirasını zar zor ödeyebilen bir tiyatro sanatçısı, sahnede büyük iskender olabiliyorsa ve buna bizi inandırabiliyorsa, yani sahnede gerçeklikten ziyade hayal edebilmekse önemli olan (ne olduğu değil, ne hissettiğimizse), neden bir kadın hamlet’i canlandırarak; shakespeare zamanında kadınları canlandıran genç oğlanların yaptığının zıttı bir iş yapamasın?
hesabın var mı? giriş yap