• ekonomik yapıyı devletlerin etkisinden mücerred kılıp piyasayı rekabetin yönlendirmesi temeline dayandıran 2.dünya savaşı sonrasının etkin ekonomi modeli diyebileceğimiz neoliberalizm paylaşım ve üretim modellerini etkilediği için toplumsal yapıları da dönüştürmeye başladı. demografik yapıyı tüketim esasına göre dizayn eden bu dönüşüme sosyoloji literatüründe "gentrification"; ismi veriliyor. türkçeye ise mutenalaştırma, seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, sıhhileştirme, mahremleştirme, centrifikasyon, jantileşme, kibarlaştırma gibi isimlerle çevrilmiş durumda. ama en yaygın olanı kendi içinde bir ironi barındıran "soylulaştırma"; sözcüğüdür.

    peki nedir soylulaştırma, soylulaşan nedir, neden birilerini soylulaştırılma ihtiyacı duyulmuştur?
    soğuk savaşın ilk dönemlerinde dünyanın bir kısmı sosyalist rejimlerle,diğer kısmı ise basit kapitalizmle idare ediliyordu. hatta sosyalist blok ülkeleri diğer ülkelerin kapitalizminin marksist teoride olduğu gibi geçiş basamağı olduğunu düşünüyorlar ve sosyalist enternasyonallerinde bu geçişi hızlandırmanın hesabını yapıyordular. ama neoliberal ekonomi modelinin global açılımı birdenbire bu işleri tersine çevirdi. çünkü kapital sahibi kitle paravan şirketlerle üçüncü dünyada üretim işini ucuza getirmeyi başarmıştı. bu ülkelerde avrupa ülkelerinin işçilerininki gibi elde edilmiş haklardan, sendikalardan söz edilemeyeceği için düşük ücretlerle ve kötü şartlarda işçi çalıştırmak mümkündü. üstelik bu ülke yönetimlerinin serbest sanayi bölgeleri oluşturarak postmodern gettolar meydana getirmesi bu işi daha da kolaylaştırmıştı. bu modeli benimseyen büyük firmalar zamanla avrupa ve amerika'daki fabrikalarını kapattılar. daha sonra da üretimle değil marka satışı ile ilgilendiklerini deklare ettiler. nitekim bu model daha sonra ilk kez "nike" tarafından denendiği için "nike tarzı üretim modeli"; olarak adlandırıldı.

    avrupa'da ve amerika'da fabrikaların kapatılması ise iki önemli sonucu beraberinde getirdi. biri işçi sınıfının hizmet sektörüne yönelmesi, diğeri ise insanların ürettiklerine göre değil tükettiklerine göre tanımlanmasıydı. ilki müstahdemlerin çalışma ortamlarını ayırarak sendikalaşmanın, ortak platform oluşturmalarının önünü kapattı. ikincisi ise toplumdaki sınıf sisteminin değişmesine, orta sınıfın eriyerek alt sınıfa iltihak etmesine sebep oldu. alt sınıf ve üst sınıf arasında makasın açılması zamanla suç oranının ve toplumsal huzursuzluğun artmasının başlıca nedeniydi. tüketen kesimin "normal" olarak tanımlandığı sistemde tüketemeyen kesim, yani "anormaller",hem görüntüyü kirlettiği, hem suç potansiyeli taşıdığı için(!) önce ötekileştirildiler, sonra yok sayılmaya çalışıldılar. işte şehirdeki bu dönüşümün ilk basamağını soylulaştırmadır.

    sosyo-kültürel açıdan bozulmuş, çöküntüye uğramış, dolayısıyla fiziksel çevresi de bozulmuş alanlarda, özellikle de tarihi kent parçalarında sosyal yapının ıslah edilmesi şeklinde tanımlanan soylulaştırma bir tür toplumsal mühendislik işlemidir. tüketim toplumuna katılamayan bilhassa tarihî kent parçalarına yerleşmiş göçmenlerin ve fakir yerli halkın şehir dışına yerleştirilerek yerlerine zengin, tüketebilen kitlelerin yerleştirilmesi pratiği insan sorunsalı atlanarak hazırlanmış ticari bir organizasyondur. şehirleri yaşanılan yerler olarak değil pazarlanan yerler olarak betimleyen neoliberalizm,vitrini en göz alıcı şekliyle dizayn etmeyi umduğu için mutsuz(=fakir) insanları veya köhne yapıları tasfiye etmenin yolunu aramıştır. hak sahibi olmanın kuvvetle orantılandırıldığı bu sistemin insanları çarkın işlemesi için üzerine düşeni yapacaktır. yani neoliberal dinin katedralleri olan alışveriş merkezlerinde satın alma işlemiyle ibadetlerini yerine getirecek, böylece üretilen yeni malların tüketimi için zemin hazırlayacaklardır. markalaşma ise bunun toplumda içselleşen bir statü olmasını kolaylaştıracaktır.

    kent sosyolojisinde chicago ekolü'nün temel sloganlarından olan toplumsal dönüşme kendini mekânda yansıtır önermesine tersinden bakıldığında, mekânda meydana gelen dönüşüm de toplumsal yapıda farklılaşma yaratacaktır. böylece soylulaştırılan bölgede suç oranının azalacağı iddia edilmektedir. öte yandan fakirlere kamu eliyle yeni yaşam alanları sunularak durumları düzeltilecektir. devleti ekonomiden soyutlayan neoliberal düşüncenin fakirlere kamu eliyle kaynak sunmaktan söz etmesi kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. öte yandan şehirden soyutlanan fakir halkın ekonomik hayata nasıl entegre olacağı ise ayrı bir soru işaretidir. suç oranına gelecek olursak, evet chicago'da suç oranı azalmıştır, hapishanelere mahkûmların sığmadığını hesaba katmazsanız tabi...
  • en buyuk sinyalleri starbucks ya da wholefoods ya da barnes and noble gibi "orta-yuksek gelirli profesyonellere kendini guvende hissettirecek" ikonik magazalarin acilmaya baslamasidir bu kent mahallelerin kalibrelerinin yukselisinde. birkac ay once adamlarin sokakta karilarini dovdugu, mc donalds varsa bile aksam altidan sonra parmakliklar arkasindan servis yaptigi sokaklarda, birkac ay sonra kosede size goz kirpan "yeni ve luks loftlar" tabelasi arkasindaki yeni bina insaatlari bitiverecektir. banliyo cennettir anlayasinin son bulmaya basladigi son yillarda cok rastlanan bir durum bu gentrification, ne desek bilemiyoruz.
  • istanbul'da olanıyla, mesela new yorkta olanı birbirine karıştırmamak gerekir. amerika birleşik devletlerinde gentrificationa maruz kalan mahalleler, genellikle şehirsel çöküşün yaşandığı 60lardan 80 lerin sonlarına kadar gecen dönemde alt sınıflar tarafından "işgal" edildiler. otoyol projeleri, ucuz benzin, hızlı taşıma imkanları, savaş sonrası huzura aç bir nesil ve amerikalıların taa 16 yuzyıldan beri süregelmiş "kent alerjisi" sonucunda parası yetenler banliyölere taşınarak bir daha geri dönüşü olmayacak "suburbanization" dalgasını başlattılar. zamanla önce imalat sonra da müşteriye yakın olması gereken servis sektörleri de kentlerden kaçmaya başladı. bu kentsel çöküşten kuzeydeki büyük kentler içerisinde new york gibi sanat, moda ve eğitim ile zaten ne olursa olsun ayakta duracak olanlar az etkilendi. ona rağmen, mesela new york 1960 da ulaştığı nufus zirvesini ancak 1995 de tekrar geçebilmişti. chicago, 1950 lerin sonundaki en kalabalık halinden hala bir milyon daha eksik. detroit, st.louis, binghampton, hatta albany gibi neihrlere ve erken 20 yy sanayiine dayanan şehirler 1950lerde ve 60 ların başındaki hallerinin sadece karamsar birer hayaleti halindeler. seattle ve san fransisco gibi iki güzel ve her daim cazip şehir bile 70 ler ve 80 lerde şehir merkezlerini (downtown) canlandırmak için kamu projelerine başvurmak zorunda kaldılar.

    amerikada federal hükümet ve yerel yönetimler hem geleneksel kent alerjisi yüzünden kent dinamiğine vakıf olamadıkları için, hem de her şeyden zencileri ve diğer azınlıkları sorumlu tutmaya meyilli oldukları için kent çöküşüne yanlış tepkiler verdiler. ilk olarak sorunun bir cazibe sorunu olduğunu düşündüler ve urban revitalization dediğimiz kentsel dönüşüm planları ile sehir merkezlerini cazip kılmanın yeteceğini düşündüler. oysa imalat ebediyen kentten kaçmış, servis sektörü ise insanlar yani müşteriler neredeyse orada kalmaya karar vermişti. banliyölerde küçük çaplı downtownlar, iş merkezleri ortaya çıkarken bir sürü para harcayarak yeniden yapılanan kent merkezlerine çoğunukla finans şirketlerinden başka rağbet eden olmadı. kaldı ki iş merkezleri ile cazip kılmak yetmediği için insanlar da yeniden şehre taşınmadılar.

    şimdi kilit noktalardan birisi, bütün bu revitalization vs planları için boşaldığı anda şehir merkezlerindeki yerleşimleri mesken edinmiş olan ve ağırlıkla zencilerden oluşan bir nufus kitlesi kımıldatılmak zorundaydı. haklı haksız kamulaştırmalar ve itip kakmalar ile bir milyondan fazla çoğu zenci olan insan evlerinden oldu. bunların bir kısmı housing project denen büyük, çirkin ve zamanla suç yuvasına dönen betonarme bloklara yerleşti. geri kalanlar ise henüz daha projelendirilmemiş ama banliyölere kaçan orta sınıfların evlerini satın aldı, kiraladı vs vs. böylece 1980 ler biter ve 1990lar başlarken amerikanın pek çok büyük kentinde eskiden kendi başına bir cazibe merkezi olan, orijinal sakinleri tarafından güzel yaşatılmış ama zamanla güvenliğin ve aynı zamanda 1930 lar ve 40 lardaki özelliklerin de kaybolduğu mahalleler ortaya çıkmıştı. hatta bu fakir mahalleleri anlatmak için şehir merkezlerine yakın olduklarını da gösteren “inner city” tabiri ortaya çıktı, daha sonraları fakir zenci ve hispanik mahalllerinin tamamı için kullanılır oldu.

    80 lerin sonu ile 90ların başı ile bazı amerikan şehirlerinde, özellikle new yorkta bir şehre geri dönüş başladı. bu bir nufus artışından ziyade şehirdeki genç profesyonel, öğrenci sanatçı ve baba parası yiyen hipster nufusunun oranının artması şeklinde gerçekleşti. polisiye önlemler ile 80 ler boyunca en kanlı şehir isyanlarının çıktığı east village, bed-stuy, clinton hill gibi mahalleler lojistik avantajlarından dolayı (üniversitelere, iş merkezlerine ve metro hatlarına yakınlık) beyaz ve orta sınıf şehirliler için cazip hale gelmeye başladı. burada hükümet müdahelesi sadece aşırı sert polisiye önlemler ile suçu azaltma ve (kira stabilizasyonu) rent stabilization programlarının kapsamını azaltarak zencilere evlerini ellerinde tutma şansını vermemekten ibaret oldu. bunun dışındaki bilinçli gentrification projeleri ise zaten genelde 70 lerde uygulandı ve genellikle umulan başarıyı getirmekten uzak oldu. bu gün hala chicago downtownu akşam saat dokuzdan sonra tehlikeli olmasa bile keyif alacağınız bir yer değil.

    new york şehir merkezinde büyük çaplı gentrificaiton projeleri genelde hiç yapılmadı. belediye daha çok müze ve kültür merkezi gibi yatırımlarla şehrin genel cazibesini arttırmaya, ve suç oranını azaltarak gentrification işini serbest piyasaya bırakmaya karar verdi.
    bunun sonucunda bir çok 80 lerde girilmez olan mahalle artık orta sınıfın fink attığı meydanlar haline geldi. bu mahallerin pek çoğunda zaten yerleşmiş bir etnik ya da bölgesel kültür olmadığı için gentrification öyle o kadar da zararlı olmadı. özellikle hipsterlar ve yuppi ler tarafından işgale uğramayan mahalleler için son yirmi senenin epeyce olumlu geçtiğini söyleyebiliriz. tehlikde olan mahalleler bu dalganın altında ezilme riski olan harlem, bedford-stuyvesant gibi geleneksel olarak zencilerin, ya da washington heights gibi güney amerikalıların yaşadığı mahalleler. yoksa east village, park slope gibi mahalleler sadece daha yaşanılır olmakla kalmadılar hem de kendi içlerinde cazibe merkezi oldular. elbette williamsburg gibi hipster cennetlerini katmıyoruz işe.

    kısacası amerikada gentrificaiton, aslında özellikle new yorkta, çoğunlukla bir geriye dönüşe işaret ediyor. şehirsel çöküşün ardından bir yeniden yapılanma. hükümet eliyle para kazanmak ve siyasi kapital için peşkeş çekmek yoluyla yapılan projeler zaten çok da başarılı olmadılar. bir kısmında geri-geri dönüş başlarken diğerleri istenilen sonucu vermekten uzak kaldı. new york gibi birkaç yerde ise tarihçe biraz daha karışık sonuçlara işaret ediyor. bir yanda eski kimliğini kazanan mahalleler varken öte yanda da geleneksel olarak kenti siyahi nufusun merkezi olmuş mahalleler de kuşatma altında.

    istanbuldaki hikayeyi bilmiyorum çok iyi. ama en azından şunu biliyoruz. istanbul amerikan şehirleri gibi bir çöküş süreci yaşamadı. aksine büyüdükçe büyüdü ve büyüyor. yani kentsel dönüşüm ve benzeri isimler altında ortaya konan planlar eski kimliği yeniden kazandırmak, bir kültürü geri getirmek ya da eski cazibesine ulaştırmak amaçlı değil. istanbulda kendi kendine gerçekleşimş değişimlerden ağzı sulanarak rant yaratmak amaçlı. bunlar eninde sonunda başarısız olacaklar, çünkü new york ve amerika örneği gösteriyor ki şehrin demografik ve ekonomik dinamiklerinin tersine üretilen projeler, sosyal altyapıyı hiçe sayan ve yokeden planlar zarar getiriyorlar. başarılı süreçler ise zamanla ve kendi kendine gerçekleşen dönüşüm. ille de bir dönüşüm istiyorsan keyifli ve güvenli bir hayatın önündeki engelleri kaldırmakla işe başlaman lazım. tarlabaşını yıkıp baştan inşa edip, arada milyonlarca doalrlık rant yaratacağına tarlabaşını güvenli bir hale getir. eğer tarlabaşı senin öngördüğün gibi bir yüksek tabaka iş merkezi olacaksa piyasa dinamikleri çalışır ve o evlere cazip fiyatlarla, içinde tapulu tapusuz oturanların bile cazip bulacağı fiyatlarla, müşteri bulunur.
  • türkçesi kentsel süzülmedir. istanbul için cihangir'deki değişim süreci en iyi örneklerden biridir.
  • turkcesinin 'seckinlestirme' olmasi gerektigi odtu'de gecen sene yapilan kentsel ve bolgesel arastirmalar agi toplantisinda hararetle tartisilan ve kent planlamanin onemli isimleri tarafindan da bu sekilde kabul goren kavram. gentrification aslinda turkiyede ve pekcok avrupa ulkesinde yasanan kentsel donusumleri tam anlamiyla aciklayabilen bir surec degil cunku amerikan kentlerinin deneyimlerinden yola cikarak gelistirilen ve avrupa (ve de dolayisiyla turkiyede) adapte edilmis bir kavramin bir nevi cevirisi. gerci pekcok kentsel surec bu tur bir adaptasyon teknigiyle aciklandigi icin sasirmamak lazim ama yine de bu konudaki duyarliligimizi dile getirmekten bir zarar gelmeyecegi gorusundeyim. kentlerde yasanan donusum sureclerini teorik bir cerceveye oturtma hevesi icinde bu tur bir adaptasyonu kabullenmek elbette ki isin en kolayi. genelgecer teorileri yadsimaktan bahsetmiyorum ama yine de biraz daha kuskucu olmak sanirim bilimsel anlamda yaraticiligimizi ve katkimizi arttiracaktir.
  • 'gentrification' kavramını ilk duyduğum an aynı zamanda 'soylulaştırma' çevirisi ile de ilk kez muhattap olmuştum. bana çok doğru bir çeviri olarak gelmediğini belirtmek isterim. "neyin soylulaştırması? kim kimi soylulaştırıyor?" demiştim gayri ihtiyari. öyle ya sulukule'deki ev sahiplerini şehrin dışında kutu gibi dairelerden mürekkep apartmanlara tıkıp, ev sahibi olmayanları kapının önüne koyup oralara modern osmanlı mahalleleri projeleri geliştirmek kimi soylulaştırabilir ki? kentlilik bilincini getirmek, kentin her bakımdan iğrenç apartman kültürüne ayak uyduramayan kalabalıkları on bir katlı apartmanlarda yaşamaya zorlayarak kentlileştirmek bu eyleme denk geliyorsa bu işte bir tuhaflık var. yine de;

    işin bir de öbür ayağı var. sulukule kısmını az sonra yazacaklarımdan tamamen ayrı tutarak gentrification kavramına gecekondulaşma üzerinden gitmek istiyorum.

    "gecekonduların da bu şehirde yaşayan insanlarca barınma ihtiyacına kendi yöntemleriyle müdahale etmesi denilebilir" diye bir fikir atılıyor gentrification kavramını eleştirmek için. insanlar bir şehirde yaşamak istiyor, buna ihtiyaç duyuyor, çoğu zaman da mecbur oluyorsa kendi göbeklerini kendileri kesmek zorunda kalabiliyorlar. bu mecburiyet içinde ortaya çıkmış gecekondu mahallelerinin şimdi geldiği nokta her seçim dönemi verilen ruhsatlarla birlikte yükselen korkunç apartmanlar ve bunların oluşturduğu pastoral isimli semtler. zamanında akıllı davranarak otuz metrekare yer çevirip derme çatma gecekondusunu dikenler şimdi bu semtlerde yine her seçim döneminde bir kat daha çıkarak büyüttükleri apartmanlarının kira gelirleriyle krallar gibi yaşıyor. iş barınma ihtiyacından köşe dönme noktasına geliyor. o beğenilmeyen gecekondu mahalleleri böylece kendi gentrificationlarına imza atarak kendi kendilerini 'soylulaştırıyorlar.' görüldüğü gibi yurdum insanının soylulaşmak için dışardan fazla bir müdahaleye ihtiyacı yok. seçim yaklaştıkça bol keseden ruhsat dağıtın onlar zaten kendi kendilerini soylulaştırırlar. bu soylulaştırma hamlesi şimdi orman arazilerini işgal ederek güvenlikli 'kent'siteler inşa eden taverna soylularından, tercihini çocuklarını okula yollamaktan yana değil de o parayla gecekondularına bir kat daha çıkmaktan yana kullanarak şimdi bir çoğumuzun ev sahibi konumuna gelmiş hacı ağalara kadar geniş bir yelpazede seyrediyor.

    bu müthiş soylulaştırma hamleleri sonucunda zamanında bir arsa çevirmeyi akıl edememiş olanlar, 'arsa çevirmeye' utanmış, yüzü kızardığından yapamamışlar, bomboş araziler içinde en çok alanı kapamaya çalışmak yerine o yatırımı çocuklarına yapıp okuyan nesle ufak katkılar yapma derdine düşenler kentin yeni soyluları içinde sırıtıyor haliyle. kendi gentrificationımızı kendimiz yaparız kardeşim! sonra sızlanmayın ben bu kadar okudum ettim, kazandığımı ev sahibine döküyorum diye. siz bu şehrin soylulaştırma hamlesinden faydalanamayan kerizlersiniz. gentrification kavramını açıklamaya "ben üst - orta sınıf bir ailenin çocuğuyum" diyerek başlayan ve gecekondu kültürünü bir çeşit halk devrimi olarak görüp hayranlık duyan çok akıllı bir hocam oldu okul hayatımda. onun üst - orta sınıf anlayışının ne olduğunu hala merak etmekle birlikte, gecekondu kültürüne olan hayranlığı beni çileden çıkarıyordu. ona göre zamanında kente göçmüş ve burada gecekondusunu inşa etmiş biri o eve verdiği emek sonucunda tapusunu da ruhsatını da fazlasıyla hak ediyordu. sevgili hocam eğer üst orta sınıf bir aileden olmasaydı belki az önce bahsettiğim olayın asıl gentrification kısmına da bu denli yabancı olmayacak, arsa çevirip ev yapmanın toplumun kendi göbeğini kesmesi değil uyanıklığın kentsel ifadesi olduğunu da anlayabilecekti.

    velhasılı kelam gentrification konusunda onlarca boyut var gibi duruyor. istanbul gibi alttan kazıdıkça yeni rant sahaları açılabilen bir kentte gentrificationdan bahsetmek için bir çok açıdan bakmak gerek. belki o zaman güzelliğini doya doya seyretmek için boğaz kıyısına dikilen apartmanların nasıl olup da bu kadar çirkin olabildiğine, dağları tepeleri saran, anaokulu çocuklarının ev çizimlerine benzeyen yüzlerce apartmana, var olan kent düzeniyle sürekli uyumsuzluk yaşadığı halde onu kendi medeniyet çizgisine göre yeniden şekillendirmeye çalışmayanlara bir cevap bulabiliriz. neden bu arabalar kaldırımlara çıkıyor? neden apartman önünde kendinden biten ağaçlar bir aya kalmadan kökünden kazınıyor? neden binalar durduk yere çöküyor? nasıl orada oturmanın açıkça hakaret olarak alınabileceği dairelere kira için yüzlerce lira istenebiliyor? gibi sorularımız da cevap bulur.
  • türkçesi "kentsel adam etme" olsun, siz anlayın. mezarlıklara yerleşen evsiz hareketi gentrification sayılmaz, neden? onlar hiç gent kaçmaz şehirde de ondan. şehir ölülere ait olsa bile. ha bir de femler vardı, onlara ne oldu sahi? yuva yapmaktan vaz geçti zahar dişi kuşlar, her biri bir gentrification kalesine konuk mu oldular?
  • almanya'da kreuzberg ve st. pauli mahalleri bu dönüşüme uğramakta. ama daha da önemlisi şunu anladım ki, bu olay mavi yakalı ile beyaz yakalı proleteryayı karşı karşıya getirmek için oynanan bir burjuva oyunudur.
  • ahah aslında komik olan, gentrification ile ilgili en önemli kitapların ülkemizde bilgi üniversitesi yayınları tarafından çıkarılması. (bkz: istanbul'da soylulaştırma)

    olay şu ki bilgi üniversitesi zaten kurulduğundan beri fiilen gentrification, soylulaştırma yapıyor. önce dolapdere'de yaptı, bir süredir kuştepe'de yapıyor.

    hatta ve hatta gülten kazgan'ın kuştepe gençlik araştırmasında sorulan sorular, verilen tepkiler satır aralarında mahalle halkının gentrification'a tepkilerini de gözler önüne sermektedir. (elbette araştırmanın asıl amacı bu değil, fakat işte sosyal bilim o kadar güzel bir şey ki bir araştırma yaparsınız, başka bir şeyin bulgusuna ulaşırsınız)

    http://www.idefix.com/…asp?sid=bzm4i0huwg5gdo52d0yv
  • ankara daki en guzel ornegi icin (bkz: cukurambar)
hesabın var mı? giriş yap