• 1996 istanbul film festivalinde oynadiginda en arka sirada oturan bir cingene gencin filmin sonunda hüngür hüngür agladigi görülmüs, daha da bir duygulanilmistir.
  • aslen cezayir cingenesi olan ve fransa'da yasayan film yönetmeni tony gatlif'in en baba filmi. lacho drom'labaslayan ve cingene kültürüne odaklanan üclemenin son filmidir. romanya'da gecer. kurgusundan oyunculuguna kadar kusursuz bir sinema filmi nasil olur sorusuna bir cevaptir. kusturica cingeneleri ne de güzelanlatmis aman allaaam diyenlere indirilecek saglam bir tokattir ayrica. bir de filmde oynayan fransiz oyuncu romain duris cekimler sirasinda bir cingene kiza asik olmustur ve yönetmen bunun üzerine senaryoyu degistirmis ve bu ask hikayesini eklemistir. pek de güzel olmustur.
    (bkz: tony gatlif)
    (bkz: romain duris)
    (bkz: izidor serban)
    (bkz: rona hartner)
  • beni yıllar yıllar öncesine götürmüş filim bu. çocuktum daha, bir çingene (bkz: poşa) evine misafir olmak "zorunda kalmıştık". evet, zorunda kalmıştık, zira çingeneler pisti, gezip milletin eskilerini toplarlardı, çadırlarda yaşarlardı, kurban bayramlarında bizlerin yemediği kurban kellerini toplarlardı vs. vs. o yüzden evlerine gitmek aklımızın ucundan geçmezdi, ama babamın tanıdığı çingene amca babamı çok severdi, ısrarlarına dayanamadık, gittik. fakir insanlardı zaten, ama nasıl olduysa oldu, hemen bize acayip bir sofra kurdular, tavuk filan kestiler, ziyafete hazırlandık. sonra amca sofraya çatal kaşıkları getirdi, ama garip olan şuydu ki, çatal kaşıklar yeni alınmıştı ve paketlerini getirip yanımızda, sofrada açtı ve bize dağıttı. "allah allah, bunlar çatal kaşık kullanmıyorlar mı?" diye düşündüm. sonra çıkışta babama sordum, güldü: "biz onların pis olduklarını düşünüyoruz ya, iğrenmeyelim diye kendi kaşıklarını getirmediler, bizim için yenilerini almışlar, hatta mahsustan getirip yanımızda açtılar, tereddütümüz kalmasın diye.." o gün bu gündür ne zaman "çingene" lafını duysam bu sahne gelir gözüme, içim cızzz eder. filmdeki yabancıyı ağırlamalarını görünce de yine o derme çatma çingene evinde buldum kendimi. güzel film, çok güzel..

    bu arada: http://www.youtube.com/watch?v=byzqxluhyvs adresindeki yorumlarda rona hartner "kıymetli yorumlarınız için teşekkürler" diye yazmış. fake de olabilir tabii.

    bu arada: bunu sevenler bunu da sevdi: (bkz: chamane)
  • (bkz: hastasıyız dede) desek az demiş oluruz herhalde.

    1997 fransa/romanya ortak yapımı tony gatliffilmi.

    babasının ölümünden sonra romanya'ya doğru yola çıkan stephane'nın babasının en sevdiği şarkıcı nora luca hiçbir kaydı olmayan çingene rumen bir müzisyendir ve stephane da ölen babasına hürmeten bu müzisyeni bulup sesini kaydetmek niyetindedir. günlerce aradığı müzisyenin yakınlarında bulması da filmin bize hediyesidir.

    film başlarken sizi o karlı yollardan geçiriyor, çingenelerin evlerine sokaklarına konuk ediyor hatta sizi olduğunuz yerden kaldırıp göbek attırıyor belki o arada altın diş bile takmış olabilirsiniz *

    hele bir de müzikleri var ki off off diyorum. biraz yüzüm gülsün diyorsanız; aşkı, sevgiyi, samimiyeti, gülmenin birbirimizi anlamanın ortak dile ihtiyacı yok diye düşünüyorsanız hadi izleyin.
  • hakikaten pek taşaklı film imiş bu. ne diyebilirim bilmiyorum, bir daha seyretmek için fırsat kolluyorum. hele o kısa boylu şarkıcı neydi öyle. kişisel sinema tarihime geçecek sahneleri de vardır ki bunların başında çocuğun kayıt yaptığı bölümler, kızın dansı, mezarlık başı atraksiyonu ve pek tabii aleme gittikleri gece gelir. izleyin izletin, büyük prodüksiyonlara girişmeden sinema nasıl yapılırmış görün. hikaye. her şeyin başı iyi bir hikaye. ne diyeyim.
  • enfes bir filmdir bu, bir ömürde belki bir kez karşılaşılan cinsten... alır götürür sizi.. gözünüzün yaşına bakmaz... coşku dolu, hayat dolu, hüzün dolu, eğlence dolu, müzik dolu.. ayrıca muhteşem bir soundtracki vardır.. hele nora luca gerçek bir köpek öldürendir...
  • --- spoiler ---

    gatlif filmlerinde karakterin içsel yolculuğunun sembolü niteliğindeki yol teması o kadar keyifle işleniyor ki insanın kendini yollara vurası, dansözlerle göbek atası, tabakları yerlere çalası, votkaları boğazından akıtası, çingeneleri öpücüklere boğası geliyor. karakterler de aynı arzuyu duymuş olacak ki yola çıkan kimse geri dönmüyor. yol onu kucaklıyor. ancak masallarda olabilecek mucizeler yaratıyor.
    masallarda, karakter beklentileri yerine getirdiği müddetçe onun tarafında olan şans etkeni, gatlif filmlerinde de son derece baskın. bir masalda uyulması gereken belli kodlar var; altın yumurtlayan tavuğu kesersen yani mucizeyi yok sayıp materyalist davranırsan elindekini de kaybedersin gibi... stephane'ın çingene müziğini ve çingene ruhunu bi kasete kaydedip metalaştırma, peşinden götürme arzusu altın yumurtlayan tavuk sembolüyle birebir ötüşüyor. zira müziği teybe okuduğun anda müzik donuklaşıyor, ruhu uçup gidiyor.. müziği hapsetme kaygısı, altın yumurtlayan tavuğu keserek ondan maksimum fayda sağlama çabası gibi absürdleşiyor.
    bunun bilincinde varan stephane'ın filmin sonunda kasetleri yok etme kararı da aynı kaygının dışavurumu. bir kültürün özünü geride bırakıp kabuğunu beraberinde medeniyete götürerek babasının boşuna çabasını taklit etmektense, o kültürün ve kendi kalbinin çarptığı yerde kalarak medeniyetten nasibini ve ağzının payını almış bizlere çok güzel, çok ütopik bir örnek oluyor.

    --- spoiler ---
  • cast seçimi bu kadar doğru film azdır heralde... film izlemiyor da tanık oluyorsunuz duygusu bu kadar başarılı verilemezdi heralde... deli gaco rolündeki romain duris o kadar sade, o kadar saf; sabina rona hartner da o kadar güzel, o kadar yosma ve o kadar buğulu bakabilir. film bittiğinde, film dünyasından öyle kopmuşum ki heralde evlenmişlerdir acaba düğünleri nasıl olmuştur diye düşünüyordum. ayrıca kusturicanın bütün kadınları bir araya gelseler hayatta sabina gibi göbek atamazlar!
  • --- spoiler ---

    "çok uzun süre yollarda yürüdüm.
    mutlu çingenelere bile rastladım. "

    stephane uzun yollar yürür, mutlu çingenelere de rastlar.
    izidor sevgili arkadaşı milan'ın ölümünü votkayla kutsar, dans ederek ağıdını yakar. gururla fransız arkadaşını cümle aleme tanıtır. stephane romence bilmez, o çingenece bilir. fransa'da çingeneler sevilir, kollanır, hatta her yerde çingene vardır. kimse onlara hırsız gözüyle bakmaz, kimse onları hor görmez. stephane mutlu çingenelerle hayat bulur, nora luca'sının ezgilerini sabine'nin danslarında, gülüşlerinde hisseder. kaydetmek tutkusuna yenik düşer ister ki götürebilsin gittiği her yere ezgileriyle bu mutlu çingeneleri. adriani öldürülür, köy yağmalanır. stephane içindeki çingeneyle tanışır. kasetlere ihtiyacı yoktur. o da artık mutlu çingenelerden biri olmuştur her şeye rağmen. o halde, sıra votkayla kutsamaktadır tüm o kasetleri ve tüm ölüleri. o halde, sıra dans ederek ağıt yakmaktadır.

    --- spoiler ---

    bir de şu heybetli insanoğlunun yarattığı terminolojiye bak. sen tut senin gibi olmayan, hayatı bambaşka algılayan, dans etmenin, içkinin sınırsız özgürlüğünde hayat bulan -ki bence incelenesi bir felsefeleri olan- bu kendilerine özgü insanları çingene diye adlandır. hatta bazı yerlerde bunu bir hakaret amacı olarak kullan. çingeneler hırsızdır de, güven olmaz de. genellemelerin dibine vur. o çingeneler de kendileri gibi olmayana gadjo desin. hatta yeri gelsin köyüne gelen gadjoya kesin hırsızdır desin. tavuk çalmıştır desin.
    bakış açıları arasındaki bağlantıya bak. hem çok farklı hem de çok benzer. sen kendini normal olarak görüp onu yabancılarken, o da kendini normal adlandırıp seni farklı görüyor. alışılmış topolojik uzayda geçerli bir şeyin ayrık topolojik uzayda geçerli olmazken, ayrıkta geçerli bir şeyin alışılmışta geçerli olmaması gibi bir şey.*
  • aşka, ırkçılığa, batının farklı kültürlere bakışına ama en güzeli aramaya ve “kendi gibi olmaya” dair bol cevaplı bir film çılgın yabancı.
    stephane nam yakışıklı fransız delikanlı, nora adında bir çingene şarkıcıya ait baba yadigari bir ses kaydının peşinde romanya’nın bir köyüne akar. izadore adlı bir çingene, tek kelime romanca bilmeyen bu çılgın yabancıyı “benim fransız adamım” diye benimseyip obasına götürür. stephane’ın tüm derdi nora’yı bulmaktır başlangıçta ama ortamda bir de tadından yenmeyecek güzellikte bir sabina çıkar karşısına. stephane, hayatın çingeneler için şenlikli olduğu kadar acımasız da olduğuna tanıklık edecek, nerede durması gerektiğine dair tercihini yapacaktır. bize de gözlerimiz dolu, boğazımız kocaman düğümlü ama inançla “yürü be stephan, yürü be sabina!” diye coşmak düşecektir ekran başında.
hesabın var mı? giriş yap