• kendisini pazar gününe kadar tanımıyordum, bilmiyordum. sıkı bir beach house hayranıymış. beach house konserinde karşılaştık, yanımdaki arkadaşım çığlıklar atmaya başlayınca ve bi anda kendimi bir fotoğraf karesinde bulunca kim olduğunu öğrendim.

    ama asıl diyeceğim bu değil. beach house çalarken önlerden birkaç kişi gelip fotoğraf çektirmek istedi, o da "beach house'u bi 10 dk daha izlemek istiyorum, sonrasında fotoğraf olaylarına girelim" dedi. elemanlar da tamam deyip adamların bikaç adım önünde durdular. fran abimiz tam gitmeye hazırlanırken öndeki çocuğa seslendi, "gidiyorum ben, gel çektirelim (çekinelim mi yoksa?) fotoğrafı" dedi.

    ben o an, bu adama hayran oldum. hem unutmuyor öndeki çocuğun ricasını, hem de çekiştirip haber veriyor..insanlıkta son nokta gibi geldi bana..
  • bu adamı tanımlamak için bir şeyler yazıp yazıp siliyorum, yazacak çok şey var aslında. travis'le ilgili de yazmış olayım biraz çünkü kafamda ikisini tam olarak ayıramıyorum.

    sene 2007, radyo dinlerken inanılmaz hoş bir şarkıyla karşılaşıyorum. adamın biri "lean on me now, lean on me nooow"* diye tatlı tatlı mırıldanıyor. kimmiş bu yahu deyip şarkının klibini izlediğimi hatırlıyorum. o zamanlar fran bebeklikten daha yeni çıkmış, saçları seyrelmiş, yeni baba olmuş falan. "biraz yaşlı ama idare edermiş" diyorum içimden. sonra şu an adını bile hatırlayamadığım bir türk fan sitesi keşfediyorum (muhtemelen travistr gibi bir şeydi adı). kısa sürede şimdiki ergen kızların justin bieber hayranlığı gibi ben de travis'e bağımlı oluyorum*, şarkılarını ve kişiliklerini keşfettikçe daha da fazla sarıyor. böyle naif, esprili, duygusal, şeker gibi bir grup işte.

    sonra bir bakıyorum, adamların orijinal fan siteleri var: travisonline.com. grup üyeleri oradaki foruma arada girip hayranlarla muhabbet ediyorlar, sürekli bir şeyler paylaşıyorlar. üyelerin* arasındaki muhabbet de çok iyi, yalnız ingilizceme güvenemediğim için uzunca bir süre sadece okumakla yetiniyorum. sonunda dayanamayıp ben de üye oluyorum. meğer benden önce baya bir aktifmiş site. piyasada daha hiç kimse yapmamışken travis stüdyodan canlı yayın yaparmış. hatta teknoloji elvermediğinden 30 saniyede bir fotoğraf şeklinde olurmuş bu yayınlar. fran'in annesi de foruma üyeymiş, o da arada sohbetlere katılırmış. boardie'lerin hepsinin zaten konser çıkışlarında grup üyeleriyle yüz yüze görüşmüşlüğü fotoğraf çekinmişliği falan var. ben sonlarına yetiştim işte bu güzel ortamın.

    o kadar seviyordum ki bu adamları, bir iki sene boyunca müzik çalarımda sadece travis şarkıları döndü durdu. manyak gibi bir sürü röportajlarını buldum, konser kayıtlarını dinledim. radyo performanslarını, cover ettikleri bütün şarkıları indirdim. yetmedi, fran'in ve diğerlerinin laf arasında bahsettikleri, hayranı oldukları şarkıcıları ve grupları keşfettim. mesela elbow, kings of leon, squeeze, pavement, roy orbison, the killers, david bowie, joni mitchell, bob dylan, the band, talking heads, noah and the whale, beach house, neko case... bugünkü müzik zevkimin temellerini fran healy ve travis atmıştır yani.

    fran'in kişiliğinden de bahsedeceğim ama şimdilik şunu söyleyeyim, beni o kadar etkilemişti ki onun şu fotoğrafını kocaman bi poster şeklinde bastırıp odama astım ve yıllarca o maviş gözlerle yatıp kalktım. kafamın içinde benimle muhabbet eden, beni koruyan kollayan ve mutlu eden bir fran healy'yle dolaştım.

    gelelim franny'nin hayatına. kendisi 23 temmuz 1973'te ingiltere'nin stafford şehrinde dünyaya gelmiş. "i am the result of a shite relationship"* diyor. babası frank, fran doğduktan bir sene sonra evi terk ettiğinde annesi marion onu alıp glasgow'da kendi çocukluğunun geçtiği eve dönmüş. annesi bankada part-time çalışır iken minik fran genetik olarak sanatsal olan bu aile ortamında büyümüş. dedesi onu şiirler ve fotoğraflarla eğlendirirmiş. fran'in kişiliğini etkileyen ve onu duygusal bir insan yapan en önemli olay bence bu babasızlık. bunun şarkılarına yansıyışının en çarpıcı örneği için paperclips'i dinleyin.

    "these people exist. they might have the same blood, but it doesn't give anyone any fucking claims to anything. i don't have a dad. you're forced to think your parents and relatives are divine. blood's thicker than water: i hate that saying. it sucks. i've got my mum, my auntie babs, my cousins, my girlfriend, the band, my mates, my granda who's dead and my uncle bill who's dead. they formed my life, made me the person i am."

    beş yaşındayken annesine "ben star olucam" demiş. yedi yaşındayken iskoç eteği giydirilerek hayatında ilk kez sahneye çıkmış ve bir iskoç şarkısı söyleyerek ödül kazanmış. şarkı söylemek daha küçükken hayatının bir parçasıymış. evinin adresini bile şarkı olarak ezberlermiş. bazı müziklerin insanların hayatlarının soundtrack'i olabilmesi hoşuna gidermiş. radyo her zaman onun favori müzik keşfetme aracı olmuş: "it's free and it's everywhere, so people can hear your music without choosing it - and if it stays in their heads then it's worked". (bugün bile radyoya çok değer verir, internet üzerinden"streaming" olayını bir radyo yayını olarak görür ve bunun ücretsiz olması gerektiğini savunur. müzik her yerdedir çünkü, bir kere elinizden çıktı mı o artık sizin malınız değildir, herkesindir.)

    ilkokuldayken çok itilip kakılmış. ne babası ne de onu koruyacak kollayacak bir abisi olmadığından onu evine kadar takip edip döven çocuklarla kendi başına savaşmış. karate kursuna gidip siyah kuşak olmuş mesela. daha sonra popüler çocukları gözlemlemiş, niye öyle olduklarını çözmeye çalışmış. böyle böyle sosyalleşip açılmış.

    kitap okumayı hiç sevmemiş*. resimli olmayan kitaplardan çok sıkılırmış. sadece şiirler hoşuna gidermiş. resim çizmeye yönelmiş, aklında ressam olmak varmış. nitekim yıllar sonra glasgow school of art'a resim bölümüne girmiş. bir gün bir hocası onun resmini duvara asmayı reddedince "eğer istediğim şeyi yapamayacaksam bu ne biçim sanat okulu" deyip okulu bırakma kararı almış. tek neden bu değilmiş tabi. bu okulun ona öğrettiği en önemli ders şuymuş: "bir şeyi gerçekten yapmak istemen lazım, onu iyi yapabiliyor olman işin yarısı bile değil". resim yapmakla ilgili problemi resmin ne zaman bittiğine asla karar verememesiymiş. bu tatminsizlik onu 19 yaşında kariyeriyle ilgili bir seçim yapmaya götürmüş ve bildiğimiz gibi müzik alanında karar kılmış. bence hayatının ikinci önemli olayı da bu okulu bırakma kararı. bu noktada bir ikilem içinde: hem bir baltaya sap olamamış gibi hissediyor kendini, hem de yıllarca eğitim gören insanları anlayamıyor ve gereksiz buluyor. şarkılarında bu izi de görebilirsiniz.

    travis'in kuruluşu ve parlayışı başka bir entry'min konusu olsun, ama biraz fran'in şarkı yazışından bahsedeyim. bob dylan'dan, joni mitchell'in blue'sundan ve the la'sın feelin' albümünden çok etkilenmiş. travis'in basçısı dougie diyor ki "fran hep herkesin hissettiği evrensel konular seçer: aşk, korku, suçluluk... o çok duygusal bir adam". bu yüzden ilk albümleri good feeling'de bir oasis havasıyla "oo biz rockçıyız" temalı bir çıkış yapsalar da ikinci albüm the man who ile o acemiliği atıp fran'in kendi özüne döndüğünü ve daha yoğun duygular içeren bir tarz yakaladığını görebiliriz. bir de fran basitliği çok sever. şöyle bir şey paylaşmıştı geçenlerde. "whatever you write about, if it comes from your heart then people will get it. if you just write from your mind then you must be a brilliant actor".

    sanırım good feeling albümü döneminde büyük bir kalp kırıklığı yaşamış. tıp okumaya başka bir şehre gitmesi gerektiği için ondan ayrılan sevgilisine luv'ı yazıp yollamış, kızdan hiçbir tepki alamamış*. neyse ki sonradan karşısına nora yengemiz gibi bir hatun çıkmış da mutlu mesut bir evliliği olmuş. bu arada oğluna da eşinin soyadını vermiş fran, gerçi muhtemelen babasının soyadını devam ettirmek istememesinden kaynaklı bu durum.

    mükemmel bir baba olduğundan bahsetmiş miydim? oğluyla bir sürü yol gidip roket fırlatılışı izleyen, noel babanın varlığına inansın diye eve gizli kamera koyup sonra noel baba kılığında gecenin bir yarısı gelip hediye bırakan ve sonra bu videoyu oğluna izleten bir baba. en çok merak ettiğim şey oğlunun yüzü, fran'e benzeyip benzemediği ama büyük bir titizlikle asla resmini koymadı, koydurtmadı. kendi travmalarından sonra bir baba olarak aşırı korumacı olması doğal tabi.

    alçakgönüllülükte de çığır açmıştır bu adam. her konser çıkışı gelen hayranlarıyla sanki kırk yıllık kankaymış gibi muhabbet eder, twitter'da bir şey yazarsanız büyük ihtimalle size cevap verir. bir keresinde konserleri iptal olunca boşu boşuna uçak bileti almış olan bir hayranından birebir özür dilediğini hatırlıyorum. türkiye'ye ilk gelişinde kankası alper bahçekapılı'ya daha çıkmamış olan albümlerinden bir parça yollayıp "kimseyle paylaşma da, nasıl olmuş şarkı?" demiştir. bir başka tatlış olay, geçen sene en eski hayranlarından birinin düğününe sürpriz baskın yapıp çiftin favori şarkısını çalmasıdır.

    fran'in üçüncü dönüm noktası, ya da benim gözümde ona bakışımı değiştiren olay şudur: 2010 yılının ilk günü fran travisonline, facebook, twitter ve myspace gibi sayfalarına tek tek harfler yollayıp biz hayranlarına ilginç bir bilmece bıraktı. kısa sürede anlaşıldı ki bu harfler birleşince ortaya çıkan şey "franhealy.com"dan başka bir şey değildi. siteye girdiğimizde de büyük bir sürpriz: "fran solo albüm çıkarıyor: wreckorder". zaten son albümleri ode to j smith grubun yüz karasıydı ve bir süredir ortalıkta görünmemişlerdi. bir de bu haberi alınca tamam dedim, travis dağıldı. fran röportajlarında durumun öyle olmadığını, biraz ara verdiklerini falan söyledi ama grubun diğer üyelerinin tepkileri sorulduğunda hep kaçamak cevaplar verdi. bu yüzden halen o dönemde aralarında büyük bir kavganın olduğunu düşünüyorum. mesela şunu bir okuyun. arka planda fran'in anlatmadığı bir şeyler de var gibi geliyor. o güne kadar sadece fran'i sevdiğimi düşünen ben anladım ki aslında travis'i bir grup olarak sevmişim, aralarındaki diyaloğa hayranmışım. neyse ki bu solo albüm ode to j smith'ten kat kat iyiydi de biraz affettirdi kendini. 5 senelik aradan sonra çıkardıkları where you stand albümü de fevkaladeydi ama dediğim gibi bu solo albüm olayından sonra fran'i ve travis'i asla eskisi gibi göremeyeceğim. ya da artık büyüdüm, bilmiyorum. ama yine de bu fran healy'nin en büyük idolüm olmuş olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

    şimdilerde ise kocaman sakalıyla beni sinir etmekte*. insan şu ve şu hallerinden sonra ve bu ve bu halini garipsiyor tabi. artık bir sonraki konser çıkışında sakalını kesmesi karşılığı baklava teklif edicem kendisine. kabul etmezse karşısında yerim şapur şupur.

    kaynak: 8 yıllık travis deneyimim ve şu kitap
  • berlin'de yasiyor, yaslaniyor, evli barkli oldu, cocuk bakiyor.

    dun berlin'in kucuk bir kulubunde (magnet) verdigi akustik konserde sarkilarindan cok samimiyetine hayran birakti. sadece sarkilarini aciklasaydi, hatiralarini anlatsaydi ve bizi dunku kadar guldurseydi de konser vermeseydi o bile yeterdi yani.

    asagidakiler de dunku konserden kisa kisa notlar:

    fran healy, travis’ten ayrı bir albüm yapmasını insanın abisinden ablasından bile bir yerden sonra sıkılması ile açıklıyor. ara vermis, tatile cıkmıs. hatta yeni albümündeki ‘i think you need a holiday’ diyen şarkının ismi de buradan geliyor. iskoç aksanıyla akustik müzik şöleni kadar stand up da yapmış oldu. zamaninda oasis'ten yürtmüs wonderwall’ın girişini mesela, onu anlattı ballandıra ballandıra. sonra oasis bunlarla çalışmak isteyince bütün travis sevinci boğulmuş, fran ise 'sıçtık' demiş tabi. karisi ve cocuguyla berlin’de ve almanca’yı yeni ögreniyor. travis sarkilari astronot olmus, devlet başkanı olmuş. bu albümdekilerse (wreckorder'dakiler) bebek sarkilarmıs. the man who'dan sonra ‘üstüne farkli ne yapabiliriz?’ demisler. rap demis fran. sonra bakmıs repteki doğu-batı, sağ-sol filan diye gidiyor, ‘circle only has one side’ demis onlar da. düzgun is istemediginde sanat okuluna gidermissin. o da öyle yapmış zamaninda. annesine acıklarken kadinin gözünde bir anda mezuniyet sapkasinın nasıl kayıp düstüğünü anlatıyor. sonra o okulu da terk edip grup kurmus. simdilerde oglu sarki yazmasina karisiyormus, elini gitar tellerine koyup sabote ediyormus. ‘sahneden git, cagrıl geri gel’ olayını sevmediğini anlattı ve 11'de resmi akisi bitirdi, son yarim saatte ise istek sarkilari aldi. maalesef my eyes’i çalmadı; ama bir sürü travis parçasını tek başına akustik gitarıyla çaldı. slideshow, sarkilari anlatan bir parçaymış, onunla bitirdi. sarkilar, anilari tutup zamana mihlayanmis.
  • http://img396.imageshack.us/…6/2446/bscap004eb3.jpg

    budur işte. yeşil pantolon, üstüne fanila onun üstüne de iki beden büyük baba ceketi giyen bir süper adam. kararımı verdim, büyüyünce fran healy olmak istiyorum ben. bi elimden tutun be, bi keşfedin, bi su getirin bana, fena oluyorum.
  • gezi parkına selamlarını göndermiş güzel adam.
  • geziye selamı ilk değil, daha 3 haziran'da polis şiddetiyle ilgili david cameron'a tivitledi: https://twitter.com/…ealy/status/341478724228743168
  • mimiklerine, gamzelerine hasta olunası oturup yenesi adamdır. why does it always rain on me'de "niye bagaja kitlediniz lan beni ağzınıza zıçtım şimdi" bakışıyla grup arkadaşlarını etekle kovalaması evlere şenliktir.
  • ses tonu, mimikleri, şarkı sözleri, muzırlığıyla bütün sempatikliğini müziğine de aynen yansıtmış, travis'in can damarı adam.
  • şarkılarından daha da çok sesindeki huzuru sevdiğim müzisyen.
  • biraz once mtvde görüp içimin açıldığı acayip yakışıklı, sevimli ve bilimum guzel sıfatları taşıyan travis solisti..saçlarını uzatmış çok beğendim eski halide iyiydi gerçi ama zaten ne yapsa yakışır buna yahu..bide o aksanla ne anlattığını anlayabilsem*.
hesabın var mı? giriş yap