• sayesinde anladik ki amerikada yasamadigimiza sukretmeliyiz cunku oradaki tavuklar cok kotu, bizimkileri biberonla dogal ortaminda besliyorlar. negzel.
  • izlediğim en iyi belgesel. silkenelip kendine gelmek için birebir, sadece abd'nin değil, dünyadaki birçok ülkenin nereye sürüklendiğinin bir kanıtı. ağzımıza soktuğumuz yemeği bile kontrol edemediğimize, dünyanın bu denetlenen ve üzerinde oynanmış yiyeceklerle nasıl kirlendiğine, hayvanlara ve bu çok uluslu firmaların işçisi olarak çalışan insanlara nasıl eziyet edildiğine, para kazanma hırsının nelere kadir olduğuna dair muhteşem bir belgesel. her ne kadar bir diğer aday burma belgeseli olsa da, madem adaymış kesinlikle oscar'ı da almalı.
    --- spoiler ---
    organik ürün yetiştiren ve tavuk, domuz, ineklerini doğal ortamlarında yetiştirerek sonrasında da açık havada çok daha hijyenik şartlarda kesimlerini yapan bir çiftçinin "kesinlikle wal-mart raflarında ürün satmak derdinde değilim, hatta çiftliğimin kapasitesini de büyütmeyi düşünmüyorum. benim tek derdim kaliteli, lezzetli ve sağlıklı ürün sunabilmek" şeklindeki açıklaması insanlara ders olmalı. küçücük gibi gözüken hareketlerle çok büyük şeyler yapmak bizim elimizde.
    --- spoiler ---
  • izlediğim en iyi korku filmi.

    nasıl ki başarılı bir korku filminden çıktıktan sonra korkuya mekan olan yerden ya da neden olan durumdan bir süre kaçınırsınız, örneğin banyo aynasına bakmaya, duşta bulunmaya ya da evde yalnız kalmaya korkarsınız; bu filmi izledikten sonra da yemek yemekten korkacaksınız.
  • 9 senedir amerika'da yasayan biri olarak bu filmi seyrettikten sonra yemek yeme bicimim degisti. supermarketten satin aldigim urunun ambalajini okur oldum. organik mi? hayvanlari nasil beslenmis? icinde high-fructose corn syrup var mi? yedigim sey ucuncu bir kulak cikaracak mi?

    9 senedir yediklerime gelince... dusunmesem daha iyi.

    ha bir de... oyle hayvan beslenir mi lan itogluitler diye haykirasim geldi izledigimde filmi. ki ben etoburun etoburu, kirmizi et delisi bir insanim - resmen sinirim oynadi be.
  • son bölüme kadar harika ilerleyen belgesel. o değil de 5 hamburger, 2 tavuklu sandwich, 2 küçük kola 1 adet büyük boy içecek için 11 dolar fiyat çıktı ya lan. 1 dolar daha verse jumbosunu alacaktı adam. ayrıca küçük diye gösterdiği hamburger bizdeki standart hamburger. adam da haklı bi yerde. hamburger almasam yemek yapmak için beş katını harcayacaktım diyor. markete gidip yarım kilo sebze alamadılar o paraya. vay anasını.
  • organik besin fuarini gosterene kadar gozumu ayirmadan seyrettigim belgesel film. hatta arada not aliyordum sirket ve bakteri isimlerini, internetten arastirayim diye.

    benim kafama takilan su evcil hayvan mamalari. simdi biz bu hayvanlarin butun temel gida ihtiyacini karsilasin diye en pahali mamalara cebimizde azicik paramiz olsa bile bir sekilde deli para bayiliyoruz. sokaktakini de mamaya alistiriyoruz pratik diye, o da genelde dusuk kalite oluyor, ev yemegi falan da yediklerini dusunerek. onlardaki durumun da food inc'te seyrettiklerimizden farkli olmadigina eminim.

    mama sektorunu elinde bulunduran uc bes buyuk uluslararasi sirket mamalari piyasaya surmeye hazirlanirken surusuyle denek hayvan kullaniyor. iams'in videosu iddia edilen bir video cikmisti, kopekler aci icinde, mamalar test edilirken. oyle "kopek mamayi yedi ve sevdi." diye onaylanmiyor ya mamalar... denek olarak kullanilan kedi, kopek, fare, kus vs disinda mamalara katilan buyukbas, kucukbas hayvanlar var isin icinde. mamalar hep endustrilesmis ellerden cikiyor..

    e simdi insan tekrar dusunuyor ne yedirsek bu hayvanlara diye. bosuna bagimlilik yapmiyor o mamalar. dunyanin sayili et ureticileri mamalar icin de cebini dolduruyor. bir sekilde kendi sorumlulugumuz ve tercihimiz ile siyrildigimizi sandigimiz bu pislige yine bulasmis oluyoruz. hem de hic farki olmadan.
  • liselerde zorunlu aktivite olarak gösterilmesi gereken belgesel. ne bok yediğimizi bilsin çocuklar.
  • ilk kez izledim bunu. az çok tahmin ettiğimi sanıyordum gıda sektöründeki rezilliği. meğer bir bok bilmiyormuşum. üçüncü dünya savaşı çıkmış. haberimiz yok.

    benim üstünde durmak istediğim iki konu var. demokrasinin, hukuk ve adaletin kalesi olarak gördüğümüz a.b.d'de bile adamlar kural tanımıyor. her türlü pis işlerini aklayacak, başlarını belaya sokmadan kurtulacak sistem zaten kurulmuş. korkunç büyük bir pazar yaratılmış. gerekli görülen her türlü mevkii'ye adamlar yerleştirilmiş. insanların eleştirmesini-yorum yapmasını kanunen!! engellemiş adamlar, bu belgeselin çekilmesine, tüm dünyanın gözü önüne sunulmasına nasıl müsade etmişler? akla çok ilginç cevaplar geliyor düşününce..

    ikincisi ise; ilk konuya bağlantılı olarak bu başlıkta eleştirilen organik tarımla ilgili belgeselde anlatılan masallar..

    adam çıkmış monsanto anamızı belliyor. sektör tehlikeli adamların elinde. dikkatli olmamız lazım. organik tarım sen bizim herşeyimizsin. tek yol organik tarım diye başlıyor anlatmaya. bir kaç örnek veriyor. bir kaç iyi adam bu organik tarımda başarı sağlamış. doğru yolu göstermiş cart curt. sonra ne olmuş. bu iyi adamlar üretimlerini, iki saat belgeselde dünyanın anasını bellidiğini anlattıkları şirketlere satmışlar. bu dev godoşlar üretime karışmıyorlarmış. iyi adamlardan iyi (organik) ürün alıp satıyorlarmış sadece.

    şimdi markete gidiyoruz. zehirlenmemek-ölmemek için organik ürün işaretli (hani şu yeşil kağıt parçası var) ürün alıyoruz. işte bu belgesel bu organik ürüne inanmamız, itimat etmemiz ve üç kat fazla para ödememiz için çekilmiş gibi geldi bana.
  • özet olarak, so what? denilebilecek amerikan sistem belgeseli.

    cok kotulenecegini biliyorum ama şu bir gercek.dünya nufusu takribi 6.800.000.000 kişi ve bu nüfusun tam % 50 si çin,hindistan ve afrika kıtasının tamamında yaşıyor ve yine bu % 50 lik nufusun % 90 ı dünya ortalaması olan açlık sınırının altında hayatta kalmaya çalışıyor.bu nedenle resmedilen felaket tablosu aslında birinci dereceden amerikalı,avrupalı ve bizim gibi evlilik programı yerine ntv seyreden grubu şok ediyor.dünya gıda piyasasının aslında bir endustri oldugunu ve bu endustrinin birincil amacının son 50 yılda 3 milyardan 7 milyara çıkan nüfüsun hayatta kalmasına yardımcı olmak ve tabiiki bundan bir kazanç saglamak icin ugrastıgı bir sistem olusturmak oldugunu anlamamak bile en azından belgeselin hedef kitlesinin dışında oldugunuzun işaretidir.

    bununla birlikte eger bu belgeseli seyrederek "aa neler yiyormuşuz biz , vah vah yeni nesillere bık bık" diyenlerinse zaten kanal degistirip evlilik programı veya flash tv izlemesinde fayda vardır.eger bugune kadar endustriyel yiyeceklerin arkasına bakmıyorsanız zaten konvansiyonel gıda zincirinin de bir parçasısınız.hic sikayet etmeyin yemeye yalamaya devam.

    ve ayrıca bugun cok sikayet ettigimiz ve "kahrol gdo al sana bomba" diyerek meydanlarda soya fasulyesi maketlerini yaktıgımız verim ve dayanıklılık mucizesi 80 lerin sonunda devrim niteliginde dünya tarımına sunulmasa idi muhtemelen bugun 3.dünya savaşını geride bıraktıgımız yıllarda kalan 2-2,5 milyarlık bir nüfusun gururlu üyeleri olarak 286 lık bilgisayarımızda dial up sistemi ile esimiz dostumuz la gorsusur ve organik seftalimiz ve katkısız ekmegimizi zevkle yiyerek mutlu olurduk.

    sonuc itibarı ile soz konusu gıda endustrisi belgeseli amerikalıları bilinclendirerek "bunları yemeyin bunlar 3. dünya ülkeleri icin gelistirilmis gıdalardır, zaten iyi kazanıyorsunuz biraz sıkın pacayı kıyın paraya da organik olanları yiyin" mesajını vermektedir.

    yok ben bunlara inanıyorum ve hicbirimiz bu gıdaları tuketmezsek ( 7 milyar insan icin konusuyorum ) bu sistem duzelir herkes temiz gıda ya kavusur hayat bayram olur diye dusunenleri de saglıklı oldugunu dusunerek esmer şekerin kilosuna 5 tl (bkz: #19170507) ,organik yumurtanın tanesine 2 tl verenlerin oldugu salona alıyor ve herkese selam ediyorum.
  • türkiye'de henüz gıda sektorünün aynı aşamaya gelmedigini düşünen insanlar var. kıyaslamanın sadece ithal fast food zincirleri ile yapılması türk tüketicisinin bilinçsizliğini ortaya koyuyor. satın aldıgınız tüm çikolata, cips, şekerleme, ketçap, mayonez, hazır çorba, meşrubat, bisküvi, sosis, salam gibi paketlenmiş ürünlerde genetik mutasyona uğratılmış mısır ve soya gibi bitkilerden elde edilen katkılar kullanılıyor, besici şirketler de birebir aynı yöntemlerle hayvanları yetiştiriyor ve işliyor. kimse nedense son yıllarda mantar gibi çoğalan mısırın kaynağını kurcalamıyor, her köşe başında satılan tanelenmiş gdo'lu mısırı çocuklarına yedirmeye devam ediyor. bizi temsil etmesi gereken politikacıların bizzat bu sektörü yasalarla besliyor olması ise insanın kanını donduruyor.
hesabın var mı? giriş yap