• yine insanlığın içinde bulunduğu ironik duruma ayna tutan bir başka black mirror bölümü. orta metraj son derece zeki bir bilim kurgu film.

    --- spoiler ---

    gördüğüm en iyi distopya örneklerinden biri. sisteme karşı gelen bir adamın yine sisteme hizmet etmesini sağlayarak etkisiz hale getirilmesiyle sonuçlanan trajik komik hikayesi. film insanların enerji sağlamak için tüm gün pedal çevirdikleri ya da pedal çevirerek enerji sağladıklarına inandırıldıkları bir dünyada geçiyor. para yerine pedal çevirerek kazandıkları ödül puanları var. bu puanlarla satın alınan ürünler, diş macunu ve makinelerden alınan basit yiyecekleri saymazsak, gerçekte var olmayan şeyler. bunlar video oyunları, aplikasyonlar ya da seni bu sanal networkte temsil eden avatarın için aksesuarlar gibi tamamen dijital ürünler. grafikler açısından da son derece primitifler. zaten iyi olmalarına gerek de yok, çünkü bunları satın almak zorundasın. alternatifin yok. hayat son derece basit ve çekilmez. ufacık hücreyi andıran odalarda yaşayan insanlar kendilerine dayatılanları izlemek zorundalar. gözlerini bile kapatmaya izin yok. birazcık özgürlük için, mesela çıkan reklamı seyretmemek için yine ödül puanlarından ödeme yapman gerekiyor. aynı bizim de günümüzde reklamsız bir hayat istiyorsak, mesela televizyonda dakika başı reklam girmeden bir film izlemek istiyorsak, daha fazla para vermemiz gerektiği gibi. yaşadıkları bu hayat sadece monitörlerden ve hoparlörlerden oluşuyor. pencere yok, bitki yok, gün ışığı yok. her şey dijital ortamda ve tek ihtiyaç elektrik. bu yüzden de insanların tek işi elektrik üretmek, bunun için de pedal çevirmek. pedal çeviremeyecek kadar şişmansan, temizlik görevlisi oluyorsun ki onların şartları daha da beter. sınıf atlamak mümkün, televizyon yıldızı olabilirsin. o zaman daha büyük bir hücren ve istediğini izleme özgürlüğün olacağı için nispeten daha çekilir bir hayatın oluyor. herkes bunu istediği için ihtimaller az olsa da yine de mümkün. sistemde senin bu hayalini gerçekleştirebilmen için, günümüzdeki yetenek yarışmalarının bir eşi olan bir yarışma mevcut ve tabi ki o yarışmaya katılabilmek için ödül puanına ihtiyaç var, 15 milyon kadar ve bunun için çok pedal çevirmek gerekiyor. bu öyle bir kısır döngü ki, sen monitörlerden ve hoparlörlerden başka hiçbir şey olmayan dijital dünya için sürekli enerji üretirken, varlığını sürdürebilmek için bu enerjiden beslenen sistemin tek amacı senin puanlarını harcaman. daha da korkuncu belki de sadece buna inandırılıyorsun. yani aslında senin enerji ürettiğin falan yok, sırf sistemin devamlılığı için boş yere pedal çeviriyorsun.
    mühendis sevgilimin dediğine göre sadece pedal çevirerek bu sistemin ihtiyacı olan enerjiyi sağlamak bilimsel olarak imkansız. film kusursuz bir bilim kurgu olduğuna göre, bu başka bir bakış açısı ortaya koyuyor. yani bu insanlar aslında pedal çevirerek enerji üretmiyorlar ya da sistemin onların ürettiği enerjiye o kadar da ihtiyacı yok. onları meşgul tutmak için, sistemin devamını ve güvenliğini sağlamak için faydalı bir şey yaptıklarına inandırılmışlar.
    bu film harika bir kara mizahla, reklamlarla kandırılarak bir şeyleri satın almaya zorlanan ve aslında hiç ihtiyacı olmayan bu şeyleri satın alabilmek için, hiçbir şey üretmeden, sadece sisteme hizmet etmek amacı ile kafesteki hamster gibi sürekli çalışan günümüz insanını bize anlatıyor. hem de bunu mükemmel oyunculuklar, özgün bir anlatım ve insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir sonla yapıyor.

    --- spoiler ---
  • mukemmel bir "kendisini isci saymayip temizlik iscisini assagilayan beyaz yaka" ornegi bulunan black mirror bolumu.
  • müthiş güzel bir black mirror bölümüdür. acun ılıcalı'yı bağlayıp seyrettirilmelidir.
  • bu bölümle alakalı uzun zamandır bir şeyler yazmayı planlıyordum. haftasonu misafirlerle izleme bahanesiyle bir kez daha izleme şansı buldum ve artık yazayım dedim.

    öncelikle bence black mirror un en underrated bölümüdür bu bölüm. 8.2 puanla en çok beğenilen 11. bölümün başka bir açıklaması olamaz zira. hani oyunculuk falan kötü desem o da yok. herkes gayet profesyonel oyunculuk sergilemiş. buradaki performansıyla zenci abimiz 2018 yılı itibariyle oscar alan bir filmde başrol oynayabilme başarısını yakalamış. aşağıda anlatacağım üzere içerdiği altmetinler itibariyle bana kalırsa en dolu black mirror bölümüydü, dolayısla senaryo konusunda da sınıfta kalmış olamaz. herkesin senaryonun anlatmaya çalıştığı şeyi anladığını düşünüyorum ama aradaki altmetinleri belki de kaçıranlar olmuştur diye bir kaç şey karalamak istedim.

    peki nedir bu altmetinler? buradaki karakterler, semboller neyi temsil ediyor tam olarak? senaryonun eleştirdiği kesim kimdir nedir? kendimce biraz size bunu anlatmaya çalışacağım izninizle:

    öncelikle spoiler uyarısı vereyim, izlemediyseniz buradan sonrasını okumayın.

    --- spoiler ---

    ilk olarak karakterlerden başlayalım. güzeller güzeli hatunumuz abi burada neyi temsil ediyor? abinin burada temsil ettiği şey tutkularımız. gerçekten vücudumuzun, ruhumuzun istediği şeyler. saf aşk gözüyle bakmayın bu işe, gezmek görmek olabilir, sanat olabilir, herhangi bir hobimiz olabilir. işte onun karşılığı abi.

    zenci abimiz bing madsen ise biziz. daha doğrusu herkes değil, ekşideki karşılığı sanıyorum ekşi sözlük hiç bir siki beğenmeme timi olabilir. yani sisteme isyan edenler. ama bu kesime nasıl bir bakış açısı var aşağıda anlatacağız. çünkü senarist/yönetmen bu kesime de hiç de öyle hero kafasıyla bakmıyor.

    jüri ise sadece acun'u değil, tüm düzeni temsil ediyor. zenci abimiz popüler kültürü, kadın olan jüri bu kültüre kadınları da ikna etmek için çıkarılıp kral yapılmış kadın kanaat önderlerini, son kalan jüri başkanı ise sistemi iyi okuyan, gerektiği yerlerde ufak fedakarlıklar yaparak sistemi ayakta tutmayı bilen yöneticiler/medya, kısacası sistemin kendisi anlamına geliyor.

    gelelim senaryoya;

    bing abimiz bildiğiniz üzere sistemden iyice baymış, bu sistemin kölelik sistemi olduğunu düşünen isyankar rockçı bi abimiz. yanındaki herkesle dalga geçen eleman ise kraldan çok kralcı dediğimiz, sistemin kölesi olmuş ve sorgulamayan insan tipi. bunları anlatmama gerenk yok her izleyici bunu anlamıştır diye düşünüyorum. etraftaki her karakter normal hayatımızda sıkça gördüğümüz tipler. kızıl saçlı eleman sistemin kölesi ama sisteme adapte olmakta zorlanan tiplerden. kolay manipüle edilebilir. biri gaz verirse isyan eder fakat ilk dizginlemede en sistemci adam yine o olur. bing e aşık olan hafif uzak doğulu ablamız ise sistemin değişmeyeceğini düşünen ancak bu hayata bir kere gelirim tribindeki duygusal kardeşimiz. bing de tutkuları kalmamış, artık iyice köle durumuna gelmiş, ancak bu duruma isyan da etmeyen bezgin bir köle. bir bakıma biziz. işe gidip geliyoruz, yaptığımız şeyin kölelik olduğunun farkındayız, sistemin kurallarının bizim burada kalmamızı sağlamak üzerine kurulduğunun kısacası büyük ölçüde olayların farkındayız. daha doğrusu farkında olduğumuzu düşünüyoruz.

    günlerden bir gün elemanımızın monoton hayatına renk getirecek bir tutku baş gösteriyor: abi. abi ciddi anlamda bir karakter değil. doğru dürüst tanımıyoruz zaten kendisini. neleri sever, ne yapar fikrimiz yok. çünkü bize anlatılmaya çalışılan şey aşık olunan kadın değil abi'nin tutkularımız, isteklerimiz olduğu. bing bir bakıma fedakarlık yapıp abi'nin katılım ücretini ödeyerek yarışmaya katılmasını sağlıyor. tutkusunun peşinden gitmeye çalışıyor yani. ona ulaşmaya çalışıyor ve ufaktan da olsa başarabiliyor.

    yarışma başlamadan önce sakinleştirici bir sıvı veriyorlar dikkat ederseniz. sakinleştirici diyorlar. işte o sıvı bizim bahanelerimiz. ben işi bırakıp dünya turuna çıkarım ''ama'' diyorsunuz ya, işte o ''ama'' yarışma başlamadan hemen önce verilen sakinleştirici sıvı. ileride bu içecek meselesine tekrar geleceğiz. bahane olayını daha detaylı inceleyeceğiz.

    neyse bizim biricik tutkumuz abi, sistem karşısında fazla tutunamayarak sistemin kölesi oluyor. kısacası zaman bulamıyoruz, para bulamıyoruz, tutkumuz o kadar fedakarlığa rağmen kaçıp gidiyor ellerimizden. bing abisinin ölümü nedeniyle hesabına geçirdiği parayı kıza veriyor hatırlarsanız. bu da önemli bir detay. tutkusu için çalışmadan aldığı parayı feda ediyor, onun için sadece sistemin ona sağladığı avantajı kullanıyor. böyle bir tutkunun sistem karşısında fazla tutunması beklenemezdi zaten.

    çok çok bariz şeyleri atlamayı tercih ediyorum. neyse bizim bing sistemin aşkını elinden alıp gitmesine sinirlenip isyankar olmayı tercih ediyor ve bu sefer gerçekten fedakarlıklar yaparak sistemi toptan yok etmeye, sistemin kölesi olanları uyandırma niyetine geliyor. ekşi sözlükte entry girse belki daha efektif olurdu ama o direk gidip isyan etme yoluna giriyor. neyse bizim bu abimiz çalışıyor, düzene uyarak onlara kontra yapma yoluna gidiyor. kolundaki dövme sistemin ona attığı kazıkların bir sembolü sanki.

    bing jüri karşısına çıkarken abi'den kalan boş içecek kutusunu yanında götürüyor ki onu içmeden sahneye çıkabilsin ve ikna olmasın. çünkü abi'nin o içecek yüzünden ikna olduğunu düşünüyor. yani tutkusunun elinden kayıp gitmesine bahanesi o içecek bir bakıma. o olmasaydı elimden kayıp gitmezdi diyor. neyse yaptığı plan işliyor bir şekilde içeceği de içmeden sahneye çıkmayı başarıyor ve malum sahne geliyor. (burada zenci abimizin gerçekten iyi bir drama oyunculuğu yaptığını es geçmeyelim)

    kırık camı boğazına dayayıp basıyor küfrü kıyameti. aha buradaki entryler bunlar. veya insanların sokaklara çıkıp yaptığı protestolar. çok benziyor değil mi? sisteminize de koyim size de koyim diyor. sövüyor sayıyor. aklınca tüm sistemi çözdüğünü ve buna biat etmeyeceğini anlatıyor. bisiklet çevirirken 2 yanında oturan ve kendine profil resmi seçmeye çalışan kızıl saçlı abimizin gaza geldiğini, mala döndüğünü ve uyanır gibi olduğunu görüyoruz ara sahnede. bu abimiz bir bakıma toplumun %50 sini falan temsil ediyor aşağı yukarı günümüze bakınca. ufak bir dürtmede noluyor lan diyebilecek ve aynı hızda da eski köle düzenine dönebilecek bir kesim. durumun kontrolden çıkabileceğini ön gören jüri yöneticisi konuşmanın ilham verici olduğunu, doğruları söylediğini falan fıstık sayarak toplumun bir anlamda gazını alıyor. ardından da kontra bir teklifle kendi hamlesini yapıyor. burada az önce bing'in isyanıyla gaza gelen ve ''noluyor lan'' diyen topluluğun, sadece ufak bir rütuşla tekrar sistemin kölesi düzenine döndüğünü, bing in teklifi kabul etmesi yönündeki tezahuratlarından anlıyoruz. burada hemen kızıl saçlının odasına tekrar dönüyoruz ve tatlı su solcusu olduğunu görüyoruz bu abimizin. tezahuratlara kızıl kardeşimiz de katılıyor...

    bing bu kontrayı beklemiyor. jüri karşısında mala dönüyor. kafasındaki şey bir konuşmayla tüm sistemi değiştirebilmekti ancak sistem düşündüğünden çok daha komplike dinamiklere sahip. 2 cümlelik gaz alma sekansıyla toplum tekrar sistemin yanında. halbuki girerken o sıvıyı da içmemişti ancak bu sefer sistemin değişmeyeceğine o da ikna oluyor/işine geliyor. burada dizinin bize vermek istediği mesaj da şu; istediğiniz kadar ekşide bik bik bik ötün, sisteme tehdit oluşturduğunuz an ya yok edilirsiniz ya da sus payınız verilip sistemin en dişli çarklarından birine dönüştürülürsünüz. bu aslında sisteme değil bizlere bir eleştiri. sizin ben amınıza koyim, parayı bulan alt tarafı unutuyor. feministlik kocayı, komunistlik parayı bulana kadardır diyor bir nevi. oysa içeceği de içmemişti. aslında içecek için bahane biraz yanlış bir tasvir oldu. içecek ''yukarıya çıkarsam sistemin çarkı olmam, kendim olurum'' sözlerinin bir tasviri. sus payı herkes için vardır, içecek diye bir şey yoktur diyor kısaca. asgari ücretle çalışırsan dilenciyi, maaşın yükseldikçe asgari ücretliyi, ne bileyim doktor oldunca memuru-işçiyi unutacaksın diyor bir nevi. maaşını hakettiğini düşünürsün, asgari ücret alırken sövdüğün sistemin aslında sana hakettiğini verdiğine kendini inandırırsın diyor.

    gelelim son sahneye; bing yayın yapıp sisteme daha çok köle kazandırmak adına üzerine düşen görevi yaparken elde ettiklerini görüyoruz. buradaki simgeler gerçekten önemli: tutkusu abi'nin kendisine verdiği kağıttan penguen yerine penguen biblosu var, makineye bozuk para atarak aldığı meyve yerine artık meyve suyu içiyor, odasında küçük ekranıyla yaşarken yine yapay bir şekilde ancak biraz daha büyük bir ekranla manzara seyrediyor, odası yine kapalı 4 duvar sadece biraz daha büyük... yani aslında hala köle, hala aldığı hiç bir şey yok. yaşadığı hayat önceki hayatının ona verdiklerinin biraz değiştirilmiş hali. gerçek hayata baktığımızda zenginlerin de hayatı bundan farklı değil mi? zengin bir popçu hayatında ''gerçek'' anlamda sizden farklı ne kadar şey yapabiliyor? çünkü o da sistem tarafından köleleştirilmiş biri sonuçta. sen evde bira içerken, o daha büyük evinde viski içiyor ama aynı kafayı yaşıyorsunuz, siz arabayla bir yere giderken o jiple gidiyor ama yine aynı yere gidiyor. aslında aynı sistemin farklı yerlerinde iki köleden farklı değilsiniz. aslına bakarsanız yaşadığınız şeyin anlamlı olabilmesi için ona olan tutkunuz önemli. geri kalan sistemin bize sus payı için verdiği rüşvetlerden ibaret.
    --- spoiler ---

    kısaca özetlemeye çalıştım yukarıda. bu bölüm kapitalizmi eleştiriyordan öte bir şeyler yazmak istedim hakkında. sistemin bize dizide gördüğümüz avatarlar oyunlar vb. gibi nesnelerle suni hedefler koyması vb. gibi çok çok bariz şeylere girip herkesi sıkmamak istedim. kısacası bing sizsiniz, biziz, herkes. sisteme isyan edip, ilüzyonlarla sistemin bizim avantajımıza çalışacağını düşündüğümüz an tüm tutkularımızdan vazgeçtiğimizi anlatıyor. aslında medyayı, kapitalist sistemi değil bizi eleştiriyor daha çok...
  • --- spoiler ---

    ramones t shirtlerini ve okan bayülgeni anlatan bölüm. sisteme karşı iken piyasa olmak.
    --- spoiler ---
  • kelebek kanatlı kurşun* gibi vurur adamı: despite all my rage i am still just a rat in a cage

    black mirror'ın ikinci bölümüdür.
  • sistemi bu kadar iyi eleştiren bir diziden beklenebilecek kalitede bir bölüm.

    bölüm muazzam bir distopya yaratmış. insanların köleleri olduğu aplikasyonlar , gerçek dışı öğeler ve uğruna "pedal çevirdikleri" hayaller tarafından insanlıklarından çıktığı gerçeği.
    pedal çevirmek fiilini cuk diye oturtmuşlar cidden, tebrik etmek lazım. hayatın bir hiçi uğruna pedal çevirmekten başka birşey değil bu zira. şu an kölesi olduğumuz tüketim toplumununun yine kölesi olduğumuz sosyal medya ile arasındaki sosyal hayatın kalktığı bir distopyada insanlar yarattıkları hayali kahramanlar üzerinden varlıklarını sürdürüyorlar.

    bölümde dikkat ederseniz sahneye katılacak yarışmacılara "can you just say it in a single sentence" tarzı bir talep yöneltiyorlar. bunun sebebi insanların asosyallikten iki kelimeyi bir araya getiremeyecek hale gelmesinden başka birşey değil. şimdikinden farklı mı? pek değil. ekrandan gözlerini çevirmeyip kendi jargonunu oluşturan jenerasyonların iş cümle kurmaya geldiği zaman iki kelimeyi bir araya getirememesi, özellikle kelime eklerini eklemeden ismin yalın hali ile cümleleri tamamlamaya çalışması bu jenerasyonların belki fifteen million merits tarzı değil ama ona çok da yabancı olmayacak başka bir korku hikayesini yaratmak üzere olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.

    arada ufak uyanışlar ve sistem karşısında sesini çıkarmaya çalışma çabaları da sistemin yumuşak gücü tarafından durdurulup örtpas ediliyor. zira sistem, cazibesini sistemin en karşıtlarının bile gardını düşürecek şekilde sarmış etrafı. bir nevi en katı sosyalistin parayı bulunca birden dönmesi gibi.

    ayrıca bölümde bir ufak detay daha var. bugünün popüler "sınıfı" olan beyaz yakalılar , dizide pedal çevirenleri temsil ediyor. bunu da şuradan anlıyoruz ; kendileri bir hiç olmasına rağmen çöpleri toplayan insanları küçümsüyor ve onları "uğruna koştukları gerçeklere asla erişemeyecek zavallılar" olarak görüyorlar. bugünden pek farklı değil gibi dimi? peki ya mavi yakalılar? onların ise sadece kostümleri değişmiş, sarıya dönmüşler. fakat hala aynı "sınıf"lar, ve yarın ne yapacakları hiç belli değil.

    ama marx'a göre yapacaklar.

    muhteşem.
  • ne için çalışıyoruz ? evet bizde tam olarak dizide anlatıldığı üzere gardırobumuzu genişletmek, teknolojik aletlerimizin bir üst modellerini almak ve daha bir sürü boş şeyler için çalışıyoruz. hayatımız sadece boş bir rüyadan ibaret ve tek gerçek ölüm olduğunda bu rüyadan uyanacağız.
    uzun uzun düşününce insanda kendini sarsma hissi uyandırıyor.
  • black mirror dizisinin birinci sezonunun ikinci bölümü.

    bing'in isyanı:

    --- spoiler ---

    hazır bir konuşmam yok.
    kelimelerimi planlamadım.denemedim bile.
    sadece buraya nasıl gelebileceğimi,burada nasıl duracağımı biliyordum.
    ve beni dinlemenizi istedim.
    gerçekten dinlemenizi.

    buraya geldiğimden beri takındığınız,dinliyormuş gibi gözüken yüzünüzü takınmanız değil.
    yönlendiren değil hisseden yüzünüzü takının.
    bir yüz takınıyor ve yüzünüzü sahneye doğru çeviriyorsunuz.
    ve biz bir şeyler yapıyoruz.
    şarkı söylüyoruz,takla atıyoruz,dans ediyoruz..
    buraya çıkanlar insan değil size göre.
    siz buraya çıkan insanları görmüyorsunuz.
    onların hepsi birer gıda.
    ve gıdalar ne kadar sahte olursa o kadar çok seviyorsunuz.
    çünkü; işe yarayan tek şey sahte gıda.
    sindirebildiğimiz tek şey bu.
    aslında tam olarak bu kadar değil.

    gerçek acı,gerçek ahlaksızlık;bunları da sindirebiliyoruz.
    evet şişman adamı bir direğe bağlayın kendi vahşiliğimize gülelim.
    çünkü bu hakkı kazandık.
    biz batarya vaktimizi tamamladık.
    ama o adi herifler kaytardı bu yüzden ona gülebiliriz.

    zihinlerimiz umutsuzluktan tükendiği için daha iyisini bilmiyoruz.

    tek bildiğimiz sahte gıda ve boktan şeyler satın almak.
    birbirimizle boktan şeyler satın alarak konuşuyoruz.
    kendimizi bu şekilde ifade ediyoruz.

    ne yani bir rüya mı varmış?

    rüyalarımızın tepe noktası;gerçekte var olmayan karakterlerimizin yeni uygulamasının olması.
    öyle bir şey yok bile.

    bize güzel,gerçek,ücretsiz bir şey gösterin?
    gösteremezsiniz.
    değil mi?

    bu bizi bozardı.bunun için çok uyuşuğuz.
    boğularak ölebilirim.
    konu sadece ne kadar dayanabileceğimiz.
    bu yüzden şaşılacak herhangi bir şey bulduğunuzda,kocaman porsiyonlar halinde paylaşıyorsunuz.
    ancak çoğalana,paketlenene ve önceden ayarlanmış 10 bin filitre için pompalanana kadar.
    ta ki anlamsız bir ışık dizesi olana kadar.
    hem de biz her gün sabahtan akşama kadar pedal çevirirken.

    peki nereye gitmek için?
    neye güç sağlıyoruz?

    o küçük bataryalarla küçük ekranların,büyük bataryalarla büyük ekranların ve sizin amınıza koyayım!

    amınıza koyayım!konuşmamın özeti budur.amınıza koyayım!

    orada oturup yavaş yavaş işleri kötüleştirdiğiniz için amınıza koyayım!
    spot ışıklarınızın,kendini beğenmiş yüzlerinizin ve sizin amınıza koyayım!

    yakınlaştığım tek bir şeyin,asla hiçbir şey ifade etmediğini düşündüğünüz için hepinizin amına koyayım!
    etrafına sızdığınız ve kemiklerine kadar parçaladığınız,bir şakadan ibaret hale getirdiğiniz,milyonlarca kişinin önünde kötü bir şaka daha yaptığınız için amınıza koyayım!
    böyle olduğu için amınıza koyayım!
    benim için,
    bizim için,
    herkes için
    amınıza koyayım!
    amınıza koyayım!
    --- spoiler ---
  • black mirror'ın 1. sezon 2. bölümünün ismidir.

    fifteen millions merits kelimenin tam anlamıyla distopik bir düzenin hakim olduğu romanları çağrıştırıyor bize. en başta aklımıza gelen kitaplarsa yine oldukça tanıdıklar: brave new world, mıy, nineteen eighty-four ve fahrenheit 451. aldous huxley’nin başyapıtı cesur yeni dünya’dakine çok benzer bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkün.

    ünlü romanında huxley, insanların gelecekte doğadan kopuk bir yaşam süreceklerini, anne baba kavramlarının yok olduğunu, insanların tüplerden çıkmaya başladığını, ahlak, din gibi kavramların kökten yok edildiğini, uykuda eğitimlerle insanların robotik bir mekanizmaya dönüştürüldüğünü tasvir etmektedir. ilk bakışta duyan herkese ürkütücü gelen bu gelecek kurgusunda aslında tüm insanlar mutludur ve bunun sebebi de her duruma uygun minik hapların bulunmasıdır. o anki ruh halinin tam tersine dönüşmek için onunla ilgili hapı yutmak yeterlidir. işte bu kadar basittir huxley’nin dünyasında mutlu olmak.

    insanlık bu hale nasıl gelmiştir? nasıl olur da o kadar insan bu düzenden şikayet etmemektedir? elbette böyle bir sistemin arkasında çok daha büyük bir mekanizma bulunmaktadır. günümüz dünyasındaki partilerin görevini üstlenmiş olan üst yönetimler, insanlığa böyle bir geleceği reva görmüşlerdir. hiçbir söz hakkına sahip olmayan insanlar değersizleştirilmiştir. insan hayatı bir nevi yok sayılmıştır ve onlar sadece nefes alması gereken organizmalardır. hatta bazen nefes almamaları gerektiğine dahi sistem karar vermektedir.

    rus yazar zamyatin’in biz’inde attığı temellerin üzerine inşa edilen cesur yeni dünya’da mustafa mond çıkar karşımıza. orwell’ın bin dokuz yüz seksen dört adlı romanında ise büyük birader her yerden bizi gözetlemektedir. bradbury’nin kitapsız bir geleceği öngördüğü romanı fahrenheit 451’de ise televizyon insanları etkisi altına almıştır. kitapların okunmadığı, yakıldığı bir gelecek portresiyle yüzleşiriz. tüm bu distopyalar günümüzde bir şekilde karşımıza çıkmaktadırlar.

    dizinin ikinci bölümü fifteen million merits’te de üstte bahsi geçen kitaplardaki kurgulara çok benzer bir senaryo işlenmiştir. katı bir sistemin içinde yer alan insanlar, belirli kurallar çerçevesinde yaşamaya endekslenmiştir. doğayla ilişkileri kesilmiş ve kapalı binalarda yaşamaya mahkum edilmişlerdir. sanal bir dünya içinde yaşamakta ve topladıkları puanlar sayesinde yaşamsal ihtiyaçlarını gidermektedirler.

    teknolojinin üst düzeyde olduğu sanal bir odada uyanan bing, bisiklet benzeri bir aracı sürmek için her gün kendine ayrılan bölüme gitmekte ve koca gününü pedal çevirerek geçirmektedir. bu sırada önündeki ekranda ise çeşitli aktiviteler yapabilmektedir. her şey belli bir düzen çerçevesinde ilerlemektedir ve insanlar bu durumdan şikayetçi görünmemektedir. sistemi sorgulamayan insanlar, sistemin içerisinde yok olup gitmektedir.

    abi adlı genç kızın da kendi bölümünde pedal çevirmeye başlamasıyla birlikte bing’in hayatı değişecektir. aşık olduğu kadın uğruna o güne dek topladığı tüm puanları gözden çıkaran bing, ısrarları sonucu abi’yi bir yetenek yarışmasına katılmaya ikna eder. bu yarışma, günümüzde türkiye televizyonlarda yayımlanan (rising star, yetenek sizsiniz, o ses) yarışmaların bir nevi benzeridir aslında. bu da, anlatılan olayın bir benzerinin, içinde yaşadığımız dünyada tezahür ettiğinin bir kanıtıdır.

    abi, yetenek yarışmasına katılır ve şarkısını söyler. şarkıyı söylemeden önce kendisine verilen içecek ile düşünme mekanizması yok edilen abi, sistemin işlemesinde önemli rol oynayan jüri üyeleri tarafından kandırılarak kötü yola saptırılır. bing’in yaşadığı ızdırap tarif edilemez boyutlara ulaşır ve bölümün finalinde ise bing, zekice sergilediği bir plan ile jüri üyelerinin karşısına çıkmayı başarır. önceden bir konuşma metni hazırlamamasına rağmen, jüri karşısında doğaçlama monoloğu muazzamdır. belki de bu iğrenç çarkın dönmeye başladığı günden itibaren tek baş kaldıran, sistemin kölesi olmayı reddeden tek insandır bing ve yaptığı büyük bir cesaret örneği olarak addedilir.

    sisteme karşı başkaldırmasına ve diğer insanlara umut olmasına rağmen, kısa bir an sonra bing kendisini tekrar sitemin içinde bulacaktır. karşı koyamayacağı bir teklifle yüz yüze kalan bing, sistem tarafından emilecek ve öğütülecektir. ne yazık ki bu dünyadan çıkış yoktur. çark dönmekte ve robotlaşan diğer insanlar için hayat devam etmektedir. tabii o yaşadıklarına hayat denebilirse.

    bölüm içinde gördüğümüz her olgunun günümüz dünyasında bizlerle birlikte olan birçok şeyin metaforu olduğunu fark etmekse yine zor olmuyor. bing, günümüz işçi sınıfını temsil ederken, jüri üyeleri ise gücü elinde bulunduran ve çarkın dönmesi için gerekli olan sistem adamlarını. bisiklette pedal çevirmek yaşamımızı idame ettirebilmek için bir işte çalışmamızla aynı anlama gelirken, toplanılan puanlar ise, yaşamsal ihtiyaçlarımızı giderebilmek için gerekli olan paraları…

    bir “kitle iletişim aracı” olarak kabul edilen televizyonda yayımlanan showların insan yaşamına olan etkisini sorgulatan bir bölüm. bölümün son sahnesinde bing’in içinde bulunduğu dev “yapı”nın içinden ormanı seyrediyor oluşu bir kez daha canımızı yakıyor.

    “bir aptal kutusuna hapsolmak mı yoksa doğayla barışık bir şekilde özgürce yaşamak mı?” diye düşünüyoruz bölüm bittiğinde.
hesabın var mı? giriş yap