• bilimde iki tip teori vardır. birincisi mikroskopik teoriler ikincisi fenomenolojik teoriler (ikincisini ağzında bisküvi varken söyleyebilene aşkolsun).

    birincisi sistemin yapı taşlarından başlayarak yukarı tırmanır. misal eğer psikolojiciler akıllı olsaydı ve diyebilseydi ki "arkadaşım beyinde neron hücreleri var, buradan madde giriyor, şuradan elektrik çıkıyor dolayısıyla sen böyle akıl fikir yürütüyorsun, sen şöyle düşünüyorsun" işte bu mikroskopik bir teori olurdu. dadından yinmezdi.

    halbuki sistem bunu yapabilmek için müsait değil. anasının amı gibi. o noktada öyle bir yapıtaşı uydurup öyle varsayımlar sallıyoruz ki deneysel verileri hiç olmazsa öyle açıklayalım. "efendim süperego alttan tazzik yapar, bilmemne kompleksi üstten iter dolayısıyla bizler böyle davranırız" diyen bir kişi fenomenolojik teorilerin adamı olmuş demektir. bu tip teorilerle alttan yukarı tırmanmaz, yukarıdan başlayıp alttaki yapı taşlarına varırız. misal yarın birgün adamımız der ki "süperego tazziki yalanmış meğer. on tane tontoroton yan yana geldiğinde süperego-imişçesine davranıyormuş bazen".

    fenomenolojiyi hakir görüyorum gibi zannedilmesin. haşa. diğerinden çok severim. alabildiğine sallamak zevkli. çözmeye uğraştığın şey daha karmaşık. aksiyon daha fazla. bir de akıllı olmak lazım: mikroskopik teoriler biraz bilek gücüyle işliyor. oturup tane tane atom sayıyorsun.

    betonarme bina da daha sağlam mesela, ama güzel değil.
    barış ve kardeşlik rüzgarları essin bir de.
  • fenomenoloji, şeylerin bizim dışımızda varolduğunu değil, bilinçte kurulduğunu öne sürer. fenomenoloji, şeylerin zaman-mekan içinde varoluşlarıyla ilgilenmez, bilince gerçek görünen gerçektir. husserl’e göre, nesneler, zihni ilişkiler ve edimler yoluyla nesneler olarak inşa edilmektedirler. diğer bir deyişle, nesnelerin dış dünyada bizden bağımsız olarak varolduğu reddedilir. deneyim dışında kalan veya bilince içkin olmayan her şey dışlanır, görmezlikten gelinir veya paranteze alınır, dış dünya yalnızca bilincin içeriklerine indirgenir. nesneler, kendinde şeyler değildir, bilinç tarafından koyutlanan ya da ‘yönelinen/niyet edilen’ (intended) şeylerdir. bilinç, dünyanın pasif biçimde kaydedilmesinden ibaret değildir, aktif biçimde onu kurar ya da ona ‘yönelir’. insan bilinci bizzat gerçekliği kurandır. fenomenoloji, insan öznesini merkezileştirir. özne, anlamın kökeni ve kaynağıdır. her şeyi insan bilinci alanına sevk etmek suretiyle aşkın bir özne tasarlayan, zihin ile dışsal gerçekliği zihinde bir araya getiren fenomenoloji eagleton’a göre ‘metodolojik bir idealizm’dir.
  • husserl fenomenolojisinin felsefe görüşü şöyle özetlenebilir: pozitivizmin en büyük hatası, yalnız duyusal ve bireysel verileri ele almış olmasıdır. oysa fenomenoloji genel objeleri düşünme ile kavramak ister. yani, fenomenolojinin ele aldığı konu, algısal ve deneysel nesneler dünyası değildir, tersine nesnelerin özüdür. bir örnekle; "önümde duran masayı ben duyularımla kavrıyorum. bu deneysel bir kavramadır. ama masayı bütün duyu verilerinden soyutlarsam, geriye yalnız masa ideasi kalır ki , bu masayı masa yapan düşünsel özdür. başka bir deyişle, masayı bana bildiren duyusal niteliklerinden, renginden, sertliğinden, mekanda yer kaplamasından soyutlarsam, geriye kalan fenomen denilen özdür. fenomenoloji bu özleri araştırır.
    fenomenolojinin peşinde olduğu kesinlik sokrates’ten beri ardına düşülmüş bir kesinliktir. öyle ki, husserl’e göre felsefedeki sokates-platon devriminde olduğu gibi, yeni çağın başlarındaki skolastiğe karşı bilimsel tepkilere, özellikle descartesçı devrime böylesi tam bilinçli bir kesin bilim olmayı isteme egemendi.
    pozitivizme ve ampirisizme karşı çıkan fenomenoloji, bilgi, varlık, değer felsefeleri gibi alanların hepsiyle uğraştığı için tümel bir nitelik taşır. bazılarına göre ise bir felsefe akımı olmaktan çok, bir felsefe yöntemidir. bu akım da diğer felsefe akımları gibi öz-nesne ilişkisinden yola çıkar. neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınan doğa yasaları, husserl’e göre, belli bir takım koşullar altında elde edilen sonuçlar ışığında bir kesinlik değeri taşırlar.. koşullar değiştiğinde ise, farklı sonuçlar elde edilecek ve doğa yasalarının genel geçerlilik iddiaları söz konusu olamayacaktır. bu nedenle de nesneler dünyası ancak rastlantı kategorisiyle kavranabilir husserl için. ampirik olarak algılanan nesneyi yadsımayarak, tam tersine onu kayıtsız şartsız kabul eder ve dünya her türlü kuşku ve yadsımaların üzerinde varolarak, dünyanın bu biçimde kabulüne fenomenoloji ‘doğal tavır’ gösterir. dünyanın varoluşunu bu şekilde kabul eden doğal tavır içeriğinde adeta naif ve dogmatik bir realisttir. bu da pozitivizm ve ampirisizm ile buluşan bir düşünce izlenimi yaratır.
    husserl’de fenomenolojik bakışın üç basamağı vardır. birinci basamak, reel içkin ya da aynı şey demek olan tam kendine verilmişliğin kuşku dışı bırakıldığı, her türlü aşkın koyumun dışarıda bırakılıp fenomenolojik indirgeme yapıldığı aşamadır. (‘verilmişlik’, var dediklerimizin olsa olsa özneye, bilinç edimlerine verilenler olduğu, bunun ötesinde bir varolandan söz edilemeyeceğini anlatmak üzere kullanılmış bir kavramdır.) ikinci basamak, descartesçı cogitiatonun fenomenolojik indirgemeye tabi tutulduğu basamaktır. descartes, kesin bilgi arayışında, kendisinden yola çıkılacak şeyin ‘düşünen ben’ olduğunu söylemişti. husserl’e göre ise zihinsel etkinlikte bulunan ben, nesne, zaman içindeki insan, şeyler arasındaki şey vb. saltık verilmişlikler değildir. zihinsel etkinlikte bulunan ben de fenomenolojik indirgemenin alanına girecek, ayraç içine alınacaktır. üçüncü basamak, saf apaçıklığı veya kendi kendine verilmişlik çerçevesi içinde bütün verilmişlik biçimlerini ve tüm bağlaşımların araştırıldığı, sonra da hepsi üzerine aydınlatıcı bir çözümlemeye gidildiği aşamadır.
  • husserl'a göre anlam, dili önceler. yani dil, zaten sahip olunan anlamları isimlendirme aktivitesinden başka bir şey değildir. ama bu anlamlara nasıl olup da dil olmadan sahip olunduğu konusunun, fenomenoloji'nin cevap veremediği bir problem olduğunu söyler terry eagleton*. dilin, anlamdan sonra varolduğunu değil, anlamın da aslında dil ile birlikte üretildiğini söyleyen wittgenstein'a da doğal olarak ters duran bir yaklaşımdır fenomenoloji (gariptir ki dilin büyük önemini bir defa kabul edersek bu sefer de toplumun önemini de kabul edilmek zorunda kalırız çünkü dil de toplumun bir parçasıdır, toplumla üretilir; olduk mu toplumun ürettiği anlamların altında ezilen, kağıt gibi süzülen varlıklar? of of.) ampirizme de karşı çıkar (lyotard'ın eserinde* kullandığı ifadeyle "ampirizm, ampirizmle anlaşılmaz".) idealist bir yaklaşımdır, rosa luxemburg ve karl liebknecht'in öldürüldüğü, her yerin kımıl kımıl olduğu güvensiz bir buhranlı dönemin ekolüdür, pek fazla orjinallik beklememek gerek. (bkz: kartezyanizm)

    2010 editi: aman tanrım! neler çıkmış elimden bir zamanlar!
  • husserl'e ait olan fenomenoloji olgular dünyasını algılamada "nomen"ler ve "fenomen"lerden yararlanır.. bir nevi kainata "mana-i harfi" ve "mana-i ismi" cihetiyle bakar..
  • telaffuz ederken semsi pasa pasajinda sesi buzusesiceler etkisi yaratan, beyinde hasara yol acan sozcuk.
  • herseyin kendine dönme girisimi oldugunu söyleyen,güncel yasamdaki nesne ve olgulara radikal yaklasimlari kapsayan felsefi akim
  • en basit halinden bir örnekle açıklamaya çalışacağım fakat yetersiz kalacak.

    odanızın kapısında durup içeri baktığınızı düşünün. köşede yatak, yanında komodin, karşısında giysi dolabı, onun yanında tuvalet masası, sağınızda kalan duvarda meşhur edvard munch tablosu. bunları gördüğünüz "an"da 28 yaşınızın bitmesine 1 hafta var, kahvaltınızı henüz bitirdiniz, aklınızda birazdan buluşacağınız arkadaşınız var, hafif bir baş ağrısı duyuyorsunuz, sol elinizin üstü aniden kaşındı ve kaşıdınız, pencereden overlok makinasının ayağınıza geldiğini duyuyorsunuz. tamam, şimdi çıkın gidin ve bir hafta sonra tekrar gelip dikilin kapının önünde. lokasyon aynı, eşyaların yerleri bir milim bile değişmemiş, duruş açınız bile aynı. görsel verilerde bir değişme yok. ama artık 29 yaşındasınız, birazdan hava kararacak üzerinizde günün yorgunluğu var, iş toplantısında yaptığınız gaflar aklınızı meşgul ediyor, azıcık çişiniz var ve sevgiliniz sizden mesaj bekliyor.

    algı, dışarıdan aldığımız tüm duyusal verilerin o an içinde bulunduğumuz ruh haline, vücudumuzun kimyasına ve düşünce biçimimize bulanıp harmanlanıp son halini aldığı tamamen subjektif bir deneyimdir. söz konusu algı ise o kadar çok sayıda değişken söz konusudur ki, insanları birbirinden ayıran, biricikleştiren, farklılaştıran ve rengarenkleştiren de budur. dışarıdaki değişkenler sabit kaldığında dahi (oda ve eşyalar) kişinin dünyasında değişen her detay algıyı ters düz edebilir. somutlaştırmak gerekirse, bir hafta öncesinde incelenen oda ile bir hafta sonrasında incelenen oda arasındaki fark; odayı daha dar, kasvetli, eşyaları daha gereksiz, daha boğucu olarak algılamamıza yol açabilir. duvar açıları, eşyaların koordinatları gibi son derece nesnel veriler bile gözden göze yorum bazında değişebilir. iki kişinin gördüğü kesinlikle aynı oda değildir mesela. bu da dış dünyanın hangi derecede "gerçek" olduğuyla ilgili bir probleme kadar gider. kişisel estetik kriterleri bile bu fenomenden evrilmiştir aslında.

    dünya, dünyada yaşadığını sanıp beyinlerinde yaşayan insanlarla dolu. ve bu, insanları keşfetmek için oldukça iştah açıcı bir sebep.

    tanım: felsefi akım.
  • turkcesi gorungubilim'dir
  • dilimizin ucuna kadar gelip söyleyemediğimiz şeyleri irdeleyen bilim*. *
hesabın var mı? giriş yap