• bir fellini filmi.alabildiğine mizahi öğeler taşımasına rağmen efendisiz ve ben hariç izlendiği sinemada kimseyi güldürememiş, sağdan soldan tepki almamıza neden olmuştur.
    örn:gülecekseniz maça gidin

    öyle ya sinemada susulur , maçta gülünür, kütüphanede yaprak döner yapılır.
  • filmi izlerken gogsumuzu kabartan eser ilhan mimaroglu'nun akdeniz isimli bestesidir. eser film icin yazilmamis, ancak ilhan mimaroglu filmde kullanilacak versiyonu yeniden duzenlemistir. okunan siir orhan veli'nin icinde siiri, okuyan ise ilhan mimaroglu'nun hayat arkadasi gungor batum'dur. esere gercekustu havayi ufleye ufleye kasikla yediren gungor hanim'in benzersiz tinisi new york siir gecelerinde hala duyulabilir. ansiklopedik entryimizin kuyruguna, gungor hanim'in rustem batum'un da annesi oldugunu ekleyelim. siiri romali perihan'in okudugunu bir fellini fikrasi gibi anlatanlara da cok yasayin diyelim hani, honey.
  • fellini tarifiyle "science fiction of the past" (geçmişin bilim kurgusu)
    garip bir aşk üçgeninin ön planda olduğu görkemli bir fresk

    filmin sanatçının ilk gerçek skandalı olarak adlandırılan tatlı hayat*'la paralellikleri, yönetmenin 60'ların roma'sında roma imparatorluğu'nun çöküş yıllarından pek de farklı şeyler görmediğinin ipuçlarını taşıyor:

    satyricon da tatlı hayat gibi (bkz: #3820536) yönetici sınıfın çöküşüne ve bu çöküşün içerdiği korkunç şiddetin yoğun bir bileşimine mercek tutuyor . fellini aynı saldırgan tavrıyla aslında 60'ların sosyal tansiyonunu da ölçmekte ve sonucu bir felaket olarak sunmaktadır
    yönetmen, filmlerinde bulunması hiç de tesadüfi olmayan aksine üslubu ile tamamen kendine özgü
    - suni bir renk kullanımı
    - çok ağır makyaj
    - olabildiğince basit ve tiyatro dekorunu ansıtan simgesel denilebilecek bir set tasarımı
    - aynı derecede tiyatro diline yakın bir oyun tekniği
    - son derece irrite* edici bir arka plan ses ve müziği
    - deliriler, nöbetler, sancılar çeken bükülüp kıvranan rahatsız edici bir sinema dili kullanmış. ancak çirkini tasfir etmanin estetik bir yolu varsa bu da o olmalı zaten.

    fellini, latin imparatorluğunun atmosferini böyle yorumluyor ve bütün sürreallik iddialarına rağmen çıplaklık ve gerçeklikten başka bir tad bırakmıyor

    http://arsiv.hurriyetim.com.tr/…stival/federico.htm
  • petronii satyricon 'dan [petronius'un satyricon'u, araya latincesini sıkıştırma kabiliyetim görgüsüzlüğümdendir.] yer yer uzaklaşan usta yönetmen fellini'nin kişisel sanat/satir yorumu.

    sözlük için film ve petronius'un orjinal eseri arasındaki farklılıklar /benzerlikler ayrıntılı inceleme yapacağım [bu dev hizmet için ne para ödeyeceksiniz, ne kupon biriktireceksiniz.. başka yerde yok bu inceleme. ona göre;]

    petronius arbiter 'in eseri, romalı hatiplerin -yazarın kendi deyimiyle- {num alio genere furiarum declamatores inquietantur, qui clamant: "haec vulnera pro libertate publica excepi, hunc oculum pro vobis impendi; date mihi [ducem] qui me ducat ad liberos meos, nam succisi poplites membra non sustinent"?} [hatta bir hatibin yakarışıyla başlıyor;]

    "hatiplerimiz, ellerini, kollarını sallayarak, boyuna söyleyip duruyorlar; 'ben bu yaraları cumhuriyetin hürriyetini korumak için aldım, şu gözümü sizin için kaybettim. bana , beni oğullarıma götürecek bir kılavuz verin, zira bacaklarım kırık, ayakta duramıyorum'"

    ve devamında bir hatibin ve çocuğun eğitimi üzerine yapılan yanlışlıklar ve aslında olması gerekenler anlatılıyor;

    "..eskiden böyle değildi, gençler iyi yetişirdi, saçmalıklara sapmazlardı; zira o günlerde sophokles'ler, euripides'ler güzel kelimeler bulurlar, güzel sözler söylerlerdi, ukala öğretmenler geleceği parlak gençleri mahvetmezlerdi; pindaros'lar, dokuz şairler homeros'un şiirlerinin ne demek istediğini anlarlardı..
    ..
    yalnız şairlerden örnek vermiyeyim; daha başka örnekler de var; ne platon, ne de demostenes o gibi hokkabazlıklara kalkışmamışlardır. asil, temiz hitabet yapmacık değildir, abartı değildir, doğal bir güzellikle parlar..
    ..
    rüzgarla şişmiş, içi boş, koca koca lakırdılar etme usulü atina'ya doğu'dan geldi, bütün yunanistan'ı kapladı. istidatlı gençlerin kabiliyetlerini kuruttu, tıpkı göklerden inen bir felaket gibi; en sağlam temelleri sarstı. hitabet sanatı kurudu, sustu. kısacası, bugün thukydides gibi, hypereidos gibi ün kazanmış bir hatip var mı?.."

    günün hitabet sanatındaki düşülen yanılgılar, hatalar ve önlemez sonuçtan rahatsızlığını dile getiriyor petronius, hem de eserin başında.

    film ise eserin kahramanı encolpius'un, sahtekar ve güvenilmez arkadaşı ascyltos ve sevgilisi/erkek kardeşi [roma'da erkek sevgililere "erkek kardeş", kadın sevgililere "kız kardeş" denirdi.] giton'u aramasıyla başlar. yani fellini, eserin başındaki, yukarıda sözettiğim mesaj ve tespit içerikli bölümü atlamıştır. petronius'un eserinde agamemnon ismindeki edebiyat ve hitabet öğretmeninin dersini birlikte dinler iki genç [encolpius ve ascyltos] ve encolpius bir yanında bu güvenilmez arkadaşını göremez ve o'nun oğlan sevgilisi giton'un yanına gittiğinden şüphelenir ve aramaya koyulur. işte film burada başlar. eserle filmin buluştuğu bu nokta i. kitabın sonlarına doğru olan kısımdır. tabi bu ortak nokta filmin itaatsizliğiyle bozulur; filmde encolpius, arkadaşını bulur. [ascyltos burada bir yerde; "eğer lucretia'lık taslıyorsan, tarquinius 'unu buldun." der. bu mühim bir ifadedir.] onunla sürtüşür, ona giton'u sorar, o'na ne yaptığını sorar. ascyltos da giton'u tiyatro sanatçısı vernacchio 'ya sattığını söyler. işte bu kısım petronius'un eserinde yoktur. film için uydurulmuştur.

    filmin devamında encolpius ascyltos'dan öğrendiği bilgiye dayanarak giton'u tiyatroda aramaya gider,tiyatroda onu bulur ve tiyatrocu vernacchio'dan ister, başta isteği geri püskürtülmesine rağmen, devletin adamlarının yardımıyla giton'una kavuşur ve onunla eve doğru giderken geneleve varır, orjinal eserde ise henüz ascyltos'u bulamayan encolpius o'nu ararken genelevi bulur [işte tam bu noktada film ve orjinal eser bir kez daha kesişir. hatta genelev önündeki yaşlı kadın ortak ayrıntı/karakterdir.] ve genelevin içinde yolunu kaybetmiş ascyltos'la da karşılaşır.

    genelevde bir evlenme sahnesi söz konusudur filmde. orjinal eserde ise; ascyltos'un buraya nasıl geldiği vurgulanır:

    "..yolumu kaybettim, şehirde sokak sokak dolaştım durdum. bizim hanı bir türlü bulamadım. bu sırada karşıma bir adam çıktı. haline, tavrına, kılık kıyafetine bakılacak olursa iyi bir aile babasına benziyordu. pek ağırbaşlı, pek kibar bir hali vardı..
    o önde, ben arkada, birtakım dar, loş sokaklardan geçtik, buraya kadar -geneleve- geldik. buraya gelince bana para gösterip, bana kötü bir teklifte bulundu.."

    hatta iki eser arasındaki farklılığı iyi gösteren bir mevzu; bakın encolpius ne diyor;

    ".. bir sokağın öbür ucunda, rüyada görür gibi, hayal meyal, giton'u gördüm. hemen o yana koştum."

    yani fellini bu kısmı tamamiyle değiştirmiş.

    birlikte yatarken iki sevgili, birden karşılarında ascyltos'u bulurlar, aynı evde kalan üçlü arasındaki paylaşılamayan giton sorun yaratır ve kıskanç encolpius acsyltos'un evden ayrılmasını ister, o da bu teklifi kabul edince artık ortak eşyaları paylaşmaya girişirler, tam bu noktada giton'u paylaşmak sorun yaratır ve iki taraf da o'nu ister. giton'a sorulur kimi istediği.. o da, -cevabı büyük bir sürprizdir zira sürekli beraber olduğu encolpius'tur.- ascyltos'u seçer.

    film ve eser bu noktada ortaktır.

    trimalchio'nun evindeki cümbüş ortamı doğal olarak fellini'nin elindeki en iyi malzemedir. sonuçta "renklerin sinemacısı fellini" nin elinden çıkmış görkemli sahneler akılda kalıcıdır. petronius'un eserinin de en can alıcı kısmını oluşturan bu yemek seansı öyle uzun sürer ki, eser okunurken baygınlık geçirebiliriz.

    roma'nın düştüğü bu yoz, ahlaksız ve özü aşk gibi görünüp de aslında sapkınlık olarak değerlendirilebilecek durumun kara komedisi/tespiti olan bu seansı esnasında, romalı zenginlerin nasıl da, nero döneminde eğlence ile sapkınlığı birbirine karıştırdığının göstergesi birçok vaka yaşanır.

    "denizlerimiz var, güneş içinde;
    ağaçlarımız var, yaprak içinde;
    sabah akşam gider gider geliriz,
    denizlerimizle ağaçlarımız arasında,
    yokluk içinde."

    orhan veli'nin "içinde" isimli bu şiiri de şiir ile eğlence anlayışının kesiştiği noktada fellini sürprizi olarak izleyice sunulur. filmi ilk izlediğimde inanılamz bir tat almıştım bu şiirden, zira okuyan hatun, yavaş ve ritme uygun dizeleri sıralarken;

    şatafatlı yemeği görkemli evinde veren trimalchio'nun yaşlı arkadaşlarından biri, encolpius'un yemek esnasındaki eğlencelere kahkahalarla gülmesine hem eserde hem de filmde karışır, kızar ve ona kısa bir nutuk çeker;

    "..ne var bunda gülecek , uyuz sıpa? yoksa evsahibimizin zenginlikleri senin hoşuna gitmiyor mu? yoksa sen ondan daha zenginsin de misafirlerini daha iyi mi ağırlıyorsun..? yanımda olsaydın şimdi senin ağzını parçalardım, sen kim oluyorsun da başkalarıyla alay ediyorsun ulan! belki de ciğeri beş para etmez serserinin birisin!"

    daha neler neler.. sonunda trimalchio dayanamaz;"hadi bakayım, bırakın kavgayı!.. bırak şu çocuğu, dostum. onun kanı kaynıyor. sen ondan daha yüksek olduğunu göster. bu işlerde kim susarsa, o kazanmış olur.." der. ama yaşlı arkadaşın ettiği suçlamalar öyle derindir ki, o dönem roma gençlerinin ve onları eğitmeye çalışanların vahim durumlarını gösterir bizlere. aslından sudan sebeple kızan ihtiyar, petronius'un da belki de bu eseri yazmasındaki ana çıkış noktasıydı. [film ve eser bu noktada da birleşir; hatta trimalchio'nun arkadaşına söylediği; "..sen de acemi horozken kafa tutardın.." sözü filmde şöyle geçer; "..when you were a young cock, you crowed, too.."
    ]

    tam bu tartışmadan sonra; orhan veli 'nin yukarıda yazdığım şiiri okunur. [işin garibi; trimalchio şiiri şöyle anons eder: "i like to hear greek while i'm eating." yani "yemek yerken, grekçe dinlemekten hoşlanırım." grekçe=türkçe, ironisi neresinde saklı olduğunu hala çözemediğim bir eşitliktir benim için. zira grekçe diye anons edilen bir garip orhan veli'nin şiiri.. ]

    trimalchio'nun bazen filozof, bazen komedyen, bazen hikayeci, bazen şair, bazen köleci, bazen konuklrını düşünen iyi bir ev sahibi, bazen bağışlayıcı -kölelerini- rolü üstlendiği bu yemekte, yer yer edebiyat dersi vermekten de geri kalmaz;

    "..söyle bakalım üstat, cicero ile publilius syrus arasında ne fark vardır? bana sorarsanız, biri daha güzel konuşmasını bilir, öbürü daha çok ahlak dersi verir. bakın, şundan daha güzel şiiri nerede bulabilirsiniz?

    romulus'un duvarları şatafattan çatladı.
    kafeste senin için semirmekte
    babil bayrağı gibi renk renk, altın yaldızlı tavus,
    senin için kümesteki besili horoz, senin için şu hint tavuğu;
    kış göçmeni, bahar müjdecisi ince bacaklı leylek,
    senin için yuva kurdu şimdi ızgaralı tencerede.
    ..
    "

    artık herkes doymuştur ama yemek ısrarla devam etmektedir. trimalchio'nun şu şiirini, bir şair -ki eserin 4. önemli kişisi yani eumolpius trimalchio'yu yeni horatius olrak görür." över:

    "hiç beklemezken, birden,
    başına bir kaza gelir.
    kaderdir seni yöneten
    hey, çocuk, şarap getir."

    horatius'un zevkçi, rahat tavrına hafif bir gönderme belki de. ama bilinmeli ki şiir o dönemde çok geri plana düşmüş bir sanat dalından öte birşey değildi.

    "bu kadar yenip içildikten sonra yine de oburluğun sonu gelmedi. inanın bana, şimdi hatırladıkça öğürtü geliyor." diyor encolpius zar zor biten şatafatlı ziyafet için.

    eserin bu bölümünden motto sayılabilecek değerleri bir sıyıralım bakalım;

    * bir gün, camcının biri kırılmaz billur yapmış. caesar'ın karşısına çıkmış, bardağı almış, fırlatıp yere atmış. bardak kırılmamış. caesar şaşırmış. bardak billurdan değil de, sanki tunçtan.caesar:"bu biçim cam yapmasını senden başka bilen var mı?" demiş. adam "hayır" cevabını verince, caesar adamın başını vurdurmuş. niye? çünkü kırılmaz camın sırrı yayılacak olursa altının değeri sıfıra düşerdi.

    * ayılar insanları yiyorsa, insanlar neden ayıları yemesinler?

    * insan ister doğsun, ister ölsün, hep bir felakete uğrar.

    filmde trimalchio 'nun vasiyeti canlandırılmış ardından da orjinal eserden bambaşka bir gemiyle yolculuk seansı söz konusu. encolpius ve ascyltos'un özel suçları genel olarak değerlendirilip, diğer gençlerle birlikte yapılan bir gemi yolculuğuna dönüştürülmüş. bu da fellininin yorumu. [gemide yaşanan diğer sapkınlıklar da cabası]

    [belirtmek de fayda var; roma yaşantısında eşcinsel ilişki ve evlenmeler olağan kavramlardı. sapkınlık olarak değerlendirmemiz, bugünkü bakış açısıyla başka şeyler olması lazımgelir. işkenceler, kölelerle yaşanan ters ilişkiler vs.]
  • trimalchio'nun davette orhan veli şiirinden sonra yunanca dinlemeyi seviyorum sözünün kasıtlı ve yerinde söyletildiğini düşünüyorum,daha birinci yüzyıldayız ortada italyanca yok,italyanlar latince gibi bir dil kullanıyor eski yunanca değil,orhan veli zaten yok orhan veli diyemez,türkler nerede belli değil,dendiği gibi orta asyada idiyseler roma imparatorluğunun sınırları belli ne zaman etkileşime girip şiir alışverişi yapacaklar türkçe hiç diyemez,asıl türkçe sevdiğini söyleyeydi işte o zaman alnını karışlardık...o dönemde eski yunanca vardı bugün türkiye dediğimiz yerde ve şiir bir türke ait olduğu için olsa olsa o dönemin "türkiye"sinde kullanılan dile mal edilebilirdi akıllıca olmuş
  • sinemanin ne kadar sübjektif bir sey oldugunu kanitlayan filmlerden biri. fellini, elindeki fazlasiyla eksik bir romandan faydalanarak kameranin arkasina gecmistir. petronius'un satyricon eserinden geriye kalanlar o kadar bölük pörcüktür ki fellini için ideal bir dünya yaratir bu kopukluklar. çünkü o hayal etmeyi, kendi renklerini katmayi sever. zaten filmin son karesinde görünen birbirinden kopuk duvarlarda yer alan fresklerle de bu bölük pörcüklügü rasyonalize eder. adeta seyircisine "elimde bu vardi ben de bunu yaptim" der.
  • fellini, kendi sinema dilini sadece kendine ozgu olan kendi kurdugu sinema dilini oyle kullaniyor ki diplere inmedikce bu yari tiyarovari yari operayi cagristiran eseri anlamak hayli guc, ben kendimden biliyorum bitsin diye saniyeleri saydim ama diger taraftan sirf o gorsel unsurlari icmek icin ekranin karsisinda sabaha kadar oturup bekleyebilirim.
  • fellini'nin (bence) kafası en güzel ve en karışık filmi. içinde türkçe bir şiir bile var. o derece.
  • yer yer tablo seyrettiğim hissi veren görüntülerin yer aldığı etkileyici fellini filmi
  • en iyi yönetmen dalında oscar'a ve en iyi yabancı film dalında altın küre'ye aday olmuş, venedik film festivali gösteriminde 3 dolar olan biletleri karaborsada 100 dolara kadar çıkmış, italya ve fransa'da gişe başarısı göstermiş olan filmdir. flmin isminin fellini-satyricon olmasının nedeni, fellini'nin isim haklarını alamamasıdır.

    yukarıdaki bilgileri aslında daha sonra sayacağım nedenlerle izlemesi zor olan filmin zamanında ne kadar popüler olduğunu göstermek amacıyla yazdım. filme gelirsek, film oldukça gevşek bir kitap uyarlamasıdır. fellini'nin kendine özgü sinema dilini görmek ve anlamak en iyi bu filmle mümkündür. filmin tarihsel bir gerçeklik gayesi taşımadığı aşikardır ama antik romadan oldukça tanıdık bir çok öğeyi de içinde bulunduruyor. mitoloji'den ahlak'a, mimari'den şiire...

    antik roma imajının keskinleştirerek yarattığı sürreel atmosfer insanı içine çekiyor. freskovari görselllik, kişisel olarak benim estetik anlayışımı inanılmaz ölçüde etkilemiş ve hayatım boyunca italyan sinemasına büyük bir ilgi duymama neden olmuştur. film fellini'nin deyişiyle geçmişin bilimkurgusu ya da antik romada yaşayan marslıların gelenekleri hakkında bir belgesel. yönetmenlerin filmleriyle ilgili abartılı lafları genelde fazlasıyla yanlıştır ama fellini bu sefer çok haklı. absürd bir senaryo ve sürreel epic bir görsellik... hani sürekli filmlerin üstünde yazar ya "tam bir görsel şölen" diye, bu film bu klişe lafı çok hakediyor. oyuncuların bile bu kadar grotesk olması için fellini çok çaba harcamış. hatta oyuncuları nerden bulduğu sorulduğunda "roma'da küçük bir ofis açtım ve bütün komik görünümlü insanların gelmesini istedim. nero da "freak" leri çok severmiş, etrafında toplarmış." demiş. zaten sıradan görünüşülü insanlar filmin hamurunu bozardı.

    filmin diğer adı the degenerates'dir. filmi eleştirmenler romadaki ahlaki çöküşün hikayesi olarak alırlar ama bana bu görüş fellini'ye yakışmayacak kadar ahlakçı geliyor. filmin yapıldığı dönem, woodstock, doğum kontrol hapları ve aids dönemidir. film de döneminin filmidir, ama bir yozlaşma eleştirisi var mıdır yoksa ben algıda fazla mı seçiciyim bilmiyorum.

    satryricon'un sahne ve mekan değişimlerinin ani ve keskin doğası hem fellini'nin sinema diliyle hem de zaten petronius'un kitabının da parça parça kalmasıyla alakalıdır. fellini filmde kronolojik bir sıra veya senaryo tutarlılığı amaçlamıyor, tıpkı olağan bir kabus gibi, zaman ve mekandan bağımsız. sadece sizi fellinin rüyalarından oluşan sanat galerisinin içine bırakıp kaçıyor. hem içine çekiyor, filmi bırakmak istemiyorsunuz, binlerce tabloya bakıyormuş gibi hissediyorsunuz hem de filme olabildiğince yabancılaşıyorsunuz. bana, seyir zevkimde tek batan şey seslendirmenin senkronize olmayaşı idi ve fellini'nin bunu izleyicileri yabancılaştırma amacıyla bilerek yaptığını okuduğumda bir kere daha alkışladım. film en basit anlamda rahatsız ediyor, en hafifinden hastalıklı bir his bırakıyor.
hesabın var mı? giriş yap