• alain de botton'un light felsefe diye tanımlayabileceğimiz, kolayca ve keyifle okunan ve bol bol gülümseten kitabı. gülümsetiyor çünkü aşık olmuş insanlara çok tanıdık gelecek olaylar var kitapta.

    kitap, alain bey'in yaşadığı bir aşk hikayesi üzerinden ilerliyor, alıntılarla ve farklı eksenlere ait kavramlarla aşkı anlatıyor.

    kitabın en keyifle okuduğum kısımları; marksist aşk, aşk ve liberalizm, ve romantik terörizm oldu.

    marksist aşk bölümü şu paragrafla başlıyor:

    ''katıksız sevgiyle birine bakıp (bir meleğe) onunla cennette birlikte olmanın verebileceği zevki düşlerken, önemli bir tehlikeyi gözden kaçırmamız olası:
    sevgimize karşılık verdiğinde, ona duyduğumuz ilginin ne kadar çabuk söneceği.
    ne kadar çirkin, aptal ve sıkıcıysak, en az o kadar güzel, zeki ve esprili birine, kendimizden kaçmak işin âşık oluruz. ama böylesi mükemmel bir yaratık kalkıp bir gün bizi severse ne olacak? şaşkına dönebiliriz - bizim gibi birini sevebilecek kadar zevkten yoksunsa, nasıl umduğumuz kadar harika olabilir? âşık olmak için sevgilinin bizi bir şekilde aştığına inanmamız gerekiyorsa, o zaman o aşka karşılık vermeleri durumunda zorlu bir ikilem ortaya çıkmış olmuyor mu? şöyle bir soru sormak durumunda kalıyoruz; eğer o kadar harika bir insansa, nasıl oluyor da benim gibi birine âşık olabiliyor?''

    ve şu paragrafla bitiyor:

    ''çoğu ilişkide, marksist bir durum gelip dayanır kapıya mutlaka (genelde aşkın karşılıklı olduğunun anlaşıldığı anda) ve nasıl sonuçlanacağı, insanın kendi kendine duyduğu sevgi ile nefret arasındaki dengeye bağlıdır. kendi kendine duyulan nefret ağır basıyorsa, aşkına karşılık bulan taraf (şu ya da bu nedenle) ötekinin kendisine layık olmadığını söyleyecektir (layık değildir çünkü kendisinden daha iyi birisiyle ilişkiye girmiştir). ama kendi kendine duyulan sevgi ağır basarsa, her iki taraf da aşklarına karşılık bulmanın karşısındakini alçalttığını düşünmeden, karşısındakinin gerçekten sevilesi olduğunu kabullenebilir.''

    * ismi aşk üzerine diye türkçeleştirilmiş, aynı yazarın aşk dersleri ismiyle türkçeye çevrilen bir başka kitabı var, karışmasın.
  • her satırı defalarca okunası kitap. daha yirmidördüncü sayfasinda ki su cümle gercekten beni benden aldı; "telefon aygıtı, aramayan sevgilinin seytani ellerine düşmüşşe bir tür işkence aletine dönüşür.".
  • ask gibi çok kaygan bir zeminde dans eden ama zeka, iyi gözlem yeteneği ve duyarlılıkla kurgulanmış yapısıyla aşk üzerine okunabilir ender kitaplardan. aristo, marx, nietzsche, wittgenstein, tolstoy ve stendhalın rehberliğinde iz süren alain de botton kitabı.
  • aşkı ele alış biçimi, kurgusu ve verdiği mesajlar itibariyle 500 days of summer ın esinlendiğini düşündüğüm kitap.
  • aşk üzerine yazılmış en eğlenceli kitaplardan biri. 500 days of summer in bu kitaptan etkilendiği bir gerçek. hatta filmin bir yerinde alain de botton'un the architecture of happiness kitabını görebiliyoruz.

    --- spoiler ---

    modernliğin tekno-iyimserliğini terkedip, ilkel korkuların ağından geçtim. günlük gazeteleri okuyumayı bıraktım, televizyona güvenmez oldum, hava durumu tahminlerine ve ekonomik göstergelere olan inancım sarsıldı. çağsonu felaketleriyle aklımı bozmaya başladım - depremler, seller, açlık, veba gibi. tanrıların, ilkel güçlerin etkisi altına girmiştim sanki. bu fani dünyada, gökdelenlerin, köprülerin, kuramların, roket fırlatıcılarının, seçimlerin ve hazıryemek lokantalarının birer yanılsama olduğunu düşünür olmuştum. mutluluk ve huzur, gerçekleri görememek anlamına geliyordu benim için. trendeki yoldaşlara bakıp hala gerçeği görememiş oldukları için acıyordum onlara. mide bulandırıcı nostalji kisvesi altına gizlenen kıyımların çetelesini tutan tarih de ne acıklı bir şeymişm. bilimcilerin, ve politikacıların, haber spikerlerinin ve benzincilerin küstahlığı, muhasebecilerin ve bahçıvanların kendini beğenmişliği gözüme batmaya başladı. kendimi toplum dışına itilmiş büyük isimlerle bağdaştırdım, caliban ve dionysus'un, gerçekleri söylediği için dokuz köyden kovulan tüm insanların yandaşı oldum. özetlemek gerekirse, kısa bir süre için aklımı yitirdim.

    değişmiyordu işte dünya, aşık olsam da olmasam da, mutluluktan uçsam da uçmasam da, yaşasam da ölsem de benden bağımsız, dönüp duruyordu. dünyanın değişmesi bir yana, kent sokaklarını dolduran o taş yığınlarının da umrunda değildi benim aşk öyküm. ben mutluyken mutlulukla kuşatmışlardı beni belki, ama chloe beni terk etti diye yerle bir olacak halleri yoktu.

    öfkelenince birilerini suçlayamamak ne büyük talihsizlikti.çektiğim acılar bir suçlu bulmamı gerektiriyordu ama sorumluluğu chloe üzerine yükleyemezdim. insanlar birbirlerine istedikleri gibi davranmakta özgürdü sonuçta, bunu öğrenmiştim artık, başkalarını kırmamaya çalışmak doğaldı ama kimsenin kimseyi sevmek gibi bir sorumluluğu bulunmuyordu ki. primitif bir inançla suçu kendimden başkasına atabileceğimi sanmıştım, ama benim durumumda birisini suçlamak olanaksız gibiydi. şarkı söyleyemediği için bir eşeğe öfkelenmeyiz, çünkü eşeğin yapısı ona a-i'lerinden başka bir ses çıkarma olanağı tanımamıştır. aynı şekilde, bizi sevdi ya da sevmedi diye kimseyi suçlayamayız, çünkü bu onların dışındadır, böyle bir sorumlulukları olamaz - gerçi eşeğin şarkı söyleyememesini kabullenmenin, aşkta reddedilmeyi kabullenmekten daha kolay olmasının nedeni, sevgilinin bir zamanlar sevdiğini de görmüş olmamızdır. seni artık sevemiyorum sözlerini sindirmek bu nedenle çok zordur.
    sevgi karşılığını bulamayınca sevilmek isteğinin küstahlığı ortaya çıkar - yine arzularımla bir başıma kalmıştım işte, korunaksız, haksız, yasaları da aşan isteklerimde son derece de açık: sev beni! ve neden? neden olacak, o her zamanki önemsiz nedenden: çünkü ben seni seviyorum...

    --- spoiler ---
  • sonu bilinen bir filmi izlemek ne ise bu kitabi okumak da oyle bir seydir.
    iyi ki muhtelif capta filozoflarin alintilari var.
  • bir arkadaşımın önerisi ile alıp, 100 sayfa kadar okuduktan sonra, “tamam iyi kitap da, benim aşkla meşkle ne işim olur ki, işi olanlar okusun, bu kadar yeter” diye kenara attığım ama sonrasında ilgi çekici tespitleri nedeniyle hakkını vermeye karar verdiğim kitap. dikkatimi çeken yerleri sözlükte paylaşmak istedim.

    --- spoiler ---
    “insan resmen ölmeden, herhangi birini yaşamının aşkı olarak düşünemez aslında (ki o zaman da zaten olanaksızdır). oysa cloe ile tanıştıktan kısa bir süre sonra onu yaşamımın aşkı olarak değerlendirmek, hiç de tuhaf gelmiyordu bana.”
    “telefon aygıtı, aramayan sevgilinin şeytani ellerine düşmüşse bir tür işkence aletine dönüşür. öykü, arayacak olanın denetimine girer, ancak arandığında yanıt verebilen edilgen bir izleyiciye dönüşüverir insan.”
    “aşk, ortak hoşnutsuzlukları bulup çıkarmakla besleniyordu, ikimiz de x’den nefret ederiz, birbirimizi seviyoruz’a dönüşüyordu.”
    “varoluşumuzu izleyen bir başkası olmadığı sürece gerçekte varolmadığımız doğrudur belki de, söylediklerimizi anlayacak biri olmadan doğru dürüst konuşamayız, yani meselenin özüne inecek olursak, sevilmiyorsak, tam anlamıyla yaşıyor olamayız.”
    “kişiliğimizin, kolay kolay yüzleşemediğimiz, başkalarının da pek umursamadığı yönlerine dikkat çekmeyi ancak bir sevgili başarabilir kurduğu samimiyetle.”
    “bir gün önce bir mağazada gördüğüm iki güzel yüzle yaşadığım erotik öyküden uyanır uyanmaz yanımda yatan cloe’yi görünce kendime gelirdim. olanaklarımın bilincine varır, öykümün bana yüklemiş olduğu role döner ve yaşanan gerçeğin muazzam oteritesine boyun eğerdim.”
    “birbirimizi yok etmeye çalışıp da başarısız olmalıydık ki birbirimize güvenelim.”
    “asıl sınav budur. yitirebileceğim her şeyden arınmış olsa, yalnızca ömür boyu sahip olabileceğim şeyler için sever misin beni?”
    “aşkın sonu başlangıcında saklıdır aslında, yıkımın ipuçları aşk doğduğu sırada önceden kendini göstermiş gibidir.”
    --- spoiler ---
  • yazar kitabin sonunda "unutmak" kavramindan bahsetmiş. iliski bittikten bir süre sonra unutmaya baslamistir. fakat unutulan anilarin sadece bir kismidir. esasında insani kitleyen " o "hissi unutamamaktir.
  • enip iqi sayesinde okudugum dusundurucu kitap.
    marksist egilim, karsi tarafta ustunluk ya da zitlik arayisi, kendini asagilik gorme egilimi neden?zayıf ruhlarin, olgunlasamamisligin genellemesine girdigine gore bu bir yaradilis mi? etraftaki mutluluk bir aldatmaca mi yoksa farkindaliga varilamayis mi? yada bu bir entelektüel hastaligi mi? cehaletle bagdastirilan mutluluktan kacma bahanesi, aciya ve izdiraba siginis mi? belki de basarisizliklara kader kilifi uydurma ya da kolay basarilari kabul etmeyerek hirsin ve gercek basariyi haketmis olmanin ispat cabasi mi? daha kotusu simartilmis ruhun tatminsizligi mi?
    (bkz: gaza gelmek)
  • henüz bitirdiğim, aşk hakkında kültür, felsefe ve psikolojiye yaslanarak derinlemesine ve gerçekci bir bakış yakalamayı başaran roman-deneme karışımı harika bir kitap. kitaptan yapmak isteyeceğim yüzlerce alıntı var, ben bir tanesiyle yetineyim şimdilik: " yanında zayıf davran...abileceğim kadar seviyor musun beni? herkes gücü sever, ama sen beni zaaflarımla seviyor musun? asıl sınav budur. yitirebileceğim her şeyden arınmış olsam, yalnızca ömür boyu sahip olacağım şeyler için sever misin beni ? "
hesabın var mı? giriş yap