• küresel akademik minderdeki türkiye boşluğunu en iyi şekilde doldurabilmiş kişilerin başında geliyordu, abdullah gül'ün dışişleri bakanı olarak takdim ettiği madalyayı iade etmesine çok üzüldüm. öte yandan, kemalist bürokratik elitle en çok uğraşan yabancı akademisyenin çıkıp da "laik dostlarım haklıymış, yanıldım" itirafı yapabilmesi dahi içime su serpmiyor, bu ülkeyi gerçekten tanıyan herkes eleştirdi liberal çevrelerin on yıl önceki türkiye tahayyülünü. zürcher gibiler dün türkiye'nin kemalist bürokrat sınıfı yüzünden batı'ya entegre olamadığını yazarken, bugün "yarısı erdoğan'a oy veren ülke ab'ye üye olmamalı" diyorsa ben hiç konuşup da kendimi yormak istemiyorum.
  • kafasi adamakilli basan cok az sayidaki cumhuriyet tarihcisinden biri. tulp'nin baskani.

    milli mucadele'de ittihatcilik* adli calismasi gercekten oldukca basarili. basindan sonuna dek kemalist anlati ile hesaplasmasi kitabin en buyuk artisi. kitapta alternatif metinlere/anlatilara yapmis oldugu vurgu ve cumhuriyet tarihini sadece nutuk eksenli okumaya yaptigi itiraz gercekten basarili. ve bunu akademik bir üslupta yapabilmesi, ideolojik kaygilardan uzak olusu nedeniyle, oldukca anlamli.

    modernlesen turkiyenin tarihi* kitabi uzerinde cok fazla durulmasi gereken bir kitap degil. ama lewis'in modern turkiye'nin dogusu kitabina kiyasla mukemmel. en azindan bize ders veren bir uslubu yok, bize modernlik dersi vermiyor ki kitap aslinda bir ders kitabi. ama biraz bati universitelerinde okunmak uzere yazilmis gibi. zurcher'in tum tezlerinin nuvelerini burada gorebilmek mumkun.

    terakkiperver cumhuriyet firkasi* adli eseri de basarili bir monografi. ataturk'un muhalefeti gormek adina yapmis oldugu bu girisim ve akabinde yasanan olaylar kitapta basarili bir bicimde sunuluyor. bence konusundaki en iyi monografik eser.

    osmanlıdan cumhuriyet türkiyesine işçiler* donald quataert ile yapmis olduklari derleme bir eser. örgütlü ve örgütsüz isci sinifinin yuzyillik bir zaman dilimindeki serencami kitabin icerigini olusturuyor.

    zurcher'in bu mustakil eserlerinde baska turkce'de yayimlanmis oldukca fazla makalesi mevcut. bunlar ve daha fazlasi icin http://www.let.leidenuniv.nl/…imo/tulp/research.htm adresine bakmaniz yeterli olur.
  • türkiye'yle ilgilenmiş her yabancı akademisyen gibi "zamanında laiklerin sözünü dinlemedik, islamcılar aslında demokrasi getirmeyecekmiş" noktasına gelmiş.

    aslında yerli-yabancı da fark etmiyor; sorun liberal olmak veya liberal olduğunun farkında olmamak.
  • küçükömer gibi iktisat kökenli değil, tarih kökenlidir. bu kadar ağlaşmaya gerek yok kendisi hakkında. fikirleri ne küçükömer'i yüceltir ne de kendisini küçültür. düzenin yabancılaşması'nı da zürcher'in kitabından önce okumuştum ve bana kalırsa istanbul üniversitesi'nden çıkan en nevi şahsına münhasır ve zeki aydınlardandır. ama nasıl bir solcu çıkıp, zürcher'i okuyacağıniza özyurdumuzdan çıkan yerasimos'u okusanız ya hainler! diye ağlaşmıyorsa, kendisinden bahsederken üstat küçükömer'i böyle karşılaştırmacı bir konumla anmayı sığ bulurum.

    ayrıca "sizi gidi pis cahil oryantalist sikik solcular" diye ağlaşılmasındansa memlekette o sevmediğiniz odtü'de türkiye siyasi tarihi derslerinde, türkiye iktisat tarihi derslerinde zürcher'den önce küçükömer metinleri programda bulunur. ama işte oradan buradan okunan bilgiyle sözlükte laf çaktığını sanmak var ya. hey canını yediğim doğu türkistan'ı!
  • "modernleşen türkiye'nin tarihi" kitabında abdallah çatlı'dan "ülkücü terörist" diye bahsederken pkk'dan "gerilla" diye bahseden hollandalı akademisyen.
  • ermeni soykırımı üzerine harika bir yazı kalem almış. onur günay çevirisiyle:

    "ermeni soykırımının yüzüncü yılı vesilesiyle kendisini benim gibi 20. yüzyıl türkiye tarihçisi olarak gören birisinin konuşması gerekir.

    öncelikle, bunun etik ve ahlâki sebepleri var. geç dönem osmanlı imparatorluğu ve türkiye tarihçilerinin özel bir sorumlulukları var. öğrenci ve daha sonrasında genç bir üniversite hocası olduğum 1970’ler ve 80’lerdeki gibi 1915’te ne olduğunu neredeyse hiç bilmediğimiz bir durumun sürmesine izin veremeyiz – kaldı ki soykırım bizim akademik alanımızın dışında yaklaşık elli yıldır bir tarihsel araştırma konusudur. bizim ders kitaplarımız eğer bahsi açılırsa, sadece tarihe bir dipnot olarak bahsederler 1915’ten, ve asla onu bir soykırım olarak tanımlamazlar. bizim hocalarımız bunu asla tartışmazlar.

    ben bunun etkilerini kendi araştırmamda net bir şekilde hissettim. 1984’te, daha sonraları akademik kariyerimin temelini oluşturacak olan kitabı yayınladım. kitabın ismi milli mücadelede ittihatçılık (1908-1925) idi. kitabın ismindeki tarihler önemli zira kitabın en önemli tezi birinci dünya savaşı sonrası osmanlı imparatorluğu’ndaki milli mücadele hareketinin, ki sonrasında türkiye cumhuriyeti buradan ortaya çıkar, aslında birinci dünya savaşı boyunca iktidarda olan jön türk ittihat ve terakki fırkasının eseri olduğudur. zaten – daha sonra atatürk olacak olan- mustafa kemal’i de bir lider hâline getirenler onlardır. kitap genel olarak iyi karşılanmıştı, ancak bir arkadaşım bir ermeni dergisinde yayınlanan bir değerlendirme yazısını benim için tercüme etmişti. bu yazının yazarı da kitabı beğenmişti ancak önemli bir eleştiriyi de dile getiriyordu. eleştiren kişiye göre benim anlattığım hikâye adeta boş bir coğrafyada gerçekleşiyor ve sanki ermenilerin yok edilmesi hiç gerçekleşmiyordu. o zamanki tepkim şuydu: “evet, bu haklı bir eleştiri olabilir, ancak benim kitabım bunun hakkında değil.” bundan sadece yirmi yıl sonra, ermeni meselesiyle daha fazla ilgilenmeye başladığım bir dönemde, ermeni türk çalışmalarıyla ilgili öncü bir atölye çalışmasında (wats: workshop on armenian turkish scholarship), yanıldığımı fark ettim.

    kitabımın konusu olan ittihatçı dönem ve kemalist cumhuriyet arasında siyasi liderliğin sürekliliği dahi, bu liderliğin 1915-16’nın zorlu sınavında oluşturulduğunu ve cumhuriyeti ortaya çıkaran milli mücadele hareketinin –politik, ideolojik ve kişisel- birçok yönden birinci dünya savaşı’nın bir devamı olduğunu hesaba katmadan çalışılamaz.

    ancak bu sadece ahlâki bir mesele değil. türkiye tarihçilerinin ortaya koyabileceği özel bir şey var. şimdi, soykırımın taslağı ve birçok detayı orijinal belgeler ve tanıklıklara dayanan tarihsel araştırmalar ile bu kadar iyi bir şekilde ortaya konulmuşken bence türkiye tarihçileri iki alanda soykırımın daha iyi anlaşılabilmesi için türk kaynakları temelinde ciddi bir katkı sunabilirler. ilk alan, nedenler ve gerekçelerle ilgilidir. bu noktada hem daha uzun vadeli gelişmelerin (sosyal darwinizmin popülerliği, militarizm, reformlar ve toprak ihtilafları meselesi, müslüman göçmenlerin toplu göçü) hem de kısa vadeli gelişmelerin (osmanlı’nın balkan savaşını kaybetmesi, birinci dünya savaşı’nın patlak vermesi, osmanlı’nın sarıkamış’taki yenilgisi, ingilizlerin gelibolu’da karaya çıkması ve van’daki isyan) rol oynadığını anlamamız gerekir.

    nedenler ve gerekçelere odaklanmak önemlidir zira ne olduğunu daha iyi kavramamızı sağlayacaktır. ancak soykırım meselesini etkilemez. soykırımın tanımı için önemli olan niyettir, bir etnik ya da dini grubun tümünü ya da bir kısmını yok etme niyeti. bu niyetin ardındaki nedenler soykırım meselesi söz konusu olduğunda önemli değildir. bu sebeptendir ki, bu itirazlar olguya dayansa dahi ermeniler bir tehdit oluşturduğu için 1915’te olanın soykırım olamayacağını iddia eden inkârcı argüman aptalcadır.

    öteki mesele birinci dünya savaşı’ndan sonra ortaya çıkan modern türkiye’nin ermeni soykırımıyla şekillenişidir. ben ittihat ve terakki fırkası ile kemalist cumhuriyet arasındaki kişisel ve ideolojik sürekliliklere baktım, ve bunlar önemlidir. ancak şimdi dikkat gerektiren meseleler (ki bunlar gerek türkiye’de gerek yurtdışında gitgide daha fazla çalışılmaktadır) ermeni mallarının transferi (gaspı) ve osmanlı ermenilerinin müslümanlaştırılmasıdır. ermeni malları, daha da kontrollü gerçekleştirilen rum mallarının devriyle beraber, cumhuriyet döneminde bir türk burjuvazisinin ortaya çıkmasının temelini oluşturdu. birinci dünya savaşı boyunca çok sayıda ermeni’nin zorla müslümanlaştırılması olgusu bugün çok sayıda türk’ün ermeni kökleri olduğu anlamına gelmektedir. bu kökleri yeniden keşfetmek son yıllarda yenilikçi türkler arasında bir hayli popüler oldu. başka bir deyişle, türkiye cumhuriyeti bu mirası sadece –önemli ölçüde- soykırımda yer alan insanlar tarafından kurulması ve yönetilmesi bakımından değil, ermenilerin kendilerinin kişisel ve materyal miraslarını taşıması bakımından da taşımaktadır.

    şunu söylemekten mutluluk duyuyorum: sadece türkiye çalışmaları alanında değil, türkiye’deki tarihçiler arasında da samimi bir şekilde hakikati bulmak ve onu açıkça tartışmak isteyenlerin sayısı hızla artmaktadır. 2005’te bilgi üniversitesi’ndeki çığır açan konferans ve 2007’de hrant dink’in öldürülmesinden sonraki gösteriler önemli dönüm noktalarıdır.

    bu yeni açıklık türkler ve ermeniler arasındaki bir uzlaşmanın ihtimal dahilinde olduğunun umut dolu bir işaretidir. bu uzlaşma inkâr üzerine inşa edilemez, bu çok açık. ancak uzlaşma taviz üzerine de inşa edilemez. taviz bir siyasetçi aracıdır ve gündelik meselelerin çözümüne yardımcı olur, ancak tarihsel bir hakikatin soruşturulmasıyla ilgili bir katkısı olamaz. insanlar azıcık katledilmezler. ya da uzlaşı, mevcut türk hükümetinin tertiplediği gibi türkiye’de birinci dünya savaşı yıllarında acı çeken herkes için toplu anma kavramı üzerine de inşa edilemez. ikinci dünya savaşı’nda ölen almanların sayısı ölen yahudilerin sayısından çok daha fazladır (her ne kadar bazı almanlar yahudi, bazı yahudiler alman olsa da). ancak alman başbakanı merkel almanları ve yahudileri kendi zamanlarının ve koşullarının eşit kurbanları olarak hatırlanmaları gerektiğini söylemeyi hayal bile edemez.

    bunu savunan türk tarihçilerin sayısı hızla artsa da, tarihsel hakikatin kabulü zaman alacaktır. türklerin genç nesilleri (ki genç nüfuslu bu ülkenin ciddi bir çoğunluğu gençtir) okulda, askeri hizmet sırasında ve medya aracılığıyla milliyetçi devlet retoriğine maruz kaldılar, ve soykırım hikâyesinin bir yalan olduğuna samimi bir şekilde ikna edildiler. cumhuriyetinin ilk neslinin aksine artık kendilerinin çok iyi bildiği bir hakikati bilinçli bir şekilde inkâr etme durumu yok. bu da türkiye kamuoyunu yeniden eğitme ve tartışmayı daha geniş kesimlere açma sorumluluğunu getiriyor. ancak kapı açıldı ve artık geri kapatmak mümkün değil. kürt entelektüelleri arasında da, 1915’te yaşananları açık bir zihinle tartışmaya yönelik yepyeni bir hazır oluş hâli görüyoruz. türkiye ve dışındaki önemli bir farkındalık da soykırımın kişisel bir suç olduğudur. başka bir deyişle, insanlar soykırımla ilgili suçlanabilir ve mahkum edilebilir, ancak milletler ya da devletler değil. bu da tartışmayı kolaylaştırabilir. bugünkü türk devleti ve toplumu soykırımı inkâr ettikleri için haklı bir şekilde suçlanabilir, ancak suçun kendisinden ötürü değil. suçun failleri uzun bir zaman önce öldü.

    soykırımı tanıma sadece ermeniler için değil, türkiye için de önemlidir. taner akçam’ın çok önceden söylediği gibi, eğer türkiye daha demokratik, rahat ve hümanist bir ülke olmak istiyorsa soykırımla yüzleşmek zorundadır. bu yüzleşme aynı zamanda bu toplumun üzerinde giderek daha çok dine bulaşan son derece sığ bir milliyetçilik örtüsünün kaldırılmasında da bir katalizör görevi görebilir. umalım ki yüzüncü yıl tarihsel hakikatle yüzleşilmesi hikâyesinde türklerin ve ermenilerin çıkarına yeni bir sayfanın açılmasına vesile olur."
    http://zanenstitu.org/…esilesiyle-erik-jan-zurcher/
  • modernleşen türkiye'nin tarihi isimli henüz aşılamamış kitabında yaptığı analizleri her okuyuşumda "böyle olmalı" dediğim bilim insanıdır.

    söz konusu kitapta türkiye'nin konumu hakkındaki yorumunu sosyal bilimler alanında çalışan herkesin feyzalması ve bazı kalıpları kırması açısından şuracığa bırakıyorum:

    "2002 yılının sonunda, hollanda'nın bir taşra kasabasında yetişmiş -ve halen orada yaşayan- 20 yaşında bir kadın, londra'da 'dünya güzeli' tacını giydi. o, hollanda adına değil, anne ve babasının doğum yeri olan ve islamcı bir siyasal parti tarafından yönetilen bir ülkenin, türkiye'nin adına yarışmıştı. türkiye'nin dünyadaki anlaşılması ve içinden çıkılması güç konumunu bundan daha iyi simgeleyecek bir olay zor bulunurdu: türkiye avrupa'nın bir parçası olmasına rağmen, bir yandan da onun dışındadır; islam dünyasının parçasıdır, ama diğer hiçbir müslüman ülkeye benzememektedir."
  • 2005 yılında abdullah gül’den aldığı yüksek şeref madalyasını türkiye’deki diktatoryal yönetimi gerekçe göstererek iade etmiştir.
  • kendisi o kadar türkiye'nin kimlik kırımıyla uğraşmıştır ki, alevilerin milli mücadeleye aslında o kadar da destek vermediklerinin fikrinin peşinde olan hülya küçük'ün tez danışmanlığını bile yapmıştır.

    sonra da ben yanıldım diyerek işin içinden çıktığını sanıyor.
  • "kendisini yirminci yüzyıl türkiye tarihçisi olarak gören birinin hakkında kelam etmesi şart" demiş, ermeni soykırımı ve türkiye üzerine yazmış. yakında türkçe'ye çeviren çıkacaktır sanıyorum, şimdilik ingilizcesi'ni paylaşalım:

    "on the occasion of the centenary of the armenian genocide someone like me, who sees himself as a historian of turkey in the twentieth century, has to speak out.
    ın the first place, there are moral and ethical reasons why this is so. historians of the late ottoman empire and turkey in the twentieth century have a special responsibility. we cannot allow a situation to continue such as ı knew it when ı was a student and a young university teacher in the nineteen seventies and eighties, when – in spite of the fact that outside our field the genocide had been an object of historical research for fifty years – we were barely aware of what had happened in 1915. our textbooks only mentioned it as a footnote to history, if at all, and never defined it as a genocide. our teachers never discussed it.

    ı felt the effects of this clearly in my own research. ın 1984 ı published the book that would form the basis for my academic career. ıt was called the unionist factor. the role of the committee of union and progress in the turkish national movement (1908-1925). the dates in the title are significant, because the most important thesis of the book was that the national resistance movement in the ottoman empire after world war ı, out of which the republic of turkey emerged, was in fact the creation of the young turk committee of union and progress that had been in power during world war ı. ıt was also this committee that launched mustafa kemal, the later atatürk, as a leader.

    the book was well received, but a friend of mine translated a review in an armenian journal for me. that, too, was appreciative of my work, but it also voiced a criticism. according to the reviewer my story seemed to play out in an empty landscape, as if the elimination of the armenians had not taken place. at the time my reaction was: “yes, that may be true, but my book was not about that.” ıt was only twenty years later, when ı started to involve myself more with the armenian question in the context of wats, the pioneering workshop on armenian turkish scholarship, that ı realised that ı had been wrong. even the continuity of the political leadership between the unionist period and the kemalist republic, the subject of my book, cannot be studied without taking into account the fact that this leadership had been formed in the crucible of 1915-16 and that the national resistance movement that brought forth the republic was in so many ways a continuation of world war ı – politically, ideologically and personally.

    ıt is not just a moral issue, however. historians of turkey also have something specific to offer. now that the outlines and many of the details of the genocide have been so well established by historical research based on original documents and eye-witness accounts, there are, ı think, two areas where historians of turkey can contribute significantly to a better understanding of it, on the basis of turkish sources. the first area is that of the causes and motives. at this point in time we have come to recognize that both longer-term developments (the popularity of social darwinism, militarism, the issue of reforms and land disputes, mass migration of muslim refugees) and short-term ones (the ottoman loss of the balkan war, the outbreak of world war ı, the ottoman defeat at sarıkamış, the british landings at gallipoli and the rebellion at van) played a role.

    looking for causes and motives is important because it helps us better to understand what happened. ıt does not affect the issue of genocide. what is important for the definition of genocide is intent, the intent to destroy an ethnic or religious group wholly or in part. the motive behind this intent is not relevant, that is why the denialist argument that what happened in 1915 cannot be genocide because the armenians formed a threat is nonsense, even if this contention were founded in fact.
    the other issue is the way in which modern turkey, as it emerged after world war ı was shaped by the armenian genocide. ı have looked at the personal and ideological continuities between the committee of union and progress and the kemalist republic, which are considerable. but the issues that now require attention (and increasingly are also getting it, in turkey as well) are the transfer (or theft) of armenian property and the conversion of ottoman armenians. the first, together with the more regulated takeover of greek properties, laid the basis for the emergence of a turkish bourgeoisie during the republic. the conversion to ıslam of large numbers of armenians during world war ı means that many turks today have some armenian roots. rediscovering these roots has become popular among progressive turks in recent years. ın other words: the republic of turkey not only carries the legacy that it was founded and ruled to a considerable extent by people who had been involved in the genocide, it also carries a material and a personal legacy of the armenians themselves.

    ı am happy to say that not only in the world of turkish studies in general, but also among turkish historians in turkey the number of those who are genuinely interested in finding the truth and discussing it openly, is increasing constantly. both the ground breaking conference at bilgi university in 2005 and the demonstrations following the murder of hrant dink in 2007 have been milestones.

    this new openness is a hopeful sign that reconciliation between turks and armenians is a possibility. that reconciliation cannot be built on denial, that is obvious, but it also cannot be built on compromise. compromise is a politician’s tool and it serves to solve current issues, but it has nothing to do with an enquiry into historical truth. people cannot be slightly murdered. nor can reconciliation be built on the notion, heavily promoted by the current turkish government, that all those who suffered in the horrible years of world war ı in turkey should be commemorated together. many more germans died in world war ıı than jews (although some of the germans were jews and some of the jews germans) but chancellor merkel would not dream of claiming that these should be remembered equally as victims of their time and circumstances.

    acceptance of the historical truth will take time, even though the circle of turkish historians actively promoting it is increasing. younger generations of turks (which means the vast majority of them as this is a young country), having been exposed to nationalist state rhetoric in school, during military service and in the media, are genuinely convinced that the story of the genocide is a lie. unlike the first generation of the republic they no longer consciously deny a truth they know only too well. that makes the task of re-educating the turkish public and opening up the debate huge. but the door has been opened and it cannot be closed. among kurdish intellectuals, too, we see a completely new readiness to discuss the events of 1915 with an open mind. a broader realisation in turkey and beyond that genocide is a personal crime, in other words: that persons can be accused and convicted of genocide, but not nations or states, might also make the discussion easier. the current turkish state and society can rightfully be accused of denying the genocide, but not of the crime itself. ıts perpetrators are long dead.

    recognition is important not just for the armenians, but also for turkey itself. as taner akçam has argued long ago, the genocide needs to be faced if turkey is to develop into a more relaxed, more democratic, more humanist society. ıt can act as a catalyst to remove the blanked of narrow and increasingly religiously tainted nationalism that lies over this society. so, let us hope that the centenary is the opening of a new page in the story of facing the historical truth, in the interest of turks as well as armenians."
hesabın var mı? giriş yap