537 entry daha
  • kar yağışsız kışların alışkını olduk istanbul'da.
    kış; kar yağışıdır, beyazdır, tatil edilen okul sonrası dışarıda kar topu savaşı yapan çocuklar, mahallenin dört bir yanında hodor gibi duran kardan adamlardır.
    şimdi ise istanbul baharıyla karışık bir kuru soğuk şeklinde geçmekte daha çok.

    istanbul'da en son hatırladığım kışın hakkını veren kar yağışına şahit olduğumda çocuktum. ondan sonra öylesini hatırlamıyorum.
    ne güzeldi.
    babam, işe gitmeden yakmıştı sobayı. sonra bana, " okullar tatilmiş, ev ısınmadan çıkma yataktan " diyor.

    yer yatağındayım... gözümü tam açamasam da televizyonun sesini işitiyorum, evet okullar tatil. annem giriyor içeri, elindeki tepside zeytin, ekmek, iki boş bardak...

    canım annem benim. allah senden binlerce kez razı olsun. bir de hastasın bu zamanlarda.seni böyle ayakta görmek öyle güzel ki...

    sobanın üzerinde çay demleniyor. kalkıyorum yataktan içimde okulların tatil edilişinin verdiği mutlulukla. pencereden dışarıya baktığımda görüyorum bembeyaz bir mevsimi.
    bizimkiler " kahvaltı " yapıyorlar. ben uyanınca annem, bana da bir bardak getiriyor. maşayı sobanın üzerine koyup üstüne ekmek bırakıyor.
    " yumurta da haşlayayım " diyerek mutfağa yönelince tavuklar geliyor aklıma benim de. hemen çorabımı, kazağımı giyip dışarı çıkıyorum. lastiğim var o zamanlar, kara lastik. üzerinde ayakkabımsı görünsün diye bağcık yerlerinin şekillerine benzer baskı da var. lastiklerimi de giyip atıyorum kendimi bahçeye. aman allah'ım!
    her adım attığımda gömülüyorum kara. sonra tavukların ayak izlerini görüyorum bahçedeki karın üzerinde. karmakarışık bir sürü ayak izi. belli ki kedi de geçmiş buradan. bir iki tavuk hariç diğerleri tekrar kümeslerine girmiş. biraz bakıyorum onlara, " çıkmayın çıkmayın bugün dışarı " diyorum.

    kümesin saçağında oluşmuş buzları kırıyorum tek tek. keşke eldiven giyseydim. ellerim kıpkırmızı oluyor soğuktan. içeri koşuyorum tekrar.

    " anneeee dondumm anneeee " diye bağırarak sobanın arkasına geçiyorum hemen. ellerimle birlikte vücudum da ısınıyor. ekmek kızarmış, yumurta hazır...

    ben sofraya oturduğumda babam kalkıyor işe gitmek için. çok uzun bir yol yürüyor her sabah ve her akşam işe gidip gelebilmek için.
    " nasıl gideceksin? " diye soruyor annem.
    ben de içimden, " kendine ne zaman doğru düzgün, seni üşütmeyen bir mont alacaksın baba? " diye soruyorum.
    çıkıyor evden, allah yardımcısı olsun.
    hemen çizgi film açıp kahvaltıma başlıyorum. annem tekrar oturuyor sofraya.
    " sıkı giyin " diye tembihlemeye şimdiden başlıyor.
    biraz sonra kapımıza vuruyor birisi. ahmet'in sesi;
    " hadisene oğluuuuum! "

    ahmet de benim gibi mutlu. saçmasapan hareketler yapıp " kara bak karaaa " diye bağırıyor.
    onunla birlikte ibrahim'i evinden almaya gidiyoruz. oradan umut'u ve diğerlerini...
    önce kardan adam yapmaya karar verip bizim sokağın başında aşırı şişman bir kardan adam yapıyoruz. sonra mahallemizin meşhur bir çayırlık alanı olan ve bizim " bayırlık " dediğimiz yere gidiyoruz hep birlikte. ellerimizde bir varili ikiye bölerek tekne gibi yapılmış muazzam kayan kış araçları...
    kaç kişi doluşabilirsek doluşuyoruz içlerine ve tepeden bırakıyoruz kendimizi. bazen aşağıya inene kadar devriliyor, bazen yarı yolda kimileri tekneden düşüyor, bazen de en aşağıya kadar döne döne gitmekten midemiz bulanıyor.
    saatlerce sürüyor bu eğlence. tekrar tepeye varana kadar canımız çıkıyor her seferinde. bazen yarı yola kadar tırmanınca ibrahim'le ben tekneye binip tekrar salıyoruz kendimizi aşağıya. " şerefsizlik yapmayın laaaaaan " diye bağırıyor diğerleri.

    öğleden sonra acıkıyoruz ve üşüyoruz hâliyle. evlerimize dağılıyoruz akşam buluşmak üzere. çoraplarım ıslanmış, elim ayağım buz tutmuş...
    üstümü eve girmeden çıkarıyorum. doğruca sobanın arkasına giriyorum yeniden. çorbagetiriyor annem. içine ekmek doğrayıp yiyorum. tekrar çizgi film izliyorum. bu saatlerde pek güzel çizgi filmler olmuyor. belki de show tv'de bir türk filmi izliyoruz...

    akşam tekrar buluşuyoruz çocuklarla. iri iri kar taneleri düşüyor üzerimize. sokak lambasının altında karın üzerinde ayak izlerimizden şekiller yapıyoruz. hepimizin ayağında kara lastik...
    sokakta kayıyoruz biraz da. bilirsiniz, birkaç defa karlı alanda ayak sürüyünce orası kaygan hâle geliyor. düşmeden kaymaya çalışıyoruz hızlıca koşup. sonra babam geliyor işten ve diğerlerinin babaları...
    tekrar evlerimize dönüyoruz.
    akşam bir yazı daha görüyorum televizyonda, " istanbul'da okullar yarın da tatil! "
    sevinçten içim içime sığmıyor.

    " eğer yarın da böyle yağarsa gitmeyeceğiz işe " diyor babam da.
    " kardan adam nasıl yapılırmış yarın size gösteririm " diye de ekliyor.

    sobanın arkasına geçiyorum yine. elimde bir jules verne kitabı. kitabı mı okuyorum hâyâl mi kuruyorum, bilmiyorum. lâkin yüzümde bir tebessüm, içimde bir sıcaklık, bembeyaz bir kış mevsimini zamanında yaşıyorum.
191 entry daha
hesabın var mı? giriş yap