9 entry daha
  • şehir hayatına ziyadesiyle alışıksanız bu park ilk önce oldukça ürkütücü geliyor insana. soğuk ve nezaketsiz… içinizi çoğu zaman ezen bir keşmekeşin, acımasız bir cangılın içinden de çıkmış olsanız fazla oksijen, az insan, minimum trafik de dünyayı dar edebiliyor insana. sık sık okuduğum jack london romanlarını anımsatırdı bana, vahşetin çağrısı başka ne olabilirdi ki! bir boşluğun içinde bile sıkışabilir insan, anlıyorsunuz. yellowstone’da geçirdiğim dört ayın ardından yuvama dönüp eve gönderdiğim kartpostallara baktığımda görüyorum: misal şu yellowstonelular isteseler de renkli istop oynayamazlar demişim; olanca renk yeşil, kahverengi ve mavidir zira. uçsuz bucaksız masmavi yemyeşil bir göl ve kahverengili yeşilli ağaçlar… şehrin tüm karmaşık, göz alıcı ve yapay renklerinden uzakta… yine de her hayatın uzlaştığı bir nokta elbet var , o da bir şeyin değerini kaybedince anlamak! havasını soluduğum yüz yirmi gün boyunca bıkıp usanmadan uçsuz bucaksız ve nezaketsiz oluşundan dem vurduğum yellowstone gölünü; volta atarken mutsuzluğa ve huysuzluğa gark olduğum kıyılarını ömrümce özleyeceğim, bir de seni dave frida! şimdi orada olmak vardı anasını satayım!
49 entry daha
hesabın var mı? giriş yap