6 entry daha
  • ...sene 2004, mevsimlerden sonbahar. bir aşkın komasından yeni çıkmışımdır muhakkak ya da yeni gireceğimdir bodoslama, yani öyle nedensiz bir sıkıntı halinde siyah-beyaz fotoğraflar çekmeye gittim eyüp mezarlığına. epey derinlerine kadar ilerledim. ezilmiş ve güz yağmurlarıyla kendine has çürük kokularını etrafa yaymış yapraklar arasında dolaştım. etraf doğal sessizliğinde ve en az üçyüz dörtyüz senelik mezar taşları kırık dökük bir halde, göçmüşler,birbirleri üzerine devrilmiş mezarlar, sırt vermişler adeta yek diğerine. kaval kemikleri görüyorum etrafta, ya bir şehremininin olmalı, ya da gariban bir asesin tekinin...

    derken takıldım bir servinin dışarıya gövermiş bir kök damarına ve kapaklandım bir mezarın üstüne. yokladım hemen kendimden önce düşündüğüm makinemi, sağlamdı. ağır ağır doğruldum ve kafamı kaldırdığım anda gördüm mezar taşının üzerindeki silik harfleri: ahmet haşim

    senelerdir ziyaret edilmediği o kadar belliydi ki. ot bürümüştü mezarın her yerini ve eteklerinde gümüş rengi bir yığın yaprakla semayı göremez bir tenhalıkta yatıyordu işte koca haşim. hey koca usta be dedim, hayatında da, yüzündeki şark çıbanının, hala nedenini çok merak ettiğim mahçupluğuyla kaçardın kalabalıklardan, şimdi de saklanmışsın ormanının derinliklerine.

    - melali anlamayan nesle aşina değiliz, dedi sanki bir fısıltı. korktum ve denli utandım da...

    neden yaptım bilmiyorum ama, elimdeki modern zamanlar petinden birazcık su döktüm mezarının üstüne. başım eğik uzaklaştım...
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap