10 entry daha
  • bıçak sırtı bir dünyası var filmin. "altın kalpli fahişeler", gece vakti dolaşan aylakların, pezevenklerin vesairlerin "renkli" dünyası sinema olsun, edebiyat olsun, hep sömürünün, basitleştirmenin, marjinalleştirerek zararsızlaştırmanın ucunda temalar. fellini, sirkdi, yaratıcılık krizindeki yönetmendi filan, hep böyle sanatsalmış gibi olmanın kıyısında konular seçen bir adam. ama garip bir şekilde sinema tarihinin her özenti olma tehlikesine sahip konusuna girişip de, hepsinden de alnının akıyla çıkabilen tek adam aynı zamanda. tam bir ip cambazı olmak gerekiyor böyle filmleri seviyeyi düşürmek tehlikesine karşı (tez: sirk filmi yapmak için ip cambazı olmak gerekir). öyle ki, fellini dışında herkesin böyle filmler yapması yasaklanmalı diye düşünüyor insan bazen. sadece fellini yapabilsin.

    cabiria geceleri daha sonraki birçok filmi gibi birkaç ayrı episoddan oluşuyor. her ayrı episod öyle bir sınıra dayanıyor ki, fellini'nin kitsch ile sanat arasındaki ince çizgi üzerinde nasıl bu kadar duyarlı olmayı becerebildiğine şaşırıyor insan. hikayenin toplumsal bir yaraya parmak basmak gibi bir derdi yok. cabiria'nın sürdürdüğü yaşamın sefaleti, toplumun duyarsızlığı filan gibi vurgulara rastlamıyoruz. daha ziyade bir masal gibi ilerliyor film. cabiria için daha iyi bir yaşamın hayali bir sınıf atlama hayalinden ziyade, masalda birden prensese dönüşüveren sokak kızı hayallerine benziyor. orson welles'in fellini için "hep yaşadığı kasabadan çıkmak isteyen, şehrin hayalini kuran genç bir adam" dediğini okumuş, şaşırmıştım. cabiria gibi filmlerde, fellini'nin gerçekçiliği hedef alan (gerçekçiliği, gerçekliğin, koşulların sunduğuna bir isyan olarak algılarsak) bir tavrı olmadığını görüyoruz. daha ziyade psikanalize çanak tutan, sosyal veya insani gerçekliklerden çok "sokakların şiiri", katolik ahlakı ve saf bir insan sevgisi, yeri geldi bu lafı kullanalım, hümanizm düşüncesiyle yoğrulmuş bir anlayışla karşılaşıyoruz.

    bunun dışında fellini karakterlerinin insaniliğine, tüm görsel virtüözlüğüne paralel, karakterlerin davranışlarındaki, yarattığı atmosferdeki ayrıntılara hayran olmamak mümkün değil. cabiria'nın geceyi beraber geçirmek için geldiği bir film starının evinde, çevresini saran zenginlik ve refahtan huzursuzlanıp yatağa uzanıp müzik dinleyen adamın karşısındaki kanepenin kenarına beceriksizce yaslanışı, elinde çuvallarla yoksullara yardım götüren adamın arabasından indikten sonra giydiği kıyafeti yellendiren hafif (serinliğini hissedip ürperdiğimiz) rüzgar, cabiria dini törende ağlarken arkadaşının nasıl davranacağını bilemeyip nereye bakacağını şaşırması, cabiria'nın zengin film starının evinden sabaha karşı çıkıp eve giderken topuklu ayakkabılarını çıkarıp yalınayak yürümesi...

    yine mesela bıçak sırtı bir sahne, filmin izleyicide yarattığı etkiyi çok güzel özetliyor aslında. izlemeyenler okumasın, sihirbaz gösterisindeki sahneden bahsediyorum: gösterideki seyircilerin gülerek, ekran başındaki seyircilerin ise her an duygu sömürüsüne kayması gerginliğiyle izlediği cabiria'nın hipnotize edilişine kadar bıçak sırtında ilerlerken birden atmosferi değiştiriveriyor fellini. cabiria'nın insanin içine dokunan samimiyeti, gösterinin alaycı izleyicilerinin sesini tamamen keserken, biz ekran başındakiler fellini'nin samimiyetine tümüyle inanıyor ve sinema tarihinde çok az karakteri sevdiğimiz kadar seviyoruz cabiria'yı.
34 entry daha
hesabın var mı? giriş yap