2 entry daha
  • oxford'ta gezdiğim ilk ve ağzı açık olarak baktığım kolejdir. kolej planı dört parçaya ayrılır. öncelikle eğitimin yapılacağı yer şarttır. peki eğitim yapıldı da bunları bilgi olarak beslemek gerek değil mi? derhal yanına bir kütüphane kurulur. kütüphanenin içerisinde hala 1300'lerden kalma latince devasa kitaplar bulunur. bazı önemli kitaplarda rafa zincirlidir ki kimsecikler çalmasın diye. kütüphanenin içerisinde bir de sandık bulunur.

    sandık o kadar karmaşık açılma mekanizmasına sahiptir ki sadece 3 anahtarla açabilirsiniz. üç anahtarda kolejin dekanları (tam ismi bu olmayabilir emin değilim) tarafından açılabilir. bu sandığa en değerli kitaplar, bağış paraları vs konulurmuş. bir dekan yolculuğa çıktı mı mesela sandık iki anahtarla katiyen açılmazmış.

    şimdi gelelim 3.yapıya. insanları eğitiyorsunuz. eğitmek için kitaplara ihtiyacınız var. ama aynı zamanda hem hocaların hem de öğrencilerin konaklamaya ihtiyacı var. her ikisi için ayrı ayrı lojmanları var. geriye ne kaldi. sadece ders ders olur mu? bu insanlar ibadet de edecek, evlenecek, cenazeye katılacak. onun için halen daha yarım kalmış bir kilise var.

    kilisenin hikayesi en hoşuma giden hikaye oldu. kiliseyi uzun haç şeklinde tasarlayıp yapmaya başlamışlar. önce haçın kısa kenarı yapmışlar. sonra kollarını yapmaya başlamışlar. o sıralar kolejin sahibi lord sıkıştığı için kilisenin uzun kolunun geleceği toprakları satmış. böylece kilise haç şeklinde de değil de "büyük t" şeklinde kalmış.

    bunların hepsi başlı başına etkileyiciyken üstüne üstelik daha neler var. kolejin bir nevi müzesi haline gelmiş kilisede yok yok. 15.yy kalma bildirimi dersin, heykel mi dersin her şey var. rus çarının hediyesi, oradan buradan getirilen ekzotik eşyalar hepsi halen durmakta. kaç yüzyıl boyunca onu koruyorlar. muhafazakarlığın ne demek olduğunu dahi anlıyorsun hepsini görünce. öyle bir kültür ve deneyim akıyor ki, oraya giden bir öğrenci sadece duvarlara bakarak bile kendini motive edebilir.

    biz üniversite içinde cami olup olmayacağını tartışalım (son zamanda içinde bulunduğum bir muhabbetti), dandiri boktan üniversitelerin ne yurdu olsun ne kütüphanesi... üniversite dediğimiz kavram dört parçadan oluşuyor evet (en azından oxford ve cambridge için).

    1.öğrencilerin eğitim alabileceği güzel bir yer.
    2.hocaların ve öğrencilerin bilgiye ulaşabileceği bir yer.
    3.hocalar, öğrenciler ve misafirler için kalacak yer.
    4.sadece dine bakmaksızın insanların cem (buluşma) edebileceği, ibadet edebileceği bir yer.

    ayrıyetten kültürün ve deneyimin korunması ve yeni nesle aktarılması. merton koleji hakkında yazmaya kadıköy anadolu lisesinin saçma geleneklerini ve trabzon lisesinin kendi anıları nasıl mahvettiğini görünce karar verdim. gelenek dediğmiz şeyin bir yere oturması gerek. son beş senede uydurulan bir şeyi gelenek bellemiş bizimkiler ki kim bilir martılara simit atılmaya ne zaman başlandı istanbul'da allah bilir. geleneği görüp öğrencilerin motive olması, saygı duyması gerekir. trabzon lisesindeki olay ise tamamen okul duvarlarının anlamsızlaşmasıdır. ne zaman oxford aklıma gelse sövesim gelir mezun olduğum lise hakkında. kazım paşanın okulun önündeki fotoğraflarından, lisenin dünya şampiyonu olduğu yılda okulun önündeki şampiyonluğu kutlayan öğrencilerin fotoğraflarından, sis dağındaki etkinlikten kalan fotoğraflardan şimdi yeller esiyor ve yerine komik fotoğraflar konuluyor. dünya şampiyonu olmuş erdoğdu lisesinin ismi 15 temmuz vs vs'reye çevriliyor.

    işin ilginç kısmı da muhafazakar olmayan kal'ın dandiriboktan bir gelenek başlatıp, muhafazakar olan trabzon il milli eğitim müdürlüğünün güzele dair hiçbir şeyi muhafaza etmemesidir. merton kolej ve diğer bütün kolejlerdeki o arkaplanda yatan aklı gördükten sonra neden angolo saksonların dünyaya kaç yüzyıldır damga vurduğuna şaşmıyorum.
hesabın var mı? giriş yap