105 entry daha
  • iğrenç bir kalp çarpıntısıyla uyandığın sabahlar yaşanır bu.

    "benim hastalıklarım geçmeyecek artık. kötü oldum çok... çok kötü oldum." diyen anneannemi hatırlıyorum. böyle sabahlar da galiba tıpkı anneanneminki gibi benim de hastalığımın en şiddetli yeri. ve hastalığın en şiddetli yerinde insan hastalığının geçmeyeceğini düşünür. ben de bu iğrenç sabahlarda nedense "geçmeyecek, bitmeyecek, olmayacak" dediğim bir ümitsizlik haline kapılıyorum. sonra kalbimin sesi yattığım yeri huzursuzlandırıyor. bu ses uyutmuyor. soluna dönüyorsun, sağına dönüyorsun, yok ı ıh. daha dün "iyi olacak inşallah" demişsindir halbuki ama bu sabah böyle uyanıp "geçmeyecek" demek de nereden çıktı ki şimdi... neden durduk yere böyle uyanır insan?

    ıh... ıh... ıh... ıh... diye inleyen anneannem gibi uyanıyorum bazen.

    bi gün durduk yere annemi çağırıp sorduydum ona:
    anne bi gelsene... bana annanemin hastalıklarını saysana...

    "çoook. çok var. napcan sen onu? he?
    göğüs kanseri, tansiyon, kemik erimesi...
    ayağında platin... çok daha..." dediydi.

    anneanneme dönüp sorduydum sonra:
    "anneanne! en çok hangisi zor?"

    "her ağrılar zor da bu sıkıntı hastalığı çok...................... çok zor." demişti anneannem de...

    bi gün de sol yanına dönmüştü. kalbinin sesini duymuştu: hızlı, sert.
    "duymuyayım bu sesi artık be! duymuyayım!" diye isyan etmişti sonra.

    birçok hastalığı tecrübe etmiş birisinin bu hastalıktan şikayet etmesi çok ilginç. bu sesi duymamak için kendini öldürür insan elinden gelse.

    anneannemi böyle bir şarkıya benzetiyordum. inleme kısımları fon müziği, arada konuştukları da şarkının sözleri.

    - eh. olsun bakalım... olsun bakalım... allah'tan gelene razıyız...(sözler) ıhıh... ıhıh... ıhıh...(fon)
    böyle hasta bir hale geçiş işte. bir şefkat gösterenim olsa şu yaşta. cenin pozisyonunda bir dizde uyumak istesem çok mu komik olur şu an? başımı da okşasın elleri. arkasına bi sıcak çorba ve başıma koydukları ıslak bez. bi uyanmışım, terli terli, boynuma sarılı vicks’li tülbent...
    her zamankinden karanlık ve kasvetli şu an çünkü. birisi gelip "sakin ol, dur, geçecek" desin lütfen. lütfen...

    bizim yeğen gibi bakıyorum dünyaya bazen. sinek onu çok rahatsız edince şöyle söylüyor:
    "cineek map maa dur" (sinek yapma dur)
    ama o sinek yapmaya devam ediyor tabi ki yapacağını. ben de bazen galiba böyle oluyorum. yapma, dur falan diyorum ama dinlemiyor amınakodumun sineği. yine gelip sabahımın anasını tillahını sikiveriyor oracıkta. sinek değil! bu "olmayacak, geçmeyecek" hissi... bu ümitsizlik hali... keşke sinek olsa ama değil.

    kocaman bir not almışım bir yere: "bazen sıkılsam da hayattan, geçen zamandan, insanlardan, oturup bir an düşünüyorum. çocuklar var. umut hala var. bir insanı 'güzel insan'a dönüştürmek benim elimde, ve senin, ve senin, ve senin de elinde. işte ömrüm boyunca yapacağım en iyi proje öğretmen olup güzel insanlar yetiştirmek olacaktır. öğretmen ya da ev hanımı, hatta işsiz ama insan olanın; hepimizin yapacağı en iyi proje insan olduğumuz için, insanlardan, dünyayı yaşanılır hale getirecek 'güzel insanlar' yaratmaktır. insanın kendini bulmasını sağlamak, insanın değerli olduğunu anlamak, bunu ona anlatmak, onun ikinci kez kendinden doğmasını sağlamaktır. çocuklar iyi ki var. sırf bunun için yaşanır!"

    ama bak yine olmuyor işte. yine bu sabah uyandın ve olmuyor, geçmiyor... yaşanmaz diyorsun, vazgeçmişsin yine...

    çocuklar... bu sefer benim size ihtiyacım var. gelin ve kendimden doğmamı sağlayın ne olur... zira yaşamam lazım. "sırf bunun için yaşanır" sözüyle çelişmemem lazım.

    bir arkadaş söylemişti... tamamlayamadığı cümlelerden söz etmişti...

    aslında...
    ama yine de.
    bazen...
    hala,
    ..hiçbir şey eskisi gibi...
    söylemek istediğim ama devamını getiremediğim
    başlayıp tamamlayamadığım yüzlerce cümle...
    boğazıma sık sık yerleşiveren öbek öbek düğümler...
    hala akıp duran; akamayıp surat ifadelerine dönen gözyaşlarım...
    20 yılın en güzel anılarının büyük çoğunluğu,
    söylenen ninniler,
    öğretilen dualar,
    uçak'laştırılan yemek lokmaları,
    süte doğranan ekmekler,
    sırta doğru çekilen kalınca yorgan sonrası sıcak bir öpücük,
    tüm evi saran katmer kokuları,
    bahçedeki incir ağaçları bile dahil.
    topladım.
    hepsini topladım ve karşılaştırmaya kalktım içimde açılan derin boşlukla.
    karşılamıyor.
    yumruk kadar derler ya kalp için.
    gözümü kapayıp içime bakmaya kalkınca anladım olmadığını.
    içimde bir dünya büyüklüğünde boşluk var sanki.
    birkaç dünya da olabilir; bilmiyorum.
    ama bir kalbe sığar mı?
    dünyalar kadar boşluk duyarken içimde
    daha da anlam kazanıyor her şey istemesem de.
    balkona su içmeye gelen güvercinler mesela...
    keşke güvercinler hiç gitmese.

    böyle demişti.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap