46 entry daha
  • prag'dan budapeşte'ye geçmeden önce programımızda bir boş gün yaratmayı başarmıştık ve ne yapacağımızı düşünüyorduk. alternatifler çok değildi, bölgeye yakın bir yerler için plan yapmalıydık. prag'da bir gün daha geçirilebilirdi ancak geziye bir yer daha ekleme şansımız vardı: "neden olmasın?!" dedik, "buraya kadar gelmişken, polonya'ya da geçelim", "varşova?", "krakow?", derken "auschwitz" fikri belirdi kafamızda. bir siyaset bilimi ve tarih öğrencisi olan ben ve yine siyaset bilimi öğrencisi olan o zamanki sevgilim için ilginç bir saha deneyimi olabilirdi...

    emin olamadım bir türlü; sevgilim ile romantik bir viyana, prag, budapeşte tatilinin arasına böyle bir antrakt ne kadar doğru olacaktı!? lakin "bir daha ne zaman fırsat bulacağız?!" dedik, cesaretimizi topladık, babamın "yahu ne gerek var ruhunuzu karartmaya, tatile depresyon/travma katmaya?!" nidalarına rağmen tren biletlerini aldık ve auschwitz deneyimine doğru yola koyulduk...

    sabaha karşı beşte krakow polonya'daydık, oswiecim'e giden bir başka tren'e bindik ve 2 saat kadar sonra istasyon-durak karışımı yerde indik. içeriden "museum" için otobüs biletlerimizi aldık ve otobüs beklemeye başladık. aklımda çeşitli ikinci dünya savaşı belgeselleri, acıklı olaylar hakkında programlar, kosta gavras'ın "amen"i ve tabii ki "schindler'in listesi"nden sahneler...

    otobüs 15dk sonra bizi indirdi. indiğimiz yerden "museum" alanına 5 dk. kadar (dümdüz yürü 60m sonra sağa dön geniş bir bariyerli kapıdan geç ve 50m sonra solda müze binasına gel) yürüdükten sonra müze binasına girdik. çok yalın bir bina idi, 3er euro verip birer kitapçık aldık ve önümüzdeki dakikaları nasıl değerlendireceğimize dair profesyonelce bir gezi planı çıkarmaya başladık. önce film gösterimine girdik. 20 dk kadar süren bu belgesel rusların kamplara gelişi ve olanları idrak sürecinde insanları özgür bırakmaları üzerineydi. siyah beyazdı ve hala yeterince gerçek değildi. en azından ben başıma geleceklerden habersiz, olmuşların "gerçeğinden" uzak bir izleyiciymişim o salonda...

    kamp alanına (auschwitz 1) girdiğimdeki ruh halim oldukça ilginçti. siyah beyaz aktarımların aksine renk vardı, mavi bir gökyüzü, ahşap ve toprak tonları, yeşil çimenler ve gri beton hatlar ile karşı karşıyaydım. toplama kampı değil de sanki bir izci yaz kampıydı... bu düşüncemi sonlandıran, beni olmuşların gerçekliğine sokan, izlediğim siyah beyazların renkiler ile eşleşmesini başlatan, tüylerimi ürperten görüntü o kapı ve kapı üzerindeki yazı oldu: "arbeit macht frei"... hadi hayırlısı dedim ve gezmeye başladık. birçok binaya girdik çıktık, sergiler, olaylar, öldürülenler, ölenler, hücreler, idam duvarı, idam kuyusu, elektirikli dikenli teller, saçlar, saçlar, saçlar, gözlükler, kıyafetler, tuvaletler, traş setleri, ayakkabılar, bavullar, saçlardan kumaşlar ve en sonunda binlerce boş "zyclone b" tenekesi... hala filmler gibi etkili değildi, gerçekti ama beni üzmüyor, kızdırmıyor, ağlamaklı hale getirmiyordu. evet, açık açık "vay hayvanlar" dedirtiyor, afallatıyor ancak filmler gibi hüzünlü bir ruh hali bir türlü yaratamıyordu... acaba hala gerçek değil miydi?

    bilemezdim ki filmlerin yarattığı etki ne yüzeyselmiş aslında, bilemezdim ki uzun uzun sorgulayacakmışım gerçek ile yansımanın duygusallığını ve küçük görecekmişim filmlerin (basit) duygusallığını... bilemezdim ki gerçek hissiyat bambaşkaymış. bilemezdim ki...

    ilk (auschwitz 1'deki tek) crematorium'a girdiğimizde işlerin rengi değişmeye başladı. garip yoğun bir afallama dalgası bedenimi sardı ve işin ne kadar sistematik olduğu yavaş yavaş ama giderek artan bir biçimde gerçek olmaya başladı. bu hissiyat auschwitz 2 birkenau'ya vardığımızda daha da artacakmış, nerden bilecektim?!

    bedava otobüslerin bizi birkenau'ya götürmesi 7dk gibi bir zaman aldı. birkenau'ya gelişimizin ilk anında gözümün önüne michael cane'li, silvester stallone'li victory filmi geldi. aynıydı, renkliydi... birsürü, ziyonist ideolojinin kurbanı/taraftarı gencecik beyin dinci milliyetçi söylemin devamlılığı adına eğitilmeye gelmiş gruplar halinde geziyor ve bir kat daha köktencileşiyordu. ama bu ayrı mesele...

    gezinin üçüncü saatine geldiğimizde, birkenau’nun baraka kısımlarını bitirmekteydik, elimde fotoğraf makinem heralde beşyüzüncü fotoğrafı çekiyordum, burası çok daha "ölümcül" idi. onbir tane crematorium ve 4 tane gaz odaları kompleksi alanın berisinde, hayatta kalması hiçbirşey ifade etmeyen masum insanları bekliyordu... ruhumun donuklaştığını ve kendini birşekilde koruduğunu düşünmeye başlamıştım, tıpkı küçükken onbirinci kattan kendini aşağı atan yaşlı amcanın düşüşünü gördüğümde ve yerde çıkardığı o tok organik/betonarme sesi duyduğum zamanki gibi...

    beşbuçuk saatin ardından en son olarak "sauna"ya girdik. burası kadın mahkumların salgın hastalıklara karşı temizlendiği, kıyafetlerin sterilize edildiği büyük bir hijyen kompleksiydi. yerler çerçeveli 50cm ye 50cm, aynı hizada olmayan, cam kaplamalarla döşeliydi... bense hala filmlerdeki hüzünü yakalayamamıştım. ama sauna’nın çıkışına yaklaşırken vücudum alarm verdi ve gözlerimin odaklanamadığını, midemin bulandığını ve bünyemin isyan ettiğini hissettim, filmler ve o sahte hüzünleri bir hiçti artık benim için. içimden birşeyin koptuğunu anladım, bir mum sönmüştü adeta bu vahşetin karanlığına dayanamayıp, hem de bir daha hiç yanmamacasına...

    babamın sözünü dinlese miydim?! pişman mıyım?! kesinlikle hayır... ancak oralara gitme fikri olanlara bir çift sözüm var:

    oraya gidiyorsanız şunu iyi bilin, artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak, insanların söylediklerinin etkileri, filmlerin "gerçekçiliği", duygusallığı, siyah beyazın renkliye dönüşmesi, hiçbiri... gidin eğer kendinize birşeyler katmak ve duygusal olarak yeni bir evreye geçmek ve analizlerde daha tutarlı olmak istiyorsanız. gidin eğer bir daha geri dönüşü olmayacak bu duygusal deneyimin, "kararmanın" ne demek olduğunu benim bu yazımın dışında "yaşamak" istiyorsanız...

    ve fakat eğer gitmediyseniz, ne soykırım hakkında, ne hitler hakkında, ne naziler, ne ırkçılık, ne de ikinci dünya savaşının sosyal/rasyonel(!) etkileri hakkında kesin konuşmayın, başka olaylarla denklik kurup eleştirilerinizi üzerine bina etmeyin derim ben. çünkü orada "gerçekler" bi başka gerçek... kağıt ya da film üzerinde durduğu gibi durmuyor meret.
278 entry daha
hesabın var mı? giriş yap