3 entry daha
  • stephin merritt'in, ya da bizim bildiğimiz adıyla the magnetic fields'ın aşk mottosu. 1999 tarihli, 69 şarkılık, 3 cd'lik, tam 180 dakika süren bir albüm bu. bu 69 şarkı aşkın saflığından ve güzelliğinden olduğu kadar, korkunçluğundan ve verdiği tarifsiz acılardan da bahsediyor, bu yüzden "69 love songs"u iyimser veya karamsar diye nitelemek mantıksız olacak. "çeşitlilik, bu albümü yaparken kafamdaki asıl noktaydı" diyor stephin merritt; "bu 69 şarkının tamamının sakin pop balladları olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz". sadece akustik gitar ve piyanonun kullanıldığı romantik şarkıların yanı sıra, gayet hızlı ve gürültülü ve zaman zaman the jesus and mary chain'i andıran parçalar bile var burada. "69 love songs" kesinlikle değişken bir albüm; her şarkısıyla, her notasıyla, her saniyesiyle. şarkıların bazıları ölüm, intihar, umutsuzluk gibi konularla da ilgileniyor, ama asıl tema* asla değişmiyor. insanların oturup da üç saat boyunca bu albümü sıkılmadan dinleyip dinleyemeyeceği hakkındaki görüşleri ise şöyle: "bazı insanların kimi şarkılardan nefret etmesini ve bu albümü büyük bir single toplamasıymış gibi düşünmesini bekliyorum".

    tanımayanlar için kısaca bahsetmek gerekirse the magnetic fields; tindersticks, the divine comedy ve belle and sebastian'la yakından akraba bir grup. "69 love songs"a kadar stephin merritt, the magnetic fields adı altında distant plastic trees, the wayward bus, holiday, the charm of the highway strip ve get lost adlı albümlerini yayımlamıştı, ancak asıl çıkışını "69 love songs" ile yaptı. merritt, aynı zamanda the 6ths, future bible heroes ve the gothic archies adı altında da albümler yayımladı.

    stephin merritt her ne kadar the magnetic fields'ın beyni olsa ve şarkıları tek başına bestelese de, grup sadece kendisinden ibaret değil elbette. "69 love songs"da merritt'e yine kadim dostları eşlik etmiş: claudia gonson, john woo, sam davol ve daniel handler. ayrıca claudia gonson'un yanı sıra shirley simms, ld beghtol ve dudley klute bazı şarkılarda vokal yapmışlar.

    sadece aşk şarkılarından oluşan bir eser yaratma fikri merritt'in aklına ilk olarak bir barda otururken gelmiş. bunu ilk olarak 100 aşk şarkısından oluşturmayı düşünüyormuş (100'ün çok önemli ve güzel bir sayı olduğunu söylüyor), hatta bir revü olarak tasarlamış kafasında. sonra kaba bir hesapla gösterinin 200 küsür dakikadan az süremeyeceğini farketmiş; "eh, kimse bu kadar uzun bir revüyü izlemek istemez, ne kadar güzel olursa olsun" diyor. böylece 100 şarkı fikrini kafasından çıkartmış, "daha az olmalı" diye düşünmüş ve 100'den daha küçük olan sayılar arasındaki en güzel sayı olduğunu iddia ettiği 69'da karar kılmış: "69 love songs". 69'u hem uyumlu görüntüsü, hem de romantik göndermesi sebebiyle seçmiş. "69, bir broadway oyunu için iyi bir logo olurdu" diyor; bu sırada hala bunu bir albüm olarak düşünmüyor olduğunu da ekliyor. ancak daha sonra revü fikrinden vazgeçmiş ve bunu bir albüm olarak yayımlamayı kafasına koymuş: 69 aşk şarkısından oluşan 3 cd'lik bir albüm.

    "69 love songs"ın harika bir bukleti var. magnetic fields'ın akordiyoncusu daniel handler'ın, stephin merritt'e albümle ilgili sorduğu soruları içeren bu bukleti okumak gerçekten çok keyifli. merritt'ın işbu 69 şarkı hakkındaki düşünceleri, albümü daha iyi anlayabilmemiz için bize yol gösteriyor. merritt'in şarkılar hakkındaki düşüncelerinden bazıları şöyle:

    vol. 1:

    01. absolutely cuckoo: albümün ilk şarkısının alfabede çok ön sırada yer alan bir isimle başlamasını istiyordum, bu yüzden ilk şarkı bu oldu. aslında 69 şarkıyı da alfabetik olarak sıralayacaktım, ancak bazı noktalarda ciddi uyumsuzluklar oldu ve bu fikirden vazgeçtim (yazarın notu: stephin merritt bu fantezisini 2004 tarihli i albümünde gerçekleştirdi). bu şarkı bir düet, ama vokallerde sadece ben varım. stephin merritt'le stephin merritt'in düeti yani.
    02. i don't believe in the sun: güneş* ile ilgili yaptığım ilk şarkı. daha önce ay* ile ilgili pek çok şarkı yapmıştım ama hiç güneş şarkım olmamıştı. artık var.
    03. all my little words: bu şarkıda unboyfriendable diye bir söz var. bana, asla erkek arkadaşının olamayacağını söyleyen bir sevgili adayıyla ilgili. "gerçek" şarkılarımdan biri.
    04. a chicken with its head cut off: bir country şarkısı. country şarkıları klişedir. bunun en azından ismi ilginç.
    05. reno dakota: "69 love songs"da üstünde en çok çalıştığım şarkı budur. ismi reno dakota mavisinden* geliyor. reno dakota underground bir film yapımcısı ve büyük bir bonnie & clyde fanı. bu şarkı aslında reno dakota kelimesine kafiyeler uydurmanın zevkiyle ilgili daha çok; "reno dakota / nino rota, vs..."
    06. i don't want to get over you: bir ergenin ağzından yazılmış gibi görünebilir. aslında 17 yaşımdayken kısa şort giyerdim; hiç içki veya sigara kullanmamıştım, ot da tabii. hatta okuldaki ot içmemiş iki öğrenciden biriydim, diğeri de arkadaşım george'du zaten.
    07. come back from san francisco: eski bir şarkı. konserlerde hep çalardık, bir sürü değişik yorumu var. albüme giren yorumu ilk haline oranla bayağı değişik.
    08. the luckiest guy on the lower east side: mutlu bir şarkı? bilmiyorum. şarkıyı dudley* söylüyor, sesini seviyorum, the zombies'in vokalistinin sesini andırır. dudley en sevdiğim bara sık sık takılan bir arkadaş. o barı çok severim. jukebox'dan 80'ler şarkıları çalarız, klavyeler hakkında konuşuruz, ordan en az üç kişiyle birlikte şarkılar bestelediğimi hatırlıyorum. ama hiçbiri bu albümde yer almıyor; "69 love songs"daki tüm şarkılar sadece bana ait.
    09. let's pretend we're bunny rabbits: '50'lerin tınısına sahip. asla '50'lerin müziğinin büyük bir hayranı olmadım. '50'lerin müziğinin büyk bir kısmını severim gerçi, ama rock & roll içermeyenlerini. annemin genç bir kızken nefret ettiği her şeye bayılıyorum mesela: peggy lee, julie london...
    10. the cactus where your heart should be: bunun sözlerini bir sanat galerisindeyken yazdım. 20 saniye kadar sürdü ve bunu çok sevdim.
    11. i think i need a new heart: ben rumba box çalıyorum burda. rumba box tahta bir kutu gibi bir enstrüman ve onu çalmayı çok seviyorum. yanlış notaya bassan bile farkedilmiyor.
    12. the book of love: bu şarkı hakkında söyleyebileceğim pek de bir şey yok. klişelerle oynamayı seviyorum. ne diyebilirim ki, aşk hakkında bir kitap gerçekten olsaydı ana brittanica ansiklopedisi gibi uzun ve çok sıkıcı olurdu, aynı bu şarkıda dediğim gibi.
    13. fido, your leash is too long: magnetic fields kariyerinin en müstehcen sözlerine sahipmiş gibi görünebilir.
    14. how fucking romantic: "roses"dan sonra yaptığım en basit şarkı.
    15. the one you really love: bir kamp ateşi şarkısı gibi.
    16. punk love: en sevdiğim barda oturuyordum ve bir anda aklıma şöyle bir düşünce geldi: hiç punk şarkısı yazmamıştım, bir tane yazsam iyi olur diye düşündüm. çok kısa bir şarkı, yazması çok kolay oldu, ama kaydetmesi daha uzun sürdü. "punk love" dediğim her kısmı ayrı ayrı söylemek istemiştim çünkü; kes/yapıştır yapmak istemedim.
    17. parades go by: bunu sanırım h.p. lovecraft'ın etkisindeyken yazmıştım. onun etkisiyle pek çok şarkı yazdım. biliyorum, bunu itiraf etmemeliydim, çünkü bir rock yıldızı gibi davranmalıyım değil mi, ama neyse boşver. lovecraft okumak müthiş bir şey, hatta rahatlatıcı. üzgün olduğumda lovecraft okurum ve kafamı kurcalayan sorunların çözümünün zor olduğunu farkederim. ama "iyi ki kozmik, hayaletli falan değillermiş" de derim.
    18. boa constrictor: shirley söylüyor bu şarkıyı, bunun yanı sıra 5 şarkı daha söylüyor bu albümde. bence shirley* yaşayan en iyi pop şarkıcısı.
    19. a pretty girl is like...: kaba bir tonla söylüyorum bu şarkıyı, çünkü irving berlin'in a pretty girl is like a melody şarkısına feci kızmış durumdayım. hoş bir kız hiçbir melodiye benzemez.
    20. my sentimental melody: bu şarkının 30'dan fazla versiyonu vardı. ilk olarak 10 yıl kadar önce ortaya çıkmıştı sanırım, belki de daha bile uzun bir zaman önce.
    21. nothing matters when we're dancing: küçükken, annem bana charleston dansı ve waltz öğretmeye çalışmıştı. beceremedim. ama iyi dans ederim. dansa davet olgusu, pop müzik tarihinde çok önemli bir adımdır bence; bu şarkı da ona gönderme olabilir. bu şarkının ingiliz aksanıyla söylenmesini istiyordum, ama ben r'leri ingilizler gibi yuvarlayamıyorum. yine de denedim ama pek de olmadı galiba. neyse.
    22. sweet-lovin' man: "the charm of the highway strip" albümü için kaydedilmiş, ancak albümün temasına uymadığı için oraya koyulmamıştı. bu şarkıyla ilgili aklımda beliren ilk fikir, adının, asla kullanmayacağım bir klişe olmasının gerektiğiydi. ve bulabileceğim en kötü ismi buldum, böylece şarkının adı ortaya çıktı. şarkıda nakarat çok fazla tekrar ediyor ve fade-out'la bitiyor. ama çok garip bir fade-out. "69 love songs"un en uzun 2. şarkısı bu, 4 küsür dakika sürüyor.
    23. the things we did and didn't do: her şarkı gerçek değil. joni mitchell'ın tüm şarkılarının hayatından bir kesit olduğunu hiç sanmıyorum. eğer öyle ise çok şaşırırdım. bu şarkı da gerçek değil.

    vol. 2:

    24. roses: 20 küsür saniyelik bir şey bu. ama benim için çok önemli. bu şarkıyı kullanmak için 20 yıldır bekliyordum, hep kafamın içindeydi.
    25. love is like jazz: ilk denemede kaydettik. doğaçlama olmasını istiyordum ve öyle oldu. david lynch'in 6 bölümlük bir tv dizisi vardı; on the air. müthişti. ve son bölümünün adı the woman with no name'di. bu şarkıyı söylerken "the woman with no name"i düşünüyordum. bu şarkı hakkında başka ne söyleyebilirim, bilmiyorum.
    26. when my boy walks down the street: buradaki "... and he's going to by my wife" kısmı gerçek. ben gay'im. mahkumlar evlenebiliyor ama gay'ler evlenemiyor. bu haksızlık.
    27. time enough for rocking when we're old: burada john* gitar çalıyor. herhangi bir magnetic fields şarkısında gitarı kimin çaldığını anlamak için çok kolay bir yol var: eğer çalınması zor bir bölümse john çalıyordur. eğer özel olarak gitar için kaydedilmiş bir bölümse yine john çalıyordur. diğer durumlarda ben çalarım.
    28. very funny: bunu the divine comedy'nin everybody knows except you'suna benzetmek mümkün, ama ben bu şarkıyı yazalı 10 yıl oluyor. hatta öyle ki, the divine comedy'nin şarkısını ilk duyduğumda, "very funny"nin varlığını bile unutmuştum.
    29. grand canyon: "eğer ben grand canyon olsaydım, söylediğin her şeyin yankı yapmasını sağlardım": burası çok gaddar. "eğer ben paul bunyan olsaydım, seni çok uzaklara taşırdım": hmm, burası insanüstü biraz.
    30. no one will ever love you: fleetwood mac'in tusk albümüne çok iyi giderdi aslında bu şarkı.
    31. if you don't cry: tembel biriyim. çok zorunlu olmadıkça odamdan dışarı çıkmamaya dikkat ederim. bu şarkı da tembel bir şarkı, ama dediği doğru: eğer ağlamıyorsan, aşık değilsin demektir.
    32. you're my only home: human league'i çok seviyorum. teknopop. buna teknopop diyorum. ama insanlar bunu teknopop olarak görmeyecekler, biliyorum.
    33. crazy for you but not that crazy: klişelerle oynamayı seviyorum, bunu daha önce de söylemiştim.
    34. my only friend: piyano şarkısı.
    35. promises of eternity: 8,5: fellini referansı, daha fazla olmaması iyi.
    36. world love: popüler müziğin klişelerinden biri; "world peace", "love" vs... bu şarkı biraz new age gibi, world music tınıları taşıyor. ama tam new age değil, paul simon'ın graceland'de yaptığından daha new age değil. paul simon ve david byrne gibi sanatçılar müziklerine dünya müziği unsurları kattıklarında çok eleştirilmişlerdi ve ben buna gülmüştüm. bunda ne var ki?
    37. washington, dc: nakarat kısmı ponpon kızlar tarafından söylendi. o kısım kaydedilirken orada değildim, ponpon kızlarla claudia* ilgilendi.
    38. long-forgotten fairytale: new order'vari. eğer gün gelir de bir dans club'da çalınacak olursak, en az yanlış seçim bu olurdu heralde, ya da "fido, your leash is too long" ya da "i can't touch you anymore". yok, sonuncusu olmaz.
    39. kiss me like you mean it: "69 love songs"daki tek gospel şarkısı. bu albüm için çok daha fazla gospel şarkısı yazmıştım ama aşk şarkılarıyla dolu bir albüm için bir gospel şarkısının yeterli olacağını düşündüm. bağnaz ve militan bir ateist olarak gospel olayından pek hazzetmem ama aretha franklin'in amazing grace'i beni ağlatır.
    40. papa was a rodeo: albümün en uzun şarkısı. çok eskiden beri kafamda varolan bir şarkıydı bu, ama tamamlamam oldukça vakit aldı.
    41. epitaph for my heart: 20 yıl önce yazdığım birkaç ufak aşk şarkısını birleştirdim ve ortaya bu çıktı.
    42. asleep and dreaming: bunu yazarken tlc'yi düşünüyordum. bence iko iko'ya benziyor ama gruptaki arkadaşlarımdan hiçbiri bu görüşüme katılmadı.
    43. the sun goes down and the world goes dancing: bunu chris isaak'e söyletmek istiyordum ama o çok meşguldü.
    44. the way you say good-night: burada, iyi geceler dileyen kişinin nasıl iyi geceler dilediğinden hiç bahsedilmiyor aslında.
    45. abigail, belle of kilronan: sara hastaları bunu kulaklıkla dinlememeliler.
    46. i shatter: bir elektro pop şarkısına çello solosu katmak istiyordum.

    vol. 3:

    47. underwear: bunu nasıl yazdığımı hatırlamıyorum ama yazdığım en pornografik şey olduğunun gayet de farkındayım. fransızca olan nakaratını, çıplak adamlardan kurulu bir koroya söyletmek isterdim aslında, böylece onlar da ilk çıplak erkek korusu olurdu ve adları da the naked men's choir olurdu.
    48. it's a crime: suç ve ölüm, araba kazaları; bunlar insanların gazetede okumak ve şarkı sözlerinde duymak istediği şeyler. bu şarkı aşkın bir suç olduğundan bahsediyor. yine klişeler var, örneğin "my mother told me"li kısım. içinde "my mother told me" geçen yüzlerce şarkı yazdım ama bunlardan birini bir gün yayımlayacağımı hiç düşünmemiştim.
    49. busby berkeley dreams: busby berkeley bir dans kareografı ve hollywood müzikali yönetmeni. "69 love songs"daki şarkılardan birinde daha, "the way you say good-night"ta da geçiyor.
    50. i'm sorry i love you: en catchy şarkılarımdan biri. bu parça için ufak bir bas partisi yazmıştım ve tam olarak istediğim gibi olması için saatler harcamıştım. ama şarkı o kadar gürültülü ki, bu bas partisi artık duyulmuyor bile, hatta ben bile nasıl bir şey olduğunu unuttum.
    51. acoustic guitar: bir akustik gitar şarkısı. tabii ki john çalıyor.
    52. the death of ferdinand de saussure: ferdinand de saussure ünlü bir isviçreliydi. neden bilmiyorum ama bir isviçreliyi vurma fikri çok hoşuma gidiyor. şarkı ilk olarak "we are nothing, whoa whoa" kısmıyla ortaya çıktı ve şarkıyı bunun etrafında besteledim.
    53. love in the shadows: jean michel jarre'nin jungle yapan hali gibi, ama yine de ambient değil. bence ne aphex twin ne de the orb ambient müzik yapıyorlar. ambient müzik erik satie'dir, brian eno'dur, john hassell'dir, david sylvian'dır.
    54. bitter tears: mono olarak kaydedildi. meyve salatası gibi.
    55. wi' nae wee bairn ye'll me beget: iskoçça.
    56. yeah, oh, yeah: trajik bir i got you babe. metroda bir anda beynimde beliriverdi. bunu bir house şarkısı olarak yazdım.
    57. experimental music love: tekrar. 15 tape bounce'ı, her birinde biraz gecikme var, saniyenin onda biri kadar. kulaklıkla dinleyince çok acayip oluyor.
    58. meaningless: kafiyeler... bir sürü kelime buldum; bazıları için sözlüğe bakmam gerekti. böyle sonsuza dek devam edebilirdim ama gözüktüğünden daha zor bir iş bu. "anlamsız"; hımm, ironik.
    59. love is like a bottle of gin: hayır, cin'i sevmem ama votkaya uygun kafiye yok.
    60. queen of the savages: "she's very religious, she doesn't use a fork / i don't think i'll go back to new york."
    61. blue you: buradaki ıslık claudia'ya ait.
    62. i can't touch you anymore: human league'i çok seviyorum, daha önce söylemiştim değil mi? benim için kraftwerk'ten hemen sonra gelirler. bu şarkıyı bir barda yazdım; saat 16.00'dı ve çok yüksek sesli disko müzik çalmaktaydı. şarkıda bir sample var; white town'ın your woman'ından çaldım. o şarkıyı çok severim.
    63. two kinds of people: aşk böyledir. iki çeşit insan vardır: a-) sen ve sevgilin. b-) diğer insanlar. aşk böyledir.
    64. how to say goodbye: tekrarı pek sevmem, ama "69 love songs"daki bazı şarkılarda fazla tekrar yaptım, aynen bunda olduğu gibi. sebebiyse kendimi tekrar etmekten kaçmaktı. eskiden hiç tekrar yapmıyordum, şimdi de tekrar yapmasaydım kendimi tekrar etmiş olacaktım. aman neyse, o kadar da derin düşünmeyin.
    65. the night you can't remember: akordiyon. "the night you can't remember / the night i can't forget."
    66. for we are the king of the boudoir: gilbert & sullivan.
    67. strange eyes: bu şarkıda, göz metaforunu yapabileceğim kadar çok kullanmak istedim.
    68. xylophone track: jug band blues'u.
    69. zebra: ilk şarkı a ile başlıyordu, bu yüzden son şarkı da z ile başlamalıydı. aslında bu albüm için adı z ile başlayan bir şarkı daha kaydetmiştim; "z train", "take the a train"a bir cevap gibiydi. "zebra" bir cole porter parodisi.

    teşekkürler bay merritt.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap