6 entry daha
  • her insan evladının taşımaktan şiddetle kaçındığı sıfat. efendim ben de sabah kalkıp “birşeyler”i değiştirmek istiyorum, "günlerimi başka bir renge boyamak, başka bir sesle, hisle uyanmak". bazen sırf bu yüzden 15 dakika erken ya da geç kalkıyorum, her gün gözümü açar açmaz saatin 8’i 7 geçtiğini görmeyeyim diye. öyle kimsenin gitmediği bir yol falan keşfetme iddiam yok, başkalarının ayak izlerine alerjim de, sadece evden çıkarken ayaklarım geri geri gitmesin istiyorum. yaptığım işe birazcık kendimi koyayım, benimle aynı okulları bitirmiş herhangi birinin de aynı şekilde yapamayacağı bir iş yapayım; küçük, silik de olsa bir imza atayım. "hangimiz birbirinin aynısı günleri biriktirmek ister ki?" oldu. peki, kaçımız artık oraya ait olmadığımızı hissettiğimizde arkamıza bakmadan uzaklaşırız? gidecek cesareti olan zaten gitmez mi, sıradışı bir yaşamı kurmayı becermez mi? gitmeyi düşleyenler aslında hep kalmayı seçenler değil midir?
    insan sıradanlıktan kaçarak da kendini bir rutine, stereotypea hapsetmiyor mu? hani biz aman aman nerelerde okumuştuk, kaç kitabı yalayıp yutmuştuk, dünyayı karış karış gezmiştik, kimselerde olmayan fikirler, sözler, hayalgücü bizdeydi, nüfusun yüzde biri bile etmezdik, bizi kim bu mutsuzluk resmine kolajladı o zaman? küçük, sıradan, insanca şeylerle mutlu olma hakkını kendimizden esirgeyen yine biziz. dünyada olup biten herşeyden kendimizi, vicdanımızı, sorumlu tutuk, açlıktan ölenlerin, dayak yiyen kadınların, katledilen hayvanların, bütün trafik kazalarının, adil olmayan yasaların suçunu üstümüze aldık. kendi yaşamımızı güzelleştirmek için parmağımızı kımıldatmazken hergün dünyayı düzeltecek birşey planlamadan gözümüzü kırpamaz olduk. mahalledeki kedileri beslemek aklımıza gelmez oldu da, hayvan hakları derneklerine “sempati duyduk”, çok satan kitapların, klasiklerin hakkında yazılan tüm eleştirileri okuduk da kendilerini okumaya elimiz ermedi, bir sabah herkese tek tek “günaydın, nasılsın?” diyemedik bir türlü, uykumuzu alamamıştık ne de olsa, turistliğe dair herşeyi küçümsedik; dünyanın ayak basılmadık bir yerini bulup gitmek lazımdı mutlaka, ayda 50 dolardan fazla harcamamalı; hatıra eşyası almayı avam, özenti bulduk, sadece ünlü fotoğraf sanatçılarıyla japonların seyahat resmi çekmesi mazur görülebilirdi. kendimizi, kullandığımız her türlü eşyayla birlikte (onların sayesinde mi demeliydim?) marka yaptık, başkalarıyla ortak değil, farklı yanlarımızın altını çizmeye teşvik edildik hep. iyi de seçimlerimizi, kimliklerimizi cep telefonumuzun, arabamızın markasına, oturduğumuz semte, çalıştığımız şirkete biz değilse kim sıkıştırdı? kendimizi bunlardan ibaret ifade etmedik mi? ne, yarını, son beş yılın en hatırlanası günü yapmaktan alı koyuyor bizi? güven arayışımız mı, aslında hiç de kıçımızı kaldırıp o ekran koruyucularımızdaki cennet gibi yerlere çekip gitmek istemeyişimiz mi?
    evet, ben de sıradışı, başarılı, varlıklı olmak istiyorum, hem paralı hem eğlenceli bir işte çalışmak, günden güne emek harcayarak yıllar içinde dişe dokunur bir eser yaratmak; ama olağanüstü, herkesin takdir edeceği, tarihe geçecek birşey olmasa da olur, yeter ki elimden gelenin en iyisi olsun.
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap