2 entry daha
  • inanıyorum ki, eğer douglas macarthur'e 8 yaşına kadar annesi tarafından etek giydirildiği gerçeği subay arkadaşları, ve emrindeki erler tarafından bilinseydi, ordudaki karizmasına, müthiş komutan imajına bir nebze de olsa gölge düşerdi (ama belki ernest hemingway ve rainer maria rilke'nin de çocukluklarında aynı muameleye maruz kalmış olmasıyla avunup kendisini şiire, edebiyata verirdi.)

    douglas macarthur hakkında anlatılagelen, ve mustafa kemal atatürk'ün çanakkale savaşı'ndaki korkusuzluğunu, ölümü umursamaz, hafif çılgın ruh halini çağrıştıran şöyle bir efsane vardır: ikinci dünya savaşı'ndaki bir çarpışma sırasında macarthur alman kuvvetlerine yönelik bir taarruzu yönetmektedir. siperlerin hemen arkasındaki bir yükselti üzerinde, almanların makinalı tüfeklerinin menzili dahilinde olduğu gerçeğine kayıtsız, bir elinde dürbünü, diğer eliyle parapete yaslanmış, taarruzu izlemektedir, emir subayı da (varsayalım "john smith" olsun adı) yanıbaşında tir tir titremektedir. her tarafta mermilerin uçuştuğunu, bu kurşunlardan birinin macarthur'u alnının ortasından vurmasının an meselesi olduğunu fark eden bir yüzbaşı, siperden başını kaldırarak, "komutanım, af buyrun ama alman silahlarının menzilinde olduğumuzu, konumunuzun çok tehlikeli olduğunu belirtmek isterim. kabak gibi açıktasınız maşallah, canınıza mı susadınız?" der (son cümleyi içinden söyler). macarthur dalgın dalgın kafasını çevirir, ve de "ha, ne dediniz? ah, evet haklısınız, teşekkür ederim yüzbaşı. teğmen smith, derhal sipere ininiz." dedikten sonra yerinden kımıldamadan, kafasının etrafında uçuşan kurşunların, ve de yüzbaşının emir subayının ve erlerinin şaşkın bakışları arasında çarpışmayı izlemeye devam eder.
22 entry daha
hesabın var mı? giriş yap