16 entry daha
  • türk siyasetinin değişmez soundtrack'idir.

    beethoven’ın 3. senfonisi’nin hikayesi meşhurdur; evvela napolyon’a ithaf edilip sonra kraliyetin tepkisi üzerine bu ithafı geri çeken ancak senfonisine bounaparte ismini verip bonapart’a yine de saygı gösterisinde bulunan beethoven, napolyon’un kendisini imparator ilan etmesi ile senfoninin adını eroica olarak değiştirmiş, ilk büyük senfonisini bu sayede siyasi ideallerinin ve hayal kırıklıklarının bir sembolü haline getirmişti. şu not düşülmüşü senfoniye; “büyük bir adamın hatırasına ithaf olunur…” fransız devrimi’nin ideallerini yerleştirecek ve monarşiyi yok edecek sandığı napolyon artık büyük bir adamın hatırası, geçmişte kalan gölgesidir ve bir zamanlar savaşmaya ant içtiği her şey olmuştur; bir imparator…

    türk siyaseti de irili ufaklı bonapartlarla doludur; 1920’ler ve 30’larda muhtemelen pek çokları mustafa kemal’i düşünüp eroica’yı dinliyordu. köhne bir imparatorluğu ve toplumsal-siyasi yapıyı yırtıp atan türk devrimi’nin şanlı lideri mustafa kemal, türk modernleşmesi’nin son durağıydı. hızla giriştiği devrimde daha fazla özgürlük vaadi, daha fazla özgürlük isteyenlerin mahvına yol açmıştı. özgürlüklerin de bir sınırı vardı. ıorga’nın byzance après byzance kitabından alıntılarsak; empereor aprés empereor… mustafa kemal ideali hızla yerini derin bir hayal kırıklığına bırakmıştı. terakkiperver halk fırkası ve serbest fırka’nın kapatılması, kadınların hak taleplerinin bir erkek eliyle şekillenip makule kavuşturulması, azınlıkların uğradığı zulümler, istiklal mücadelesi’nin muharip gazisi anadoluluların saplandığı yoksulluk, batılı elbiseleri ile sopasını bırakmayan doğulu yönetim anlayışı, pek çok asker, diplomat ve siyasetçinin küstürülmesi… yeni yönetimin eskinin genç bir sureti olması.

    ancak orada kalınmadı tabii ki; 1950 seçimleriyle iktidar değişince demokrat parti’nin adındaki demokratlığın süsü, püsünün dökülmesi için çok da fazla zamana ihtiyacının olmadığı anlaşılmıştı. adnan menderes kabinesi, tek partiden aldığı dikta yöntemlerini uygulamakta gecikmedi. tek partinin tüm baskıcılığına karşı çıkarak halkı peşine alsa da en sonunda tek partinin tüm baskı araçlarını hükmetme biçimi olarak kullanmaya karar vermişti. adnan menderes yönetimi demokrat parti’nin otoriter yönetimine dönüşmüştü. eski chp-devlet bütünleşmesi dp-devlet bütünleşmesi haline getirilmişti.

    orada kalmadı elbette; türkiye’de sol siyaseti kitle siyaseti haline sokma iddiasındaki bülent ecevit, kontgerilladan hesap soracağını söyleyip de daha sonra “ben sordum, öyle bir şey yokmuş” demişti? doksanlarda ise hiç kimseye özgürlük yok mottosunu benimseyen de ecevit'ti. türbanlı kadınlardan, sol görüşlü mahkumlara dek ecevit’in yönetiminden çekmeyen kalmamıştı. ülke tarihinin en karanlık operasyonlarından “hayata dönüş operasyonu” karaoğlan'ın ürünü idi. dikili tek bir ağacı olmayan ve dürüstlüğü ile bilinen ecevit’in en son hükümeti, dönemin cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer’in olaylı mgk'da sarfettiği iddia edilen ve medyada yer alan sözleri ile “çamur üstünde oturuyor”du. en nihayetinde ecevit yönetemeyen bir başbakan olarak devletin baskıcı yapısının bir memuruna dönüşmüştü.

    elbette aynı şey, meclis mutabakatı ile seçilen ahmet necdet sezer için de söz konusuydu; hükümetin baskıcılığına özgürlükçü ideallerle karşı çıkan ahmet necdet sezer, 2002 sonrasında bu sefer devletin baskıcı ve dışlayıcı pozisyonunu kabullenmiş gibiydi. resepsiyonlarda mhp’nin türbanlı milletvekili ile fotoğraf çektiren sezer, artık eşsiz davetiyeler gönderiyordu.

    pek bir mağdur, ezilmişliklerden meşruiyet devşiren akp de elbette bu konumdan ayrı düşünülemezdi. akp’nin ilk dönemlerindeki takım çalışması ve de dikkatli davranma telaşı, chp’nin ulusalcıklarının saçmalamaları sonunda yerini önüne geçilmez bir özgüven ve ego patlamasına bıraktı. partiye sonradan katılanların tek adamcılığı ile parti giderek kendini kaybederken, erdoğan, “kimsesizin kimsesi” iddiasından kuvveti mutlak bir lidere dönüşerek ve putin’le birlikte otoriter demokrasi kavramının örnek ismi oldu. ermeni soykırımı anmasının ilkinde kadın polislerin görev aldığı ve de anmacıları koruduğu toplumsal müdahale biçiminden 1 mayıs’lara, gezi direnişi’ne, yol kesmelere, polis vazife ve salahiye kanunu’na, okmeydanı’na sert bir geçiş yaptı. erdoğan rejimi üstelik akp’ye sonradan katılanların tek adamcılığıyla diğer kurucu unsurları şeytanlaştıran bir döneme de giriş yaptı. en son özlem albayrak da yeni şafak’taki köşesinde erdoğan’a “ilk dindar başbakan” derken özal ve erbakan’ı da geçtim abdullah gül’ü bile dışarıda bırakıyordu. akp’li vekiller ve akp’nin kalemşörleri abdullah gül, ali babacan gibi isimlere nezaketi pencereden fırlatmış bir üslupla saldırıp iyiden iyiye rencide edici yorumlara imza atarken erdoğan’ı izleyip de eroica’yı düşünenler artık sadece 2010 öncesine dek kandırılmayı başarmış olan liberaller değildi.

    beethoven’ın 3. senfonisi, 19. yüzyıldaki ilk temsilinden sonra pek çok kez cenazelerde çalındı. bir yıkım, bir son da eşlik eder yani o büyük hayal kırıklığına… derin bir duygusal patlama vardır tüm senfoni boyunca. aslında anlatılan kahramanlık olsa da senfoninin hikayesi bambaşka bir his katar dinleyene. ve evet, eroica türk siyaseti için hiç de yabancı değildir.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap