8 entry daha
  • -şanslısın. dinle... şarkı gibi, değil mi?
    -nedir o?
    -çiftleşmemiş genç arılar... kraliçe arı olmak isteyen ve balmumundan yapılmış hapishanelerinin kapısını döven bakireler kapıyı kırmaya çalışıyorlar. fakat diğerleri, nöbetçiler dayanarak çatlakları dolduruyorlar.
    -çıkmalarına neden izin vermiyorlar?
    -çünkü arılar sadece kraliçe olarak seçtiklerinin çıkmasına izin verirler. diğerleri ilkinin başına bir şey gelmesi hâli için saklanıyor. bu arada erkek arılar suya gidecekler. üzerimizde biriken işlerini yapıyorlar. onları görebiliyor musun?
    -ne yapıyorlar?
    -kraliçe’yi bekliyorlar. gelecek erkek arılarla dans ederek göğe yükselecek ve bir tanesini seçecek.
    -bu kraliçe'nin dansı mı?
    -bu kraliçe'nin dansı...

    anılarıyla bir adam, suskun. sürekli olarak geçmişin o görkemli hikâyelerinde, toz toprak yaşanmışlıklarında yaşıyor, dünde kalmış kalbi, benliği, her şeyi. bugüne ait bir şeyi varsa o da kocaman bir hiç. yine göç, yine yol, yine bir spyros. evlatları ayrılıyor evden bir bir, kimi okuyor, kimi evleniyor. eşinin kalbinden oldukça uzak. o yalnız, tek başına, öğretmenliği bir istifanın gölgesinde sükunete bürünüyor. babasının, dedesinin, toprağının meşgalesine dönüyor, arıcı. yollara düşmüş bir arıcı. kovanları kamyonetinin arkasında, kendi anılarının seyahatine düşüyor, sessizce. oldukça ketum, bakışları sabit. dinlenecek vakti arıyor, dünya ters düz olmuş. yerle yeksan bir toprağın arasında ezilip kalıyor, arayışı kendinden ötede.
    spyros’un kalbindeki eksiklik, sevgi ve sessizlik gözlerinin ışığında gizleniyor. hayat ona tokadını atmış, atmış bir köşeye, umarsızca. her şeye, herkese yabancılaşmış, saçındaki aklar kendi geçmişinin anılarını bağırıyor. hüznü kenetlenmiş, her defasında yara alıyor, göç hâli, yolculuğu ona eski dostlarını görme fırsatını veriyor. bugünü reddediyor spyros, bugüne dair ne varsa. hiçbir şey onu tatmin etmiyor. gelgitlerin ortasında savrulup duruyor, her defasında sancılanıyor, eksik bir adam spyros.

    genç kız. yersiz yurtsuz genç bir kız. bugünü hatırlatan bir kimse sadece. göçün ortasında buluyorlar birbirlerini. spyros’un kalbini tamamlıyor. spyros, kaçıyor, dönüyor, dolaşıyor, genç kızdan uzak durmaya çalıştıkça, onu kalbinden atmaya çalıştıkça iyice saplanıyor kalbine. sevgisini, merhametini ona veriyor. ağzından laf çıkmıyor pek. bu bir tutku, aşkın bağı. spyros, bugüne saplanmayı reddediyor her defasında. iki insan, ikisi birbirinden kurtulmaya çalışıyor, sonra birbirlerini arıyorlar, kaçıyorlar, arıyorlar, kaçıyorlar, arıyorlar. öyle ki tüm bunlar olurken sessizlik o melissokomos’un içinde büyüyor, arıcı spyros kuytulara karışma niyetinde, dünyadan el ayak çekiyor, bugünün dünyası artık çok kirli. hayat tesadüf ya da biraz karma. kendi öz topraklarının kokusu, yurdunun hasreti, gençlik yıllarının dostları bu dünyadan, kendi dünyasından göç ettikçe onun ketumluğu daha katlanılmaz bir hâl alıyor. bu dünyanın gülünçlüğünü istemiyor çünkü onu yaşamaya bağlayacak öze, hakikate dair izlerden noksan. angelopoulos, spyros ile bir insanın varlığını ve hiçliğini iki keskin çizgi ile gösteriyor. onun maneviyatındaki yokluğunu, varlık-hiçlik dualitesini, arayışının dakikalarını hakikat sessizliğine ve pusluluğuna bağlıyor. kovanlardaki arılar sonsuz kargaşayı, petekleri onların çıkmazını oluşturuyor. bitmek bilmeyen sesleri spyros’u sindiriyor. o sustukça, onların sesleri artıyor. rüzgâr yaklaşıyor, korku da.

    victor erice’in 1973 yılı yapımı, destansı dicta blanda filmlerinden biri olan ispanyol taşra hicvi arı kovanının ruhu’ndaki düşünce geçişlerinin bir benzeri angelopoulos’un arıcı’sında da mevcut. erice, taşradaki yalıtılmış kültürün özünü - sevgiyi, hakikatin merhalelerini iki çocuk (ana ve ısabel) ile gösterirken, angelopoulos bunu sadece spyros’un omuzlarına yıkarak yapar, genç kızıysa bugünün bir prototipi olarak verir. ana ve ısabel, erice’in arı - kovan metaforunun salt mekanizmasını oluşturur, onlara fonksiyon ve toplumcu gerçekçilik perspektifine uzanarak bir kimlik kazandırır. onları, toplumun ötesindeki geleceği karartılmış, yalnızlığa itilmiş çocuklar olarak resmeder. angelopoulos’un spyros’unun bu bağlamda ana ve ısabel’den farkı yoktur, bu iki timsalin ardında adil olmayan dünya düzeni yatar ki iki usta yönetmen erice ve angelopoulos bir aralıkta buluşur : hakikat değişmez, birdir.

    "ilk seferinde hava güneşliydi. güneş ışığı gözümüzü alıyordu. meramımız belliydi. boş yere gölgelik bir yer aradık..."

    theodoros angelopoulos, spyros’un anılara gömülü yaşamıyla eskiyi, değişmemiş ve saf olanı bir kez daha suyun yüzüne çıkarır. zaman ilerledikçe zehirlenir insan, eskide bozulmamışlık vardır. belki de spyros’un bugünkü yaşantısının kökleri çoktan kurumuştur, bitap düşüşü, çöküşü ve de yıkılışı bugüne bir ağıttır, bugünün dünyası, eskinin dünyası, keskin farklar ve bu farkların arasındaki boşlukta kalan bir insan ya da insanlar. değişmiyor, bugündeki genç kıza son kez tutunmak isteyişi bundan. yaşamasını gerektirecek dallara sıkı sıkı tutunmalı spyros. gözlerinin sürekli olarak boşluğa dalışı rahatsızlık verici, yaşadığı anlarda ölüşünün dirilişini istiyor ama zorluğun içinde kalbi ve anıları.

    toprağın insanının elleri titrer. çile ve hüzün her zaman vardır. bazen can yorar. kalbini dinlendirmek ister, her şeyden vazgeçip, en uzağa, en kirlenmemişe, en güzeline gider insan. bu bir saplantı değil. saldırıları, dünyanın tozlu yüzeylerindeki hakikatin yitirilişinden doğan örümceklerin dağılmayan ağlarına benzer. ondan kurtulup, pür olanı göğsüne alıp sarılma niyeti taşır kalp. zira, insan temiz yaratılmıştır. kirleten biziz, onlar. bugünkü yaşantısının izlerini gördükçe daha çok yara alır. anıların kendi seyahatindekini yerini bilir. zaman geriye doğru değil, ileriye doğru akar. onlar spyros’u öldürdükçe, spyros daha da derinlere iniyor, hasretlerine, anılarına. içimizde diriliyor. bugünden eksik, yarım okunmuş bir kitap gibi, daimi bir resimsizlik isteği gibi. spyros’un yaşamındaki bulantının mimarları bugün kendi dünyalarında insanları öldürüyor, acımasızca, kazandıklarını sanıyorlar, yanılıyorlar. bu istek onlara diğerlerinin yaşam alanını bir alt bareme indirgeme imkanı tanıyormuşçasına hoyratça soytarılıklarını sergilemeye devam ediyorlar ve insan bir kez daha kuytulara çekiliyor. spyros, kovanlarının yanında artık, babasının, dedesinin toprağında. yıllar önce orada yaşardı. toprağı kokluyor, toprak ona istediği her şeyi veriyor.

    ölümlerinin ardından usta yönetmen t. angelopoulos’a ve fellini filmleriyle bildiğimiz, arıcı’da ciğerlerimize işleyen usta oyuncu marcello mastroianni’ye en derin duygularla...
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap