5 entry daha
  • renoir'ın hayatının son demlerini ele alan film.

    insan sormuyor hangi renoir demiyor, bir ümit pierre auguste renoir ağırlıklı film olduğunun mütalaasına kapılıyor insan, ama sonra, filmde çoklukla ressamın ortanca oğlu sarı jean'i seyrettikçe hayal kırıklığı da doğru orantılı olarak artıyor.

    filmin özet olarak izleyiciye verdiği, 70'li yaşlarında romatoid artrit hastalığından mustarip renoir'ın, fırça dahi tutamamasına rağmen resim yapmaktan vazgeçmemesi, bu esnada ise kendine yeni bir model, andrée heuschling'i bulması, savaştan dönen ortanca oğul jean ile bu model arasında gelişen aşk hikâyesidir.

    öncelikle filmden büyük umutlarla bir renoir biyografisini ummak pek de mümkün değil, hatta çoğu zaman baba renoir fazlası ile arka plana itilmekte, seyircinin odağına oğul renoir ile andré arasındaki duygusal bağ yerleştirilmekte. bu nedenle belki de filmin ismi yanlış bir seçim. renoir gibi gayet doğrudan ressamı çağrıştıran, ve istem dışı olarak, onu izleyeceğini merkezileştiren zihin için pek de iç açıcı değil. ama bu ümitlerle gelmeyen bir birey için, bu herhangi bir baba - oğul ilişkisini, kadın - erkek ilişkisini ele alan hoş bir film olarak da algılanabilir. ama oraya yazdıysan başlık diye renoir ismini, ben seyirci olarak geriye atılmış bir ressam renoir ile sürekli öne çıkan andré ve sarı jean'i görmek istemem.

    filme o yüzden - naçizane kanıma göre - renoir odaklı yaklaşmayın. özellikle de resimleri ve o resimlerin ardalanı ile bağlantılı bir renoir açıklaması hiç beklemeyin. resimlerini sadece üstünkörü görebilir ve onların yaşanmışlıklarına dair hiçbir açıklayıcı bilgi edinemezsiniz. bu da filmde renoir'ı hissetmemizi engelleyen bir hal almış. renoir kim diye soruyor insan; kas ve eklem hastalığından rahatsız, artık fırça dahi tutamayan, yürüyemeyen, huysuz bir adam mı sadece? şu an böyle ise renoir geçmişte kimdi? resmi böylesine tutku haline getirmiş bir insanın belki perdeye yansıması seyirciyi daha içine alan bir yolla yapılabilirdi. renoir'ı hiç bilmeyen insanlar için sanki biraz onu ıraklaştırıcı hale getirmiş.

    filmde güzel yanlar yok muydu, vardı. [spoiler içerebilir]

    benim dikkatimi en fazla çeken husus hem zıtlıklar hem de tamamlayıcılar üstünde gitmesiydi filmin. sürekli sessizce çarpışan, fakat bir yandan da birbirini tamamlayan sahneler vardı.

    örneğin, renoir'ın film izledikten sonra uyuyakalması, onun modern sanata ne kadar da kayıtsız kaldığının bir göstergesi. o tam bir resim aşığı ve görüntülerin o şekilde, zihnindeki gibi kalmasını isteyen biriydi. oysa sinema, ona gördüğü imgeleri vermiyordu, bir başkasının imgelerini ona yansıtıyordu. uuuu renoir bunu kabullenir mi hiç?

    aslında renoir kendini zorlayabildiği zaman yürüyebilmekte. fakat doktoruna ayağa kalkmak için çok fazla enerji harcadığını, bunun onu zorladığını, onun yerine kısıtlı enerjisini resim yapmaya harcamak istediğini belirtiyor. bu nedenle renoir film boyunca hiç ayağa kalkmıyor. oğlu ile aralarındaki nesil farkından dolayı dünyaya farklı bakıyor, zaman zaman ise onunla çatışıyor. oğlunun iyileşince cepheye dönme isteğini anlamsız buluyor, tıpkı savaşın kendisini de aynı şekilde anlamsız bulduğu gibi. ama oğul kendine güvenli, kendini ispatlama yolunun fiziksel güçten geçtiğinin düşüncesinde. bu nedenle renoir ve oğul arasında sıcak bir ilişki göremiyoruz. ama renoir bir kere ayağa kalkıyor, o da oğlunu tekrar savaşa göndereceği zaman, ona sarılmak için. oğlunun ona "bütün hayatın resim" demesine rağmen, o resme harcayacağı enerjiyi ayağa kalkarak oğluna sarılmak için kullanıyor. ve bütün hayatının aslında resim olmadığını gösteriyor.

    bunun gibi birçok sahne de zıtlaşırken birbirini tamamlayan karakterlerin dünyasını yansıtıyor.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap