73 entry daha
  • yunanca olarak lesvos adıyla geçer bu ada, ben de gelmeden önce bütün adanın isminin midilli olduğunu düşünüyordum ve saçma bir şekilde farklı şehirlerin olabileceği aklıma gelmemişti. buraya gelince anladım ki midilli (mytilini) adadaki şehirlerden sadece birisi, başkent ve limanın bulunduğu yer, türkiye'den tekneyle gelenlerin ilk gördüğü yer. ben plomari'de kaldım, mytilini'ye otobüs ile 1 saat 15 dakika kadar uzaklıkta. burada eğitim ve iş arası bir nedenle bulunduğum için gözlemlerim belki de turist olarak gelenlerden farklı. bir çok yerde uzosu, sardalyası, kurutulmuş ahtapotu hakkında, ada hakkında, ada insanı hakkında bilgi bulabilirsiniz. sözlükte yazılanlar bile yeterli bence. ben midilli'nin bambaşka bir yönü hakkında yazacağım, gözlemlerimi paylaşacağım.

    midilli'nin göç ile olan ilişkisini ilginç buluyorum. hem tarihsel, hem de günümüz göç hareketleri için önemli bir merkez ve bölge insanı için göç ve göçmenlerle karşılaşmak, ya da göçmen (asya minordan gelen rum mülteciler) kökenli olmak büyük bir kafa karışıklığı kaynağı. 10 günde orada gördüklerim (ki bence turistlerin es geçtiği şey de bu) biraz fazla geldi. umarım sistematik bir biçimde ne söylemek istediğimi anlatabilirim.

    mübadele sırasında, aslında mübadeleden de önce, türkler izmir'e girdiklerinde, insanlar teknelere binip yakındaki adalara kaçmışlar, göç etmişler. bu mültecilerin yer seçimleri, oralarla genellikle daha önce herhangi bir bağları bulunup bulunmadığına bağlı. yani zaten izmir'deki rumun midilli ile ticaret ya da başka tip bir ilişkisi varsa, o ağı kullanarak midilli'ye yerleşmiş. malum mübadele ve ertesinde yunanistan bu kadar insanı ne finansal ne de lojistik olarak destekleyebilecek bir konumda değildi. kısa bir bilgi: o dönemde yunanistan'ın nüfusu yanlış bilmiyorsam 4-5 milyondu, ve yaklaşık 1,3 milyon rum bu nüfusa eklendi. bu şu anda türkiye'ye bir anda yaklaşık 15 milyon insanın girmesi gibi bir şey. bu nedenle modern yunan tarihinde göç ve mültecililk çok temel bir rol oynuyor. özellikle yunanlılığın inşasında büyük katastrof ile birlikte göçmenlik çok temel bir noktada. şimdi bu adada kime sorsanız ya ailesi mülteciymiş ya da müslüman komşusu mübadele sonucunda günümüz türkiye'sine gönderilmiş. insanlar hala hikayelerini anlatıyorlar, ben kimim, biz kimiz, "vatanda almancı burada yabancı" tarzı cümleler duymak mümkün. 1,3 milyon "yabancı"nın yunanlığı öğrenmesi, toplumsal yapının buna adapte olması, yeni tip bağların kurulması (örneğin mülteci yunan ile yerleşik yunan arasında kız/oğlan alıp verme nispeten geç başlamış) elbette uzun zaman alıyor. bu yukarıda kafa karışıklığı yaratan şeyler dediklerimden bir tanesi: aidiyet, milli kimlik vs.

    ikincisi günümüz ile ilgili - ki ben bunu daha da ilginç buluyorum. midilli (tıpkı kanarya adaları, günay italya gibi) turistik bir yer. aynı zamanda da büyük çoğunluğu asya, afrika ve ortadoğu'dan gelen göçmenlerin avrupa birliğine giriş noktalarondan birisi. ayvalık'tan tekneye bindiğinizde midilli'nin limanına varacaksınız, bu liman gümrüklü bir alan ve avrupa birliğine girdiğiniz nokta, sadece yunanistan'a değil, ab'ye de girmiş oluyorsunuz, belki turistler için bu kadar da önemli bir şey değil, fakat mülteciler için hayati bir önem taşıyor. başka bir entri konusu ama kısaca anlatmak gerekirse, ab dublin anlaşması/yönetmeliğine göre sığınmacılar (asylum-seeker) mültecilik başvurusunu birliğin bölgesine girdikleri yerdeki sorumlu otoritede yapmak durumundalar. eğer birisi yunanistan'dan girip de almanya'da mültecilik başvurusunda bulunursa ve o kişinin yunanistan'dan giriş yaptığı tespit edilirse (bu tepsiti yapabilmek için eurodac isimli bir veri bankası geliştirildi.) bu kişi yunanistan'a geri gönderiliyor (temmuz 2013 itibari ile geçerli bilgi -ileride belki güncellemek gerekebilir- : yunanistan sığınmacılar ve kağıtları bulunmayan göçmenler için güvenli bölge olarak kabul edilmediği için, ab üye ülkeleri göçmenleri yunanistan'a geri göndermemeye karar verdiler. burada golden dawn gibi ırkçı grupların ve inanılmaz düşük seviyedeki mültecilik başvuru kabullerinin etkisi çok büyük). konu biraz dağıldı. şimdi ayvalık'tan tekneye binip geldiğinizde limanda ilginizi çeken - ya da çekmesi gereken / çekmesini umduğum - bir şeyle karşılaşacaksınız. itiraf: ben temmuz ayında bir hafta içinde iki defa ayvalık'tan tekneye binip midilli'ye geldim, ilk geldiğimde dikkatimi çekmemişti, ikincisinde ise asla unutamayacağım bir şey gördüm. limanın orta yerinde, 3 adet üçgen sahra çadırı var. doğrudüzgün, kapıları yok. içerleri gözükebiliyor.

    foto1
    foto2

    bu çadırlar botlarla türkiye üzerinden gelen ve yakalanan göçmenleri "misafir etmek" için kurulmuş. tuvalet kısıtlı, sanırım duş yok. kısa bir zaman öncesine kadar çadır dahi yokmuş, çocuk, hamile kadın gibi korunmaya muhtaç olduğu kabul edilen kişiler dahi güneşin altında günlerce tutuluyormuş. gümrüğün bu tip bir durum için ayrı bir bütçesi olmadığı için bu insanlara yemek ve su sağlanmıyor. gümrükten çıkıp markete gitmeleri mümkün değil. sadece gönüllüler tarafından sağlanan bir yardım var. buradaki gönüllülerden birisinin anlattığına göre, bir gün yemek su götürmemeye karar vermişler. polis aramış nerdesiniz diye. böyle de saçma bir durum var. sorumluluğun sadece gönüllülere ve sivil topluma devredilmiş olması gibi.

    benim tanıştığım mültecilerin bir çoğu afgandı ve aralarında ingilizce ve türkçe konuşabilenler de vardı. genelde orta sınıftan geldiklerini söyleyebilirim, en azından benim tanıştıklarım. orta sınıfı neden vurguluyorum, bu insanların bir kısmı, ayvalık'tan gelen tekneden inen yeşil pasaportlu aile ile başka bir mekanda ve bağlamda aynı ekonomik ve sosyal sınıfı paylaşıyordu belki de. fakat burada insan muamelesi dahi görmüyorlar. bu son cümle ucuz bir eleştiri ya da kızgınlıkla söylenmiş bir şey değil. gerçekten bu insanlar şehrin merkezinde ve liman gibi bir giriş noktasında olmalarına rağmen görünmez durumdalar. sınır polisi ile komik bir diyalog oldu, bir kaç arkadaş tekneden inince çadırların fotoğraflarını çekti, polis gelip yasak olduğunu söyledi, tamam dedik. dışarı çıktık, tellerin öbür tarafına geçtik. fotoğraf çektik. absürt. gerçekten neresinden bakarsan bak o insanlar orada ama yoklar aynı zamanda.

    ayrıca şu fotodaki kontrast da bence bir çok şeyi açıklıyor. küresellleşme ile insanların daha mobil hale geldiği, ulaşımın kolaylaştığı, akışkanlığın arttığı varsayılıyor, ama küçücük adanın küçücük limanında bile sınıfın, pasaportun, ya da "doğum yeri piyangosunun" etkisini gözlemleyebiliyorsunuz. ilginç olan da orient'in asıl kraliçeleri, yalnız ya da çocuklarıyla günlerce yürüyerek yunanistan'a ulaşıp, küçücük limanda hapsedilirken, danimarkalı emekli turistlerin orient queen isimli bir kruz gemiden inmesi. kişileri karşılaştırmak değil ama, kimin gönlümün kraliçeliğini hakettiği benim için açık. buna benzer bir şeyi 17 yaşındaki bir afgan çocukla konuşurken de hissettim. adam ingilizce konuşuyor, etrafta ne oluyor, orada kalırsa nerel olabileceğini hesaplayabiliyor, risk alıyor, yalnız başına tüm yolu (iran-van-istanbul-izmir-midilli) kaçakçıların (ya da göç hizmeti sağlayıclıarın) yardımıyla geliyor, hedefleri de var, nereye gitmek istediğini de biliyor, adamın krallığını tanımamak mümkün değil. kendi 17 yaşımla karşılaştırıyorum, fersah fersah farklı bir yerde. başka tanıştığım 17 yaşındakilerin "ama onlar kaçak göçmen, pis afgan, görgüsüz" gibi şeyler demesi gururuma dokunuyor.

    yine başladığım şeyi tam bitiremedim, başka bahsetmek istediğim şeyler de vardı, başka entryde işalla.
    ben midilli'yi hep bu tip düşüncelerle hatırlayacağım.
158 entry daha
hesabın var mı? giriş yap