aynı isimde "hayat (film)" başlığı da var
2664 entry daha
  • "öldük, ölümden bir şeyler umarak,
    bir büyük boşlukta bozuldu büyü"

    demiş şair. ben de "doğduk, hayattan bir şeyler umarak, bir düş kırıklığıyla bozuldu büyü" diyeyim, kelimeleri çarpıtarak. sonra da o bozuldu sandığım büyünün hep benimle olduğunu fark edişimi anlatayım vaktin varsa. kafamda bölük pörçük fikirler, akıl yürütmeler, hepsini harmanlayıp matematiksel hesaplara girip kazançlı çıkmalar. ve tüm bu muhasebelerin sonu, feylesof serdar ortaç'ta bağlanıyor; hayaaaat beni neden yoruyosuuuun? oysa ne güzel başlamıştı her şey. (burada ekran dalgalanıyor ve türk filmlerinin unutulmaz sahne geçişine şahit oluyoruz, yönetmen geçmişi gösterecek)

    oysa güzel başlamıştı gerçekten her şey. yetmişlerin başı, nasıl deli huzurlu bir çocukluk. kocaman bir bahçe içinde, dedemle arkadaş, tek çocuk olarak hayali arkadaşlarım "nürkek" ve "nacaa" ile dost, yemişlerin tepelerinde öğlenin kızgın sıcağında kaşıntılara tutularak, nasıl mutluyum. annemi çok seviyorum, babamı çok seviyorum, dedemi çok seviyorum, nenemi çok seviyorum, ot kavurmalarını çok seviyorum, acı biberi çok seviyorum. ve fakat bunların hepsini, başka türlüsünü bilmediğimden, başka türlüsüyle karşılaştıramadığımdan ve başkasını henüz kıskanmadığımdan sevdiğimi bilmiyorum. bayramdan bayrama elbise; ne güzel. nalınlarım eskidiğinde perşembe pazarından dönen dedemin yolunu bekliyorum; ne güzel. saçıma kahkül kesiyor annem; ne güzel. babamla annem gülümsüyor birbirine, anlamını bilemiyorum ama ne güzel yaa.

    sonra okul günleri. horozlar yollarımı kesiyor, yağmurlu günlerde dizlerime kadar ıslanıyorum ama okul da çok güzel. siyah önlüğüm, sarı beslenme çantam, beyaz kenarı oyalı mendilim. bit kontrolü yaparken "saçların ne yumuşak, neyle yıkıyor annen?" diyor öğretmenim. "yağmur suyuyla yıkıyor"diyorum, tüm sınıf gülüyor, hoşlarına gidiyor da gülüyorlar diyorum, ne güzel. hem nasıl çalışkanım. akşamları elektrik kesiliyor, küçücük odada yanan sobanın başında yerde iki büklüm, gaz lambasıyla ödevlerimi yapıyorum. öğretmenim "aferin" diyor başarınca, hep başarmaya çalışıyorum.

    sonra yaş büyüyor, boy büyüyor, onlara koşut akıl da büyüyor sanıyorum, her şeyi biliyorum sanıyorum, bir popo kalkıklığı geliyor. lisedeyiz, özal var. babam küçük terzihanesinin kapısına kilit vuruyor, "peşin vergi" diye çok da beni ilgilendirmeyen bi dıttırılar var, onlar yüzünden. biraz da parası var. "tamam" diyorum ya, babam şimdi açar bir ticarethane, bi işler yapar, çok para kazanır. çünkü arkadaşlarımın babaları bi işler yapıyolar, ticaret micaret var, alıyolar, satıyolar, köşeler var bir sürü, dönülüyo. döner ki benim babam da bir köşe. olmuyor. her akşam biraz daha karamsar, biraz daha mutsuz, biraz daha üzgün ve yenilmiş geliyor babam eve. "ben alıp satamam ki" diyor, "ticaret bilemem ki" annemle ben hem fikiriz; hemen bir tuhafiye dükkanı açılmalı mesela tüm tuhaflığıyla, tuhaf paralar kazanılmalı. ya da beyaz eşya dükkanı açılmalı, buzdolapları gitmeli, buz gibi paralar gelmeli. beceriksiz mi benim babam? galiba öyle diyorum bok gibi aklımla, gözlerimde görüyor bunu babam, üzülüyor, şimdi bile saramadığım, sağaltamadığım yaralar açılıyor kalbinde, o zaman bilemiyorum. o zaman bildiğin eşeğim.

    üniversite sınavı." tabi ya" diyorum, "babam beceriksiz ve fakat ben kendim yaparım ki, bambaşka bir hayata kavuşurum ki, hayatımı değiştiririm ki" bu minvalde, puanımın yettiği en süslü etiketi yazıyorum tercihlere; mimarlık. bitti bu iş, mimar olacağım ben komşular ya, boru mu? hiç fakir mimar olur mu? bildiğin zengin olucam ben, para diye bi sorun olmayacak hayatımda. nasıl süslü bürolar var hayalimde, nasıl bir şaşaa, nasıl bir parıltı.

    bitiyor okul, dönüyorum küçük ilçeme. "aç bir büro artık" diyene "dur biraz piyasayı öğreneyim de" diyorum. nasıl bir korku var içimde, nasıl bir güvensizlik. kim gelir benim büroma, nasıl yapılır iş, nasıl girilir belediyenin kapısından, nasıl konuşulur işçilerle? ne yaparım ben? önce bir büroya giriyorum maaşlı. kendisi küçük maaşın ama "yeter bereket versin"

    sonraki bir tefrikanın konusu olsun bugüne kadar geçen 19 yıl. 19 yılda 5-6 ayrı iş yerinde özel sektör darlanması, evlilik, bir çocuk, bir takım gayrı menkuller, bir takım sahip olmalar, bir takım parasız kalmalar, bir takım farkına varmalar, bir takım güzel dostluklar, dönüp her şeye farklı bir gözle bakmamı sağlayan hastalıklar. babam haklıymış ya benim. bir şey önceden görülmemişse, kökende yoksa, görgüde yoksa olmuyormuş ya. hem zaten olmanın, olmamanın ölçüsü de para, pul, mal, mülk değilmiş ya. özümüz fakirmiş ya kız bizim.

    şimdi gerçekten dönünce geçmişime, o günlerdeki gibi görüyorum her şeyi, o saf mutlulukla. gerçekten ne mutluymuşum çocukken, ne güzel bir ailem varmış, ne güzel bir babam varmış, ne güzelmiş benim hayatım. ve o zamanlar istediğimden fersah fersah uzakta olan şu an durduğum yer, olmak isteğim yermiş meğersem. ya da elimdekiyle mutlu olmayı öğrenmişim, öyle de sen ona, o da kabulüm.

    "sözlük de çok bozdu yeeaa" diyene inat sevdiğim ve anladığımı sandığım , bu satırları okuyan genç arkadaşım; biliyorum çok büyük hayallerin var senin. mutlaka çok büyük şeyler yapacaksın, çok büyük paralar kazanacaksın, çok yakışıklı erkekler/çok güzel kızlar olacak hayatında. her boku biliyorsun değil mi? evet, al bak bu (masanın altından). bu hayat dediğin götü boklu sen neysen ona bir gram katmayacak. o güzel insanlar o güzel atlara binip gideli çok olmuş kardeş, ben geldiğimde de yoktular. şanslıysan, benim yaşıma geldiğinde, sana aşkla bakan bir adam/kadın olur yanı başında, yeter başından artar. çok büyük manalar yükleme hayata, bu kadar goygoydan sonra asıl diyceem o, kabuğumuzun neyle gezdiğinin, neyle ambalajlandığının bir önemi yok, aynıyız.
3548 entry daha
hesabın var mı? giriş yap