9 entry daha
  • spoiler...

    her seneye bir film sığdıran ve özellikle son yıllarda kalite anlamında zigzag çizip duran woody allen'ın yeni filmi. geçen sene gösterilen to rome with love filmini hiç mi hiç sevmemiştim. neyse ki allen'ın bir iyi film-bir kötü film serisinde sıra iyi filme geldi de sinemada izlerken keyifli vakit geçirebildim. o sıkıcı, gereksiz ve vasat to rome with love'dan sonra blue jasmine'i izlemek epey eğlenceliydi. gönül rahatlığı ile gidilip izlenebilir. allen 40 yıldır yaptığı gibi gene ilişkilere, aldatmalara, yalanlara, iki yüzlülüğe, zenginliğe, kibre odaklanıyor. insanların birbirleriyle ilişkilerine daha eğlenceli bir bakış atıyor. eve dönmek allen'a gerçekten yaradı. ve açıkçası yıllardır devam eden turistik gezisi de sıkmaya başladı. artık filmlerinde "fransa muhteşem", "roma'nın güzelliğine bak", "ah barselona" gibi turistik laflar duymak istemediğimi fark ettim bu filmde. şahsen artık filmlerinde şehirlere övgüler düzmesinden sıkıldım. bir şehri övmeden, şehrin tarihiyle ilgili bilgilenmeden allen filmi izlemek pek güzelmiş. ne yazık ki bu durum allen'ın elinde değil. blue jasmine iyi bir gişe elde etmişse de yapımcılar hala kendisini desteklemiyorlar. o da çareyi avrupa'da buluyor. 2014'te gösterilecek filmi de fransa'da çekildi.

    geleyim oyunculuklara. cate blanchett i'm not there'deki performansından sonra ilk kez döktürüyor. tabi i'm not there'den sonra çektiği filmlerinde de başarılıydı ama o filmlerde (robin hood, hobbit'ler, indiana jones, hanna) kendisini zorlayacak roller yoktu. allen her zamanki çenesi düşük, her şeyden rahatsız, takıntılı, nevrotik karakterini blanchett'a paslamış, blanchett da döktürmüş. senenin en iyi performanslarından. tabi kadronun kalanı da iyiydi. sally hawkins ve emmy ödüllü bobby canavale'yi izlemek de keyifliydi.

    blanchett'a teslim edilen karakter, yani refaha alışmış, refahı için her şeyi ama her şeyi gözardı edebilecek jasmine karakteri bana françois ozon'un angel'ını hatırlattı. bir de sunset blvd'nin norma'sını anmadan da olmaz tabi. angel'dan bayağı nefret ettiğimi hatırlıyorum. özellikle işine gelmeyen her şeye gözünü kapayıp bunların yaşanmadıklarını, olmadıklarını düşünmesi, kendisine pembe bir dünya kurup hayal alemlerinde yaşaması. jasmine o kadar fantastik değil neyse ki. gerçeklerle de yüzleşebiliyor. gene de jasmine'den de nefret etmemek zor. alıştığı zengin sınıftan kopunca sudan çıkmış balığa dönen jasmine, kasiyer olarak çalışan üvey kardeşini, kardeşinin yaşadığı yeri (san fransisco), eşini (andrew dice clay) ve sevgilisini (bobby canavale), bu "rezil" şehirden ayrılıp sınıf atlamamasını eleştirdikçe eleştiriyor, haliyle nefretleri de topluyor. allen gene bu zengin yaşamı iğneliyor ama bu kez hedefine insanların paralarını çalıp zenginleşenleri koyuyor. iyi de ediyor. jasmine'in günden güne düşüşünü izlemek epey zevkliydi. müstahaktır. eşyanın (paranın) köpeği olmuş, alt sınıftan nefret eden jasmine'in yaşadıkları az bile...

    bir klasik olur mu bilemem. ama filmin 2000'lerde çekilen en iyi allen filmleri arasında yer alabileceğini düşünüyorum. şahsen bu 13 senede çektiği filmlerin çok azını çok beğendim. umarım başarısını devam ettirir. emma stone'lu, colin firth'lü dönem filmini bekliyoruz artık.
187 entry daha
hesabın var mı? giriş yap