5 entry daha
  • bir şarkının bir filme bu kadar yakıştığı, filmin ruhunu böylesine tam bir şekilde iletebildiği daha önce görülmüş bir şey olabilir belki, ama bana denk gelmemişti. 73-74 yıllarında silip süpürdüğü oscar ve grammy ödüllerini, tepesine yerleşip aylarca aşağı inmediği billboard zirvelerini kesinlikle hak ettiğini düşündüğüm bu şarkının bestesi, o zamanlar sadece on dokuz yaşında olan ve ilerleyen yıllarda soundtrack kompozitörlüğü alanının en önemli isimlerinden biri haline gelecek marvin hamlisch’e, sözleri ise yine pekçok film müziğinin altında imzasını gördüğümüz marilyn ve alan bergman çiftine aitti. bergmanlar şanslıydı, zira ortada şarkının hiçbir şeyi yokken en azından eşsiz bir çağrışım gücüne sahip başlığı vardı: the way we were.
    arthur laurent’in aynı adlı kitabından uyarlanan filmin bu ana melodisini minör tonlarda yazmasını istemişlerdi aslında hamlisch’ten. ama o bunun daha en baştan izleyiciye filmin sonu (iki sevgilinin asla bir araya gelemeyecek, bir arada kalamayacak oldukları) hakkında çok fazla ipucu vereceğini düşünüyordu; o yüzden de yine hüzünlü, ama kendi deyişiyle “içinde bir hayli ümit de barındıran” majör tonlarda bir melodi yazdı. fevkalade beğenilmişti bu melodi, ama tüm dahiler gibi çok üretken olan hamlisch durmadı; şimdilerde “the way we were 2” diye bilinen ve hiç de kötü olmayan bir başka şarkı daha yazdı. filmin yönetmeni sydney pollack iki şarkıyı da filme karşı çaldı hatta. ama olmuyor, ikinci şarkı ne kadar da güzel olsa ilk şarkı gibi doğalca filme yapışmıyor, ilkinin izleyicide yarattığı yoğunluğun bir benzerini yaratmaya muvaffak olamıyordu. evet, “the way we were” çok güzeldi ve filme de çok yakışıyordu. lakin öyle bir an geldi ki, hamlisch şarkının film boyunca defalarca –nerdeyse sürekli- çalmasından rahatsız oldu. ve katie ile hubbell’ın (barbra ile robert’ın canlandırdıkları karakterlerin) yılların ardından sokakta karşılaştıkları, barbra’nın robert’ın saçlarını okşayışının hafızalara kazındığı sahnede (robert redford kadın hayranlarının yıllarca gelip saçını aynen bu sahnedeki gibi okşadıklarını söylemiştir daha sonra) bu şarkıyı kullanmamaya karar verdi. ama, ama… filmin son sahnesi bu haliyle istenilen etkiyi yaratmamakta, daha açık söylemek gerekirse izleyiciyi ağlatmamaktaydı. mükemmeliyetçi hamlisch’in içine sinmedi bu ve son anda kendi cebinden ödeyerek the way we were’ü koydu bu sahneye de. hiç pişman olmayacaktı.
    şunu da belirtmeli ki, marilyn ve alan çiftinin yazdığı haliyle şarkının ilk kelimesi, şu anda bildiğimiz ve pek beğendiğimiz gibi “memories” değil, “daydreams”di: daydreams light the corners of my mind… söylediği şarkılarla her zaman duygusal bir ilişki geliştiren barbra beğenmedi bunu ama. “gelin, ‘memories light the corners of my mind’ yapalım şunu” dedi. “hem filmin ruhuna çok daha iyi gidecektir.” bununla kalmayacak, hamlisch’i şarkının birkaç notasını değiştirmeye de ikna edecekti.
    the way we were amerikan popüler kültürüne mal olmuş bir eserdir şüphesiz ki. son dönemde izlediğim iki filmde arka arkaya karşıma çıkması bunu göstermektedir en azından: sevimli the jerk filminde “the jerk” rolündeki steve martin sevgilisine sormaktadır: “why are you crying? and why are you wearing that old dress?” zeka geriliği konusunda steve’in oynadığı karakterin çok da gerisinde kalmayan sevgilisi cevap verir: “because i just heard a song on the radio that reminded me of the way we were.” steve merak edip sorar: “what was it?” sevgilisi beklediğimiz cevabı verir: “the way we were”. komik midir peki? değildir bence açıkçası, çok öngörülebilir olduğu için. şahsen “naked gun 2 ½”da priscilla presley duşta kendine kendine bu şarkıyı mırıldanırken (ki öz sesiyle ve çok da güzel söylemektedir) onu öldürmeye gelen psikopat katil aşırı hislenip ağlayarak priscilla’ya eşlik etmeye başladığında ve ardından tabii ki yakalandığında daha çok gülmüşümdür ben.
    böyle komedi filmlerine malzeme olmuş olsa da ağır bir hüzünle yüklüdür şarkımız; birlikte paylaşılmış ve ne kadar şiddetle istenirse istensin asla geri gelmeyecek zamanlara, hallere duyulan özlem ve o zamanları idealize etmenin hoşgörülebilir sahteliği hakkındadır sözler. bu sözlerin bana çağrıştırdığı ve uzun senelerdir sevdiğim bir sözle bitirmek isterim bu entryi, daha çok jean paul adıyla bilinen alman şairi johann paul friedrich richter’den: “die erinnerung ist das einzige paradies, aus dem wir nicht vertrieben werden können.” daha türkçe: “hatıralar kovulmayacağımız tek cennettir.”
    p.s: ilginç hikayesi olan bir başka barbra şarkısı için (bkz: you dont bring me flowers).
64 entry daha
hesabın var mı? giriş yap