64 entry daha
  • hiç hesapta yoktur ya hani, öyle normal yürüyorsundur birden küt: bak yıldızlara, hop gittin bile!* oha düşmek, aşk gibi beyler! ben de şu an fark ettim. ben öyle çok düşmem (aşka değil), böyle çevrenin yardımıyla ayağa kaldırılacak düzeyde -ki bu düşme dilinde 3. derece rezilliğe tekabül eder, hani toplasan üç kere filan düşmüşümdür ömrü hayatımda. işte son ikisi son üç gün içinde meydana gelince bir art niyet aradım. canıma kastım mı var? yaşamam artık.

    umarsızca rezil olurcasına hatırlayabildiğim ilk düşmem, avukatlık stajım esnasında adliye kafeteryasına giden yoldaki geniş merdivenlerde vuku bulmuştur, arz ederim: efendim kış günü, her yerde biraz kar var, ayağım kaydı düştüm. sonra kalkmaya çalışırken bikaç kere daha düştüm. tam böyle üçlü axel'larımla artistik puanları ve civardaki kahkahaları toplarken adamın biri, güldük geçti yazıktır garibe diye geldi beni kaldırdı, sağolsun. iyi misin filan dedi. iyiyim, dedim. teşekkür ettim. adam beni bırakıp gidiyordu ki ben bi daha düştüm. bi daha kaldırdı. bi daha düştüm, hep düştüm, daha iyi düştüm. adam baktı bu işin sonu yok, gideceğim yere kadar kolunda götürdü beni. aslında iyi bir seri yakalamıştım. bununla kalır sanıyordum. biri düşme dedi miydi, bunu anlatırım diyordum. ta ki geçen gün, merdivenlerden yuvarlanana kadar...

    7. kattaydık. zeminden topladılar beni. haha yok, öyle değil. asansör sırası vardı, yürüyelim dedik. dedik diyorum, belki bi 15 kişi vardı. bi de onlar misafir, ben önden gidiyorum, yol gösteriyorum hesabı. neyse biz indik bi 2-3 kat. ayağımda da platform topuk, nası dikkat ediyorum düşmeyim diye görmelisin. acayip basiretli son derece temkinliyim. abi in in bitmiyor. o ara aklıma başka bi şey geldi herhalde, ben tedbiri elden bıraktım. o kısmı çok iyi hatırlıyorum çünkü kendime dikkat ve özen göstermek konusunda sürdürülebilir bir ısrarım hiç olmamıştır benim. neyse ben düşmeye başladım. düşerken en çok ne zaman ve nerede duracağını merak ediyor insan. bir de bazı şeyler eskisi gibi olur mu, bilemiyorsun. arkadaşla da bi şey konuşuyorduk. çocuk anlatırken filan baktı yanında ben yokum. bi miktar düşüp küçük hüsam gibi dizlerimin üstünde durdum. tuttular yine beni kaldırdılar filan, dedim yok bi şey ben iyiyim... sonrasında, ee ne diyorduk filan da denmiyor, sen düşmüşsün artık, nası rahat geçtiniz mi köprüden gibi bi soru oluyor, neyi sorasan sor. neyse ki dedim, ayağımı filan kırmadım. tam daha da giymem yüksek ökçe diyordum demesine de, ertesi gece spor ayakkabıyla kaldırıma takılıp bikaç takla atmayaydım iyiydi...

    ankara'ya döneceğim, arkadaşım otobüse kadar geçiriyor beni. diyor sen tut şu çantalarını ben otomobilin kapısını kilitleyim. ben bi elimde laptop çantam bi elimde valizim park halindeki iki aracın arasından geçmeye çalışırken kaldırımı görmüyorum ve yere kapaklanıveriyorum. çantalar etrafa saçılıyor. arkadaşım bi süre beni arıyor, karanlıkta. kemik seslerine gelse bulacak halbüse. alıştım artık düşmeye. pişkin pişkin acımı çekiyorum yerde. diyorum hiç kalkmayım ben, gökler verdi gökler aldı, aha buraya gömsünler beni... arkadaşım gülme krizi geçince beni kaldırıyor. öyleymiş o. biri düşünce dayanamazmış. bi de ben çok tatlı düşüyormuşum. zaten karanlık, ben gülünecek bir şey de göremedim etrafta. kahkahaları da kaldırım rengine boyamışlar herhalde.

    şu an yara bere içinde yer yer şişlik ve morluklarla ya benim kolumun şurası çok acıyor.
123 entry daha
hesabın var mı? giriş yap