5 entry daha
  • her şeyin yozlaştığı ve belki şimdiye kadar yaşanan en saçma yüzyılın içerisinde, hiç bir zaman olamayacağımız insana içimizde nefes aldırmaya çalışıyoruz. dürüst değiliz hiç bir şeye karşı, en çok yalanı kendimize söylüyoruz. max frisch' in stiller'i, bizim ruhuyla savaştığımız bu büyük problemin vücuda gelmiş gerçek haliyle savaşmakta. kendimize verebileceğimiz en büyük zararı gene kendimiz verirken, başkaları bunu dayatmaya kalktığı zaman avazımız çıkana kadar çığlıklar atarak saldırıyoruz. sen kendini zaten yitirdikten sonra, stiller olsan ne olur, ahmet olsan ne olur...yaklaşık 400 sayfalık hikayede, belkide mr. white'ı en ikna edebilecek cümle, sbylle'nin hayatının tam ortasından bize selam çakan savcıdan geliyor...

    ---spoiler---

    savcının mr.white'a stiller hakkında anlattıkları;

    - ''çoğu insan, hayatını kendisine aşırı yüklenerek mahveder. bir kaç yüzyıldır bilincimiz oldukça değişmiştir,ancak duygu yaşamımız çok daha az değişmiştir. bu yüzden akılsal düzeyimizle duygusal düzeyimiz arasında çok büyük bir fark vardır.bir çoğumuzun elinde, içinde ten rengi kumaş olan bir paket vardır, yani akılsal düzeyimizden bakınca varlığını kabul etmek istemediğimiz duygular vardır. iki yol vardır ama ikisi de bir yere ulaştırmaz; ya duygusal yaşamımızı tümüyle ortadan kaldırmak tehlikesini göze alarak basit, dolayısıylada yakışıksız duygularımızı olabildiğince öldürürüz ya da bu yakışıksız duygularımıza başka bir ad veririz. yalanla değiştiririz onları. onlara bilincimizin arzuladığı adı koyarız. bilincimiz ne kadar becerikliyse, bıraktığımız açık kapılarda o kadar zekice, o kadar çok ve o kadar saygın olur, kendi kendimize söylediğimiz yalanlarda o kadar akıllıca olur. bir ömür boyu bununla oyalanabiliriz, hem de mükemmel bir biçimde, ancak bunu yaparak hayata ulaşamayız, mutlaka kendi kendimize yabancılaşırız. örneğin, diz çökmek için yeterli cesareti bulamayışımızı kolaylıkla iyi bir davranış olarak açıklayabiliriz, kişiliğimizi ve yetilerimizi ortaya koymaktan korkmamızı kolayca özveri olarak açıklayabiliriz, filan. çoğumuz şu ya da bu durumda ne hissetmemiz gerektiğini, neler hissetmeyeceğimizin doğru olmayacağını pekala da bilir, ne kadar iyi niyetli olursak olalım, mevcut duygularımızın gerçekten ne tür duygular olduğunu anlayabilmek için kendimizi adamakıllı zorlarız. bu hiç de hoş olmayan bir durumdur. bu durumun alışılmış belirtisi, bütün duygulara karşı acı bir alayla bakmaktır... kendini aşırı zorlayan insan, mutlaka yanlış bir biçimde vicdan azabı da çeker. kimimiz bir dahi olmadığı için bozulur, kimimiz iyi bir eğitim görmesine rağmen bir aziz olmadığına. kendi kendimizi aşırı zorlamaya dolayısıyla da kendi kendimize yabancılaşmaya başlar başlamaz, akla gelen her türlü rahatsızlığı duyarız vicdanımızda. içimizden gelen şu bildik ses, çoğu zaman bir ''yalancı ben'in'' şımarık sesinden başka bir şey değildir; sonunda pes etmeme, kendimi tanımama hiç katlanamaz, gerekirse gökyüzünden yanlış alarmlar verir, gerekirse her türlü cilveye, hileye başvurur ve kendime aşırı yüklenmem , bu ölümcül çabayı sürdürmem için didinir. pes ettiğimizi görürüz, ancak bu yenilginin bizi kendimizden uzaklaştıran bir çabanın belirtisi ve sonucu olduğunu anlayamayız. ilginç olan şudur ki, kibirliliğimiz bizi, sanıldığı gibi kendimize götürmez, kendimizden uzaklaştırır...''

    ---spoiler---

    kitabın türkçe'ye çevirisi ilknur özdemir tarafından yapılmıştır ve yapı kredi yayınlarından çıkmıştır.
18 entry daha
hesabın var mı? giriş yap