• bir edip cansever şiiri:

    muhteşem sünter'in anısına

    ayağı kırık bir konsol gibi durdu gök
    yayı fırlamış bir somya gibi kaldı yer
    yeşil üzerine sarı
    bir nota yaprağı gibi yazıldı tabut
    dört ayaklı mermerin üstüne
    acı kumdur diye bağırdı bir semt delisi
    elleriyle yüzünü örterken
    acı kumdur
    kıyısını kimseye vermek istemeyen bir balıkçı da
    zokasını parlattı gün içiyyle inaşlaşarak
    ve balıklar meyhane önlerindeki
    binlerce dudak gibi güldü (güldüler)
    sarılarını giyindi sarıyer postanesi
    bir iki mektup kendini buruşturup bıraktı
    tek başına bir martı
    göğün ilk ve son yaratığı gibi
    konuverdi boşluğun siren direğine
    ve gaipten ses verircesine
    çınladı balıkpazarının balıkçı çanı
    ve tabut
    o soluk örtüsüyle hafifçe kımıldadı.

    kımıldattılar
    o kımıldamadı
    yepyeni bir yaşama dalarcasına
    sağa ve sola
    geriye ve ileriye
    baktı baktı baktı
    kimseler tanımadı onu. o zaman da
    uzandı boşluğuna sırtüstü
    en yalın, en uyumlu
    en hüzünlü kulaçlarını atmaya başladı
    manavı, bakkalı, eczaneyi
    bankayı ve kuruyemişçiyi
    köşedeki muhallebiciyi de
    geçti, geçti, geride bıraktı
    ve arkasındaki kalabalıkta
    gözyaşlarından birbirini görmeyen
    ya da görmek istemeyen
    ölümün yaşlık rengini
    düşündükçe kendi dip sularına çöken
    bir iki kişiyi sevdi okşadı
    avuttu
    ve girdi
    pazar yerine girdi, -günlerden her gün gibiydi-
    iplerin, çadırların, teleşların
    içinden geçti
    gün ışığını ilk ordan bıraktı.

    tarçınların, zencefillerin
    mumların, un çuvallarının, plastik oyuncakların
    ve zerzavatların, turfanda meyvaların
    ve ayakkabıların ve terliklerin ve naylon torbaların
    ve yatak çarşaflarının ve çeşitli giysilerin önünde
    sürdürdü sırtüstü yüzmesini
    kendine
    gerekli birkaç şeyi almak ister gibi yaptı, almadı.

    bir kadın yol kenarındaki
    biri ölmüş, dedi, o kadar
    bir balıkçı istavrit balıklarını
    daha bir iştahla suladı
    kirazcı bir kilo kirazı tarttı tartmadı
    şapkalar satan bir satıcı yokuşun başındaki
    öylece durdu, hiç kımıldamadı
    dışbükey, bir tabut gibi
    eşleşti sanki onunla
    ve kendini bir hayalet gemiye çaktı çaktı çaktı.

    ve gelindi mezarlığın kapısına
    güllerin, güllerden çelenklerin kuzgunkılıçlarının kapısına
    buz kokulu otların, buz kokulu mezar taşının kapısına
    gelindi
    önce o girdi
    dalgalardan burnunu kaldıran bir tekne gibi
    yükseldi yükseldi
    bakakaldı sonsuzluğa bir süre
    daha sonra indi indi
    yalayıp geçti dalgaların üstünü
    o
    kimseye görünmek istemeden
    ama hiç istemeden
    bıraktı kendini büyüyen göz çukurlarına
    ve birden
    konuşmaya başladı sonsuzluğun dilini.

    *
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap