7 entry daha
  • bu tasarı, toprak reformuna en ciddi bir başlangıçtı. çiftçiyi topraklandırma kanunu tasarısının gerekçesinde, arazinin genişliği, çeşitliliği ve verimliliğinin millet hayatı için önemli olduğu vurgulanmakta ve bütün bunların milletin gelişmesine imkan verdiği; fakat bu imkanların gerçekleşmesinin esasta elverişli bir mülkiyet rejiminin ve bünyesinin varlığına bağlı olduğu belirtilmektedir. tasarının temelinde yatan esas düşünce, geçimlerini ziraattan çıkaran, fakat arazi mülkü olmadığından veya yetmediğinden başkalarının topraklarını işleyenlerin bu topraklara yeterli düzeyde sarılamadığıdır. bunun yanında toprak mülkiyetine ilişkin dengesizliğin giderilmesi gerekliliği de tartışılmaktaydı. tarımsal nüfusun tarım toprakları üzerindeki yoğun baskısı ve mülkiyetin dengesiz dağılımı verimli bir işletmecilik yapılmasına engel olmaktaydı. türkiye ziraatının hızla geliştirilmesi memleket topraklarının gerçekten benimsenip imar edilmesine bağlıydı. bu yüzden toprağı işleyenlerin ona sahip olması demek toprağın daha verimli olarak işlenmesine neden olacaktı.

    her ne kadar çeşitli şekillerde, ufak çaplı toprak reformu denemeleri yapılmış olsa da geniş kapsamlı bir düzenleme ihtiyacı 1930’lu yılların sonuna kadar duyulmamış, dönemin iktidarı chp bu konuyu gündemine almamıştır. bu konudaki belki de en önemli sinyal 1937 kasım’ında atatürk’ün meclis açılış konuşmasındaydı: “bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprak"ın, hiç bir sebep ve suretle, bölünemez bir mahiyet almasıdır.” onun bu konuşması bir dönüm noktası teşkil ettimiştir.

    ancak hükümet bu tartışmaları ağırdan almış, ardından patlak veren ikinci dünya savaşı da konunun iyiden iyiye geri plana itilmesine sebep olmuştur. savaşın bitimiyle tekrar canlanan tartışmalar sonucunda bu konuya ilişkin bir kanun tasarısı hazırlanmıştır.

    çiftçiyi topraklandırma kanunu tasarısı ilk gündeme geldiğinde “çiftçiye toprak dağıtılması ve çiftçi ocakları kurulması hakkındaki kanun tasarısı” adıyla gelmiştir. burada çiftçi ocakları konusu önem arz etmektedir, zira bazı tarihçilere göre tasarının yasalaşmadan önce bu konudan arındırılmış olması, yasanın zaten işlevsiz doğduğunu göstermektedir. çiftçi ocakları, toprak reformu düşüncesinin ana karakteristiğini anlamak için iyi bir örnektir. bu ad altında amaçlanan 30-500 dönüm arasında ‘müstakil çiftçi ailelerinin yaratılması, çoğaltılması, devam ettirilmesi ve toprağın parçalanmaması gayesiyle’ kırlarda yeni bir kurumsallaşmaya gidilmesiydi. çiftçi ocakları ile toprağın giderek bölünmesi önlenmek isteniyordu. ayrıca bu statüdeki toprakların alınıp satılmasını, sık sık el değiştirmesi önlenerek pazar ilişkilerinin dışına çıkarmak ve çiftçi ailelerin ekonomik ve sosyal varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlamak amaçlanıyordu. fakat çifçi ocakları konusu daha tasarı aşamasında çiftçiyi topraklandırma kanunu’ndan çıkarılmıştı ve çiftçiyi topraklandırma kanunu bu haliyle 1945’te yasalaşmıştı.

    toprak mülkiyeti dağılımının yeniden düzenlenmesi amacıyla büyük toprak mülkiyetinin sınırlandırılması ve topraksız yahut az topraklı çiftçilere dağıtımının yapılması toprak reformunun temelini oluşturmaktadır. çiftçiyi topraklandırma kanunu’nun yasalaşması sürecinde ise büyük tartışmalar ve fikir ayrılıkları yaşanmıştır. kanun tasarısı incelenmek üzere adalet, bütçe, ekonomi, tarım, maliye, ticaret, anayasa ve içişleri komisyonlarından dörder üye barındıran geçici bir komisyona gönderilmişti. bu komisyonun sözcüsü de, tarihin ilerleyen sayfalarında adını çok sık duyacağımız bir isim, adnan menderes’di. 3 aya yakın bir zaman boyunca çalışan komisyonda en çok tartışılan madde ise 17. madde olmuştu. geçici komisyon, 17. maddeyi şöyle açıklamıştır:

    ‘topraksız veya az topraklı çiftçiler tarafından ortakçılık ve kiracılıkla işlenmekte olan veya hiç arazisi olmayıp öteden beri tarım işçiliği ile geçinenlerin üzerlerinde yerleşmiş bulundukları arazi, o bölgede (39) ncu madde gereğince dağıtmaya esas tutulan miktarın kendi seçtiği yerde üç katı sahibine bırakılmak şartıyla yukarıda yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştırılabilir.’

    komisyonda bile çok tartışma yaratmış ve tam anlamıyla açık olmayan bu madde meclis görüşmelerinde de kanunun en çok üzerinde durulan maddesi olmuştur. mecliste bu konu hakkında iki kutuplu bir dağılım oluşmuştur. konuya siyasi ve sosyal açıdan bakan bir taraftaki aydın ve memurlar 17. maddeye destek verirken, daha çok teknik ve ekonomik açıdan bakan ve hemen hepsi geniş toprak sahibi olan ikinci grup ise tasarıya karşı çıkmaktaydı. maddeyi destekleyenlerin kimi köylüler ve feodal benzeri toprak ağaları arası ilişkiyi kökünden değiştirmenin sosyal anlamda faydalı olacağını, kimi de topraksız köylü birikiminin rejimi tehdit edeceğini söylemişlerdir. 17. maddenin muğlaklığını, seyhan milletvekili damar arıkoğlu, 1945’teki meclis görüşmelerinde şöyle ifade etmektedir: “17 nci madde o kadar karışık ki, bunun içinden çıkmaya imkan yoktur. zenci saçı gibi birbirine girmiştir. okuyorsun, okuyorsun bir neticeye varamıyorsun.”

    17. madde hakkındaki tartışmalar sürerken bir meclis önergesi verilerek madde üzerinde değişiklik yapılmıştır. adnan menderes bu değişiklik önergesini öncelikle şeklen eleştirmiş, önergenin meclise getirilirken usulune uygun davranılmadığını iddia etmiştir. menderes’e göre kanunun en önemli maddesi sayılabilecek bu maddeye ilişkin önerge ile madde, meclis’te görüşülmeden ve tartışılmadan, emrivaki bir şekilde kabul ettirilmek istenmişti. usul tartışmalarının yanı sıra ona göre önerge ile ayrıca, bütün arazi mülklerinin 50 dönümden fazla olan kısımlarının kamulaştırılabilmesi için tek kıstas getirilmekteydi ve bu da, arazinin işlenmesinde çalıştırılan “amelenin yerli olup olmamasıydı” . menderes ve onun gibi düşünenlere göre önergenin asıl amacı kiracılık ve ortakçılıkla çalışan işletmeleri ve bütün küçük işletmeleri tasfiye etmekti.

    kanuna karşı çıkanlar bu tasarının medeni kanun’da düzenlenen özel mülkiyet kaidesine aykırı olduğunu savunmuşlardır. ayrıca kanun’a genel olarak karşı çıkanların bir diğer savı da türkiye’de topraksız köylü sorunu bulunmadığı olmuştur. meclis'teki karşıt grubun başını çeken menderes’e göre türkiye'de toprak kıtlığı sorunu yoktu. köylünün asıl ihtiyacı gerekli araç gereçlerle donatılması, kredilerin artırılması ve bilimsel yöntemlerin kullanılmasıydı. ayrıca menderes'in bir başka eleştirisi de "çiftçi ocağı" ile ilgili hükümlerin hitler'in nazi rejiminin toprak kanunu olarak da bilinen erbhof kanunundan neredeyse aynen iktibas olunmuş olduğu iddiasıydı.

    bu tip tartışmaların sonunda yasalaşan çiftçiyi topraklandırma kanunu’nun amacı özetle; toprağı olmayan veya az olan köylülere toprak vermek, köylünün üretime devam edebilmesi için ihtiyaç duyduğu finansmanı ve araçları sağlamak, toprağın belli bir büyüklüğün altına inmesini veya üstüne çıkmasını önlemek ve toprağın sürekli kullanımını garanti altına almaktı. dağıtılacak topraklar önce devlet arazileriydi, ardından da göl, bataklık gibi yerlerin kurutulmasından elde edilecek topraklardı. fakat bunların yeterli görülmediği yerlerde özel kişilere ait toprakların kamulaştırılması da ön görülmüştü. tartışma yaratan 17. maddeye göre ise topraksız veya az topraklı işçiler, ortakçılar ve kiracılar kolayca işledikleri toprağın sahibi olabiliyorlardı. türkiye gibi ortakçılığın yaygın olduğu bir ülkede bu madde sayesinde birçok büyük arazi sahibinin toprakları kamulaştırılabilecekti.

    çiftçiyi topraklandırma kanunu tasarısı değişikliğe uğramış 17. maddesi ile; 11 haziran 1945 tarihinde oy çokluğu ile yasalaşmıştır. yasanın uygulanma biçimini gösteren tüzük ise ancak 25 mayıs 1947 tarihinde yürürlüğe girebilmiştir. bu tarihe gelindiğinde büyük arazileri kamulaştırmak ile ilgili siyasi istek ortadan kalkmıştır. çünkü içte çok partili düzene geçiş ve dışta ise türk topraklarına yönelik sovyet tehdidi, yönetimin savaş sonrası uygulamayı tasarladığı ekonomik ve sosyal politikaları büyük ölçüde değiştirmiştir . önce parti içi muhalefet, ardından çok partili sisteme geçiş sürecinde diğer partiler ile yaşanması olası rekabet, chp'yi büyük toprak sahipleri ile anlaşmaya itmiştir. özellikle doğu ve güneydoğu anadolu bölgesinde hakim yapı büyük toprak sahipleri, feodal ağalar şeklindeydi. bu da chp'nin toprak reformu konusundaki görüşlerini bir tarafa bırakmasında en büyük etken olmuştur. nitekim 17 kasım 1947 chp kurultayı, hükümete gerektiğinde kamulaştırma yetkisi veren 17. maddeyi kaldırmıştır. böylece çiftçiyi topraklandırma kanunu'nun en çok tartışılan maddesi gerçek anlamda uygulanamamıştır. ayrıca ismet inönü 1948'de tasarıya başından beri itiraz eden büyük bir toprak ağası cavit oral'ı tarım bakanlığı'na getirdi. aynı yıl inönü kendisinin gündeme getirdiği kanun için bir "ekstremite" ve "memleketin zirai ve sosyal hayatını zedeleyecek bir şey" demiştir. ardından ise yasanın toprakların kamulaştırılacak topraklara ilişkin en önemli kuralı 1950 yılında 5618 sayılı yasa ile değiştirilince toprak reformunun uygulanma olanağı da pek kalmamıştır. böylece yasa, toprak reformu yasası niteliğini kaybetmiştir. yasanın uygulama sonuçlarına bakıldığında ise tarımsal yapıya ilişkin özellikle mülkiyet yapısı üzerinde önemli bir değişiklik yaratmadığı ve hazine topraklarının dağıtımıyla yetinildiği anlaşılmaktadır
11 entry daha
hesabın var mı? giriş yap